Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Velasquez'in "Nedimeler"i

Bugün tüm ülkede ve Ankara 'da mevsim normallerinin çok üstünde, aşırı sıcak bir gün yaşanıyormuş eh, doğayı biz yavaş yavaş yok ettiğimize göre sonuçlarına da katlanacağız... İyi de bu zor günü nasıl atlatmalı? Kendi zorunlu! seçimimi anlatayım. Bizim Fret (Sevgili kurt köpeğimiz)  ameliyatlı ve yeni taburcu oldu, bir sürü yasakları var, dolayısıyla birimizin başucunda beklemesi gerekiyor. Herkes çalıştığından bu görev boş gezenin boş kalfası olan bendenize düştü. E, ne yapayım,salonda klimayı açtım, o yerde ayağımın ucunda,ben koltukta uyuklama vaziyetindeyiz. Tabii sıkıcı bir durum, elime yeni bir kitap aldım, Antonio Tabucchi 'nin " Tersyüz Oyunu "nu... Ama daha giriş paragrafında attı kazığı bana Tabucchi , toprağı bol olsun... Şöyle dedi: "Maria do Carmo Meneses de Sequeria öldüğü sırada ben Prado muzesinde Velasquez'in Nedimeler tablosunu seyretmekteydim. Bir Temmuz öğlesiydi ve ben onun ölmekte olduğunu bilmiyordum. Saat on ikiyi çeyrek...

Ulucanlar’da bir Kavak Ağacı

Size bir kavak ağacından söz etmek istiyorum bugün.  - Kavak... Ne önemi var ki? Alelade bir ağaçtır... Diyeceksiniz ama size anlatacağım kavak ağacı başka... Yılların tanığı... Bir bilseniz, neler gördü bunca zaman. Keşke anlatabilse de kulak verseniz.  Çiçeği burnunda gençlerin darağacına götürülüşünden, işkence görenlerin çığlıklarına uzanan acılara tanık olacaksınız...  “ Görüş günü ” diye, gözleme hazırlatıp, bir şişe lavanta kolonyasıyla oğlunu  ziyarete gelen  babaya,  " Oğlunuzu   göremezsiniz,  dün idam edildi, Karşıyaka'ya defnedildi " (*) denildiğini duyup, yerin dibine geçmek isteyeceksiniz.. Nazım Hikmet'in , Bülent Ecevit'in , Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir'in, Yılmaz Güney'in avluda volta atışları gözünüzün önüne gelecek.  Aklınızdan sorular geçecek...  Cüneyt Arcayürek kavak yapraklarının rüzgarda çırpınışını izlerken aklından bir sonraki kitabının taslağını mı geçiriyordu acaba? Muhsin Yazıcıoğlu,   ülkücü ...

Yaprak Dökümü

Yaprak dökümü Çocukluğumun, gençliğimin izleri yavaş yavaş kayboluyor... Makbule (Bengisu) Teyze nin kaybı o kadar acı oldu ki... Bir daha asla yaşanamayacak rengarenk anılar kafamda sürekli resmi geçitte, boğazım düğüm düğüm. Bilmem çocukluğunuzda ev ziyaretlerine götürür müydü anneniz elinizden tutup? Hani o kristal çanaktaki şekerin ikram edilmesini sabırsızlıkla beklediğiniz, pastanın en büyük dilimini size verdikleri, büyüklerin  sohbetinden sıkılıp evin her köşesini merakla inceleyip durduğunuz ziyaretlere? Makbule Teyzen in günleri her ayın "ilk çarşambası " mıydı? Mutfağı ikram tepsileriyle dolup taşardı... O " otuzaltı böreği " nasıldı? -Makbule Teyze, neden otuzaltı böreği deniyor buna? -Canım o böreğin hamuru hazırlanıp yufkaları  açılırken otuzaltı defa katlanıyor da ondan... Sadece börek mi? Bir muzlu kremalı pastası vardı mesela, kedi diliyle hazırlanır, bir gece buzdolabında bekletilirdi... Sonra mercimekli köftesi, kısırı, "şekilsiz ku...

