Yıllar geçti aradan ama, “derin keder yaşatan bir an” belleğimden hiç silinmedi… Bayram sevinçleri sonrasında bu olay aklıma geldi, paylaşmak istedim.
Herkesin hayranlık duyduğu büyük aktör Kerim Afşar, ailesiyle birlikte, benim doğup yıllarca yaşadığım mahallede, arkamızdaki apartmanda komşumuzdu.
Sıhhiye, Hanımeli Sokaktaki Hanımeli Apartmanında otururduk, hep- apartmanımızın ismi annemin bahçeye diktiği sarmaşıktan mı kaynaklanırdı?- diye düşünürdüm… Yıllar içinde toprağa kök salıp devleşen sarmaşık, bizim oturduğumuz dairenin balkonunu öylesine sarıp sarmalamıştı ki, hanımeliler açtığında ortalığa mevsim boyu, belli belirsiz ama nefis bir koku yayılır, balkonda çay içip sohbet etmenin keyfine doyum olmazdı.
Kerim Afşar’ın annesi Bahriye Hanım, evimize sıkça misafir olan, yılların görgüsünden, süzülmüşlüğünden kaynaklı sohbetini çok sevdiğimiz bir komşumuzdu. Kerim-Esin Afşar’ın kızları Pınar’ın da babaannesiyle birlikte bir kaç kez bize geldiğini hatırlıyorum.
Üniversite öğrenciliğim sırasında güzel bir bahar günü, Bahriye Hanım, elinde pelür kağıda sarılmış bir paketle geldi:
-Nursun bak bu danteli senin için ördüm, belki evlendiğini göremem ama çeyizine koyar, sonra beni hatırlarsın …
Şimdi evimin bir köşesinde duran, o yılları gözümün önüne getiren, ağ ipliğinden örülmüş zarif dantele o anda hayran kalmış, Bahriye Hanıma nasıl teşekkür edeceğimi bilememiştim.
Tuhaf bir durum ise bugün bile aklımda. O gün, biz bakla pişirmiştik, Bahriye Hanım bunu farkedip gülümseyerek şöyle demişti:
-Bahar aylarında bakla pişirilen mutfaklardan sızan kokular çok hoşuma gider, terasa çıkar içime çekmek isterim
Annem mahcubiyetle:
-Ah, kusura bakmayın, ne kadar havalandırsak da mutfakla salon bitişik olunca kokular da böyle dışarı sızıyor işte, Nursun size hemen bir tabak getirsin, baklayı yoğurtla mı seversiniz?
Bahriye Hanım gülümseyerek:
-Yok yok, aman sakın… Doktor bana baklayı yasakladı, o yüzden evlerde pişirilen, bizim terasa sızan bakla kokularıyla hasret giderdiğimi size anlattım…
Sonradan “Akdeniz Anemisi” hastalığı olan bir meslektaşım bana baklanın onlara yasaklandığını, hatta kimi zaman ölümcül etki bile yaratabildiğini anlatmıştı, -Bilmem Bahriye Hanımda da aynı hastalık mı vardı?-
O güzel yıllar çoktan geride kalmış, Bahriye Hanım yaşama veda etmiş, evlenince ben de uzak semtlere yerleşmiştim.
Bir gün annem hastalandı, hastaneye kaldırdık, dokuz gün devam eden üzücü bir yoğun bakım sürecine girdik. Yakınları olarak sadece bir iki dakika olsun hastalarımızı görebilmek için hastane önünde bekleyen bizler, zaman zaman aramızda dertleşiyorduk, çok zarif, biblo gibi bir genç kadınla her gün karşılaştığımız için dert ortağı olmuştuk. İsminin Leyla olduğunu öğrendiğim genç kadına “benim annem yoğun bakımda” diyerek “sizden kim hasta?” Diye sorunca, “Eşim rahatsız, Kerim Afşar” dedi. Şaşırmıştım, kendisi çok gençti çünkü, ona Sıhhiye’deki komşuluğumuzu, Kerim Beyi sokağımızın kasabında, bakkalında, manavında sık sık gördüğümü anlattım. Hatta ortaokul sıralarındayken 3. Tiyatro’da unutulmaz bir oyununu izlemiş, Küheylan’daki başrolüyle Kerim Afşar’a ve oradaki oyunuyla parlayan genç Mehmet Ali Erbil’e hayran olmuş, o muhteşem sahneleri asla unutamamıştım.
Hastaneden dönüşte albümleri karıştırıp annemle Bahriye Hanımın resmini buldum, ertesi gün hastaneye gittiğimde Leyla Afşar’a gösterdim, dedi ki:
-Ah çok hoş, eğer bizi aynı anda içeri alırlarsa Kerim’e bu resmi gösterelim, siz de annesine dair sözler söylersiniz.
Şans eseri, o gün ikimizi yoğun bakıma birlikte aldılar, Leyla Hanım elinde resim, yatakta oturan eşinin yanına gitti, bana işaret etti, Kerim Bey resme bakarken, ben de Bahriye Hanımla annemin Hanımeli Sokaktaki dostluğundan, söz ettim…
Kerim Bey suskunlukla dinledi, sonra bana dönüp teşekkür ederken, gözünden süzülen yaşları farkettim, benim de gözümde yaşlar vardı, annemin yoğun bakımdan çıkamayacağını biliyordum çünkü.
Ertesi gün annem yaşamdan ayrıldı, bir kaç gün sonra da Kerim Afşar…
Hanımeli Sokaktaki Hanımeli Apartmanı hala duruyor, birinci katın balkonuna uzanan sarmaşık ve mis gibi kokuları etrafa saçılan hanımeliler ise çoktan yok olup kayıplara karıştı, onları bir zamanlar sevmiş olan insanlar gibi, artık sadece anılarımızı süslüyorlar.