Şarap, Brahms, üzümlü çörek

Geçtiğimiz günlerde sevgili dostum Seval Uğur Mutlu , bana Gülfam Göknar 'ın " Müzik ve Yemek " kitabını armağan etti, hem de imzalı olarak. Ben de sizlerle paylaşmak istiyorum. Kitabı bir kaç gündür elime aldım ve inanın bırakamadım... Kitap sayesinde şahane zaman geçiriyor, güzel hayaller kuruyor, dostlarla sofra planları yapıyorum... Meğer o müthiş besteciler, opera sanatçıları aynı zamanda birer mutfak ustası ya da gurme değiller miymiş? Bu kitabı mutlaka edinmenizi öneriyorum... Her sayfası, her satırı, fotoğrafları, alıntıları ve yorumlarıyla o kadar güzel kaleme alınmış ki, Gülfam Hanımı kutlamak boynumuzun borcu... Ben nasılsa kitabı alıp okuyacağınızı varsayarak, Johannes Brahms 'ın (1833-1897) konu edildiği, çok beğendiğim bir bölümü paylaşmak istiyorum şimdi: "Yakın çevresinde olan bir çok ünlü sanatçı ve müzisyenin aksine, Brahms sade bir hayat yaşamayı tercih etmiştir. Bir Alman olmasına nağmen Viyana'da yaşayan besteci, sabah erken ka...

Kaplumbağa dedi ki...

Bu sabah güneşin alnında yürürken ( aslında 09.00 dan sonra çıkmak büyük hata !) bir köşede orta yaşlı olduğunu sandığım, bilge görünümlü bir kaplumbağaya rastladım, selamlaştık: - Ne o? Geç çıkmışsın bugün? - Öyle oldu, moralim bozuktu biraz, evde oyalandım... - Niye moralin bozuk? Şu darbe girişimine mi? Aslında haklısın biz de korktuk, sığınaklarımızdan hiç çıkmadık... O Gölbaşı'na polis kolejine atılan bombalar tepemizde patladı sanki... Bahçede bir gazete parçasından öğrendim 47 kişinin o patlamalarda öldüğünü... -E, ne olacak bu durum? -Ne olacağı var mı? Birbirinize kırdıracaklar sizi... O kadar kopuksunuz ki birbirinizden, Kürdü, Alevis i, Rumu Çerkesi, Türkü...Birbirinize, inançlarınıza saygınız yok, birbirinizi anlamak bile istemiyorsunuz. Böyle bir ortamda da onların ekmeğine yağ sürülmüş oluyor işte... -Baksana Atatürk'ün ülkeye kazandırdıklarını bir kalemde silmeye kalkıştılar. -Tabii, siz birlik olmadığınız sürece bundan kolay birşey yok. Zaten Başkanını...

Yakılan Kur’an-ı Kerim

Ekmeleddin İhsanoğlu ile karşılaşma Bir dönem Cumhurbaşkanı adayı olan MHP İstanbul milletvekili Ekmeleddin İhsanoğlu ile İngiliz Büyükelçiliğinde, bir resepsiyon sırasında karşılaştık, bizleri nazik bir şekilde selamlayınca kendisine sordum: -Efendim hep merak ettiğim bir konudur. Ünlü şairimiz Mehmet Akif’in Kur'an-ı Kerim tercümesi...Bildiğim kadarıyla siz de babanızın vasiyeti uyarınca o tercümeyi yakıp ortadan kaldıran 7 kişiden birisiniz... İhsanoğlu böyle bir soruya “kim olduğunu da bilmediği bir kadın tarafından uluorta muhatap kılınınca! ”, cevap vermek istemedi ve gülümsemekle yetindi... Ama ben merak ediyordum: -Efendim ne zaman elime Kur'an-ı Kerim meallerinden birini alsam, bir süre sonra okuyamaz duruma geliyor, elimden bırakıyorum... Çünkü bir türlü ne söylenmek istediğini anlayamıyorum... Ekmeleddin Bey , bunun üzerine benden mail adresimi istedi, kendi cebinden çıkardığı kağıda yine onun kalemiyle adresimi yazmamı bekledi ve: -Nursun hanım, güze...

Antakya'ya dair...

Antakya 'ya yıllardır gitmemiştik, geçenlerde yolumuz düştü, herşeyiyle sıcacık bir Akdeniz kentinde bulduk kendimizi. Aslında kardeşimiz Mutlu Erel 'in geçirdiği ciddi ameliyat nedeniyle oradaydık, neyse ki ameliyat başarılı geçti... Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi nin verdiği hizmet, başarılı doktorları, hemşireleri, hatta güvenlik görevlileri ile bizi hayran bıraktı. İlginç noktalardan biri hastane personelinin doktorlar dahil, çoğunun Arapça biliyor oluşu idi... Onların olmadığı yerde de hemen bir tercüman ya da Arapça bilen bir vatandaş yetişiyordu imdada... Aslında sokak levhaları bile sanki bir Arap kendi izlenimi veriyordu Antakya'da... Yoğun bakım kapılarında beklerken öyle sıcak dostluklar yaşadık ki... Anadolu insanının çıkarsız, beklentisiz samimiyetine bir kez daha saygı ve hayranlık duyduk. Antakya 'nın yüzyıllar öncesine dayanan ipekçilik sanatı ise neyse ki halen devam ediyor... Üretim artık çok azalmış olsa bile hala bir...

Dostluklar

Çok yıllar oldu Yasemin'i görmeyeli... 90'lı yılların sonunda birlikte, televizyon gazeteciliği yapmıştık Kanal D 'de, çok sevmiştim onu... Çalışkandı, hatır gönül bilen bir insandı, yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmazdı... Birlikte çok gülerdik. En takdir ettiğim taraflarından biri de yakınlarına, eşine dostuna, ailesine sonuna kadar sahip çıkmasıydı, gençliğine karşın o derece basiret sahibiydi yani... Sonra bir baktık evleniyor ve Antakya 'ya yerleşiyor... Sevgili Levent Mıstıkoğlu ile mutluluğa yelken açtılar, hatta çok tatlı ikiz kızları oldu... Arada sırada telefonlaşırdık: -Yasemin'cim nasılsın? Antakya nasıl? Alıştın mı oralara? -Ah sorma Nursun'cum herşey iyi hoş ama, yemekler... -Neden? -Örneğin bir pilav geliyor sofraya, karnım acıkmış, tam bir kaşık alayım diyorum bir bakıyorum hooop yağda kavrulmuş soğanlar boca ediliyor güzelim pilavın üstüne. İşte o yıllardan bu yana yıllar gecmiş, tam 17 yıl, ve biz yeniden karşılaştık Yasemin 'l...

Yağma Hasan'ın böreği

Bundan 1 ay önce Taşpınar Köyü ile Haymana yı bağlayan yolun, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından kocaman pankartlar asılarak asfaltlama programına alındığı bildirildi... Dev kamyonların iş makinalarının sık sık geçtiği yol o kadar bozulmuştu ki normal bir otomobille oradan geçmeye kalkmak macera aramakla eşdeğerdi... Belediye, asfaltlama işi için astığı pankartlarda 1 haftalık süre vermişti ama bu sözünü tutamadı, çalışma 1 ayı geçti ve o yol Taşpınar sakinleri tarafından kullanılamadı... Ha, "O   köy yolundan onca dev kamyon, iş makinası neden geçiyor? " diye mi soracaksınız? Aman efendim köyler, tarlalar çoktaaan " out " olmadı mı? Kentsel dönüşümden bunca rant sağlamak varken ne gerek var yeşilin, kırsalın korunmasına? Siz bakmayın o TVlerde yayınlanan çarşaf çarşaf reklamlara... Düpedüz yalan, dostlar alışverişte görsün... Hepimizi enayi yerine koyuyorlar. " Tarlaların yapılaşmasına, betonlaşmasana izin vermeyeceğiz " martavalını atarak... ...

Gözümüze batmayanlar!

Ankara 'da İncek taraflarında, bir zamanlar verimli tarlaların uzandığı yerlerde şimdi 50-60 hatta 70 katlı bloklar gökleri deliyor... Yani TV'lerde dakkabaşı! yayınlanan,"tarım arazilerimize sahip çıkalım", "ülkemizin geleceği niteliğindeki tarım arazilerinin yok olmasına izin vermeyelim " gibi teraneler düpedüz yalan... İşte bu bloklar birkaç yıl içinde yıldırım hızıyla inşa edildi ve nedense yerleşim bir türlü gerçekleşmedi. Daha doğrusu inşaat faaliyeti bıçak gibi kesildi. Bunun nedenlerini araştırıyordum,  konuyu bilen bir kaynağa sordum, bakın neler anlattı: -Oooo, orada o kadar büyük bir rant paylaşımı var ki... Kapanın elinde kalıyor... Biliyorsunuz o araziler daha önce köylerin meraları, tarlaları niteliğindeydi, ama ufuktaki rant başta uzatmalı Belediye başkanı! Olmak üzere iktidar partisi ve yandaşlarının iştahını kabarttı... Bu civarda sadece birer ikişer katli villaların inşaasına izin verilirken imar Planı bir gecede değiştirildi ve bir z...

Baraka Davası

Bir Özgür Adam Baraka Davasının Kahramanı Aykan Er Gökova Körfezine uzanan koylardan birinde Küfre'de, yemyeşil uzanan vadide küçük bir baraka var... Aykan Er 'e, namı diğer Papaz 'a ait... Bir zamanlar o vadideki geniş topraklardan birinin sahibi olan yakın arkadaşı Kambur ona demiş ki: -Gel sen de burada yaşa... Bir baraka yap kendine, komşuluk edelim... Papaz 'ın, yani herkesin unuttuğu ismiyle Aykan Er 'in öyküsü böyle başlamış... Bodrum' u, çalıştığı barı, eşini, çocuğunu, yıllarca süngere daldığı arkadaşlarını bırakıp gelmiş buralara... Derme çatma bir baraka yapmış kendine... Küçücük, iki göz bir baraka... Ama ne baraka... Enerjisini güneş panelleriyle elde ediyor... Suyunu da yakındaki pınarlardan... Sağa sola arı kovanları da yerleştirmiş... Oh, denizden küfür küfür rüzgar alan Küfre 'de özgür, sağlıklı, her türlü keşmekeşten, bağımlılıktan uzak şahane bir yaşam... Sonra Devlet Baba duymuş bunu: - Vay sen misin bunu yapan? Diye...

Kuleli Ziyareti ve sürprizler

Kuleli Askeri Lisesini kaderine terk ettiler ya, insanın içi yanıyor... Boğaza muhteşem bir inci broş gibi iliştirilmiş bu zarif ama azametli binanın, “benim sonum ne olacak?” Dercesine orada sessizce duruşuna kimsenin kulak astığı yok... Acaba neyin intikamı diyorum?  Gururla söylemem gerekir ki, eşim Feyzan Erel bu okuldan mezun... Kuleli anılarını, ondan hep keyifle dinledim,  okulun koridorlarında, dersliklerinde, spor salonunda, yatakhanesinde, bahçesinde yaşadıklarını... Çalışma masasının, ders yaptıkları sınıfın tam pencere kenarında olduğu ve ders dinlerken güzelim boğazı nasıl seyrettiği benim de hayalimde yer etti... Okul tabldotunda sıkça yer alan onun en sevdiği  Elbasan Tava ve Revaninin lezzetini sanki ben de damağımda duyumsar gibiyim... Bunca yıldır Kuleli' nin önünden kim bilir kaç kez geçtik, Boğaz'ın öbür yakasından  nasıl keyifle seyrettik, hatta bir keresinde bahçesinde çay bile içtik ama görkemiyle insanı olağanüstü etkileyen bu gizemli b...

KOCABEYOĞLU PASAJI

Geçenlerde yolum Kızılay 'a düştü... Uzun süredir uğramadığım Kocabeyoğlu Pasajını yeniden görmek, gezmek istedim... Kimi dükkanlar kapalı, kimisi tamiratta, pek çoğu da boştu... Üst katta azımsanmayacak bir müşteri kalabalığı vardı ama alt katta neredeyse in cin top oynuyordu... Nedense içimi bir hüzün kapladı. Oysa çocukluğumun pembe renkli, sıcacık anılarında unutulmaz yeri olan Pasaj böyle miydi ya? Annem işten döndüğünde, bazen halamla bana seslenmez miydi? - Kocabeyoğlu'na gidelim mi? Haydi hazırlanın bakalım... Kalemimi masaya hemen bırakır, ödev defterimi kapatıverirdim... Kocabeyoğlu demek, bana da alınacak bir şeyler demekti çünkü... Önce üst katta dolaşırdık. Annem, daracık aralıklardan birindeki küçük dükkana uğrar, sorardı: -Pertev krem var mı? Yağlı olsun... Bir de yağsız kremi vardı çünkü Pertev in... Satıcı, pembe desenli krem tüpünü sararken, annemin isteği üzerine kahverengi bir kaş kalemini ve Koleston Saç Boyası nı da eklerdi pakete. O dü...

Nice bayramlara

Nice Bayramlara Sevgili dostlar, kimi zaman ben de çok kızıyorum  yeni mecralara, twitterdı facebooktu   instagramdı filan...  -Yüzyüze konuşup birbirimizin sesini kokusu duymanın yerini tutar mı? " Diye.  Ama ne yapalım ki bu da çağın bir gereği, öyle değil mi? Ankara’da yıllardır devam eden “dikey kentleşme ve betona yatırım” çılgınlığı kenti öylesine büyüttü ki, altyapı ve ulaşım imkanları artık yetişemez oldu.  E, şimdi bayram da olsa, hangi babayiğit kalkıp ta Gölbaşına gelecek, oradan Çayyoluna geçip, Gaziosmanpaşaya , Aşağı Ayrancıya uğrayıp eşiyle dostuyla yarımşar saatliğine hasret giderip hoşbeş edecek? Kolay mı bu? Oysa eskiden öyle miydi? Apartmandaki herkes ilk gün mutlaka ziyaret edilip, el öpülür hatır sorulurdu... Kalan günlerde önce mahalledeki, sonra da uzak semtlerdeki dostların, hısım akrabanın kapısı çalınır, bayramı kutlanırdı...  Ha, ikramlar mi? Önce kahve getirilir, yanında çoğu kez likör de bulundurulurdu... Ahududu, nane, g...