Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Gazeteciler etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kuru pantolon ile balık tutulmaz

“ Kuru pantolon ile balık tutulmaz ” demiş ya Cervantes… Bilmem bugün yaşasa, hele beni görse ne derdi? “ Eksik etekle asla tutulmaz! ” Demez miydi? Gecenin bu saatinde (onca kahveden sonra!) “ nerden girdim bu levrek mavrasına” diye kıvranırken çınnn dedi telefonum…  Ekose Etekli Levrek haberiyle hem dönem siyasetine hem  basın tarihine görünmez! olsa da aslında kalıcı bir imza atan Hasan Cemal’den gelen mesaj “ çalar saat ” etkisi yarattı…  Harfine dokunmadan paylaşıyorum; “Sevgili Nursun.  Senin de kafan karıştı galiba. Altan Öymen bana Ankara’dan haber verdi daveti Sabah erken rahmetli Ergin Konuksever’le Yalova’ya gittik. Gazeteciye yasak dediler kapıda. Bizden başka gazeteci de yoktu zaten. Aklıma geldi, babaannem Yalova’daki kaplıcalara gidermiş… Çağlayangil de Bursa Valisi. Cemal Paşa’nın haremi yani eşinin geldiğini duyunca iki defa babaannemi ziyaret etmiş kaplıcalarda.  Kapıda bunu hatırladım. İçeriye, Çağlayangil’e haber saldım, kapıda Cemal Paşa’nı...

Can Pulak’a onur ödülü

Gazeteciler Cemiyetinin “onur ödülü” (*) bu yıl değerli gazeteci, meslek büyüğümüz sevgili Can Pulak’a veriliyor, şimdiden kutluyorum. Doğrusu Can Pulak’la ilgili o kadar “mutluluk ve sevgi dolu” anekdotlar var ki aklımda, paylaşmasam olmaz… Bir yılbaşı arefesinde kapımız çalındı, baktık kargodan kocaman bir sandık gelmiş, heyecanla açtık, tepeleme mandalina var içinde. Harika, hem de ünlü “Bodrum Mandalinası. ” Bir de kart iliştirmiş Can Pulak, “En iyi dileklerimle yeni yılınızı kutluyorum” diyor.  Biraz şaşırıyorum ama durur muyuz? Hemen birer mandalinanın kabuğunu soyup ağzımıza atıyoruz, enfes rayihayla mest olmuşken elimdeki kartın arkasını çevirip bakıyorum ki, aslında farklı bir isme gönderilmiş mandalinalar, yani nasıl olduysa - belki de sekreterin hatalı tutumuyla- bize gelmişler… -Tuh diyorum içimden, hemen telefona sarılıyorum: -Aloo, Can Bey? -A, Nursuncum sen misin? -Evet Can Bey, yeni yılınızı kutlamak için aradım -Canım senin de kutlu olsun - Yalnız Can...

Bir siyah beyaz fotoğraf

Bu sabah WhatsApp  kutum çınnn dedi, baktım   bir mesaj, Nur Batur göndermiş, Tercüman yıllarımızdan bir siyah beyaz fotoğraf…Aklımdan neler neler geçti… İki genç kadının Tunus caddesindeki bürodan içeri adım atışı…  -Ürkek miydik? -Hayır, kendimize güvenimiz tamdı… Nur dış politikada, ben ekonomide ne haberler yaptık, ne manşetler çıkarıp gündemi değiştirdik. -Heyecanlı mıydık? -Çokkk, heyecan olmadan bütün o işler yapılabilir miydi? -Sevildik mi? Evet, defalarca taltif edildik, kendi alanımızdaki bütün önemli toplantılara gönderildik, iç seyahatler dış seyahatler… Japonya’dan ABD’ye, Suriye’den Libya’ya dünyayı dolaştık. -Kıskanıldık mı? -Eh olmadı desem yalandır… Ortadoğu halklarının kanında “haset” vardır… Oysa kimsenin kötülüğünü istememiştik, tek derdimiz çalışmak, üretmekti… -Resimdeki üçüncü kişi kim mi? -Olcay’dı… Bizden gençti, sendika ağırlıklı çalışıyordu, gün geldi büyük bir haksızlığa uğradı, hepimiz tek yumruk olduk, karşı çıktık, patronlara ge...

Aferin budalası olmak…

  Bazen düşünüyorum da, “yaşama dair çabalarımız yeterince karşılık buldu mu?” Sorum yanıtsız kalıyor. Sanırım en iyisi “iyimserliğe sığınmak…” Sabit fikir denecek ölçüde tutkuyla bağlı olduğum meslekte geçirdiğim yıllar içinde asla pişmanlık duymadım, “ucu kime dokunursa dokunsun,” o haberlerin yapılması, yazıların yazılması gerekiyordu. Kırıldığım, gözyaşı döktüğüm, yalnız kaldığım ya da bırakıldığım zamanlar olsa da, o haberler uğruna verilen çaba için hissettiklerim hep “mutluluk ve tatmindi…”  Şimdi söylesem sayfalara sığmaz, ooo öyle sert eleştirilerle, tehditlerle, hatta olmayacak iftiralarla karşılaştık ki. Diyeceksiniz ki, “öldürülen meslektaşların bile olmadı mı?” Ne yazık ki evet…  -Bu çağda bu ilkellik bu zulüm nasıl olabilir? Vicdanlarına (varsa tabii!) nasıl sığdırdılar o gencecik insanları yok etmeyi? O pırıl pırıl kalemleri susturmayı?  Eh, işte herkesin bir kapasitesi var sonuçta… Siz bir eşeği saf kan atlarla yarıştırıp, mania atlasın diye ortaya sü...

NOKTA... Aşk skandalı haber midir değil midir?

Ümit Zileli yönetimindeki NOKTA Dergisinin Ankara Bürosu bir dönem bize emanet edilmişti. Serhat Hürkan ’la birlikte, mütevazı bütçeyle Farabi Sokak ’ta kiraladığımız büroda, badana boya işlerini, iletişim altyapısını, bilgisayar-masa konusunu kısa sürede tamamlayıp kadroyu oluşturduk,  Mustafa Pekcan, Neşe Sarıdoğan, Elif Kocabeyoğlu ve  Gülşah Balbay ile keyifli bir çalışma süreci geçirdik. Hepi topu 6 kişiden oluşan ekibimizle  siyasi haber, röportaj,  araştırma dosyası ve hatta Ankara Kedisi adını verdiğimiz renkli sayfadaki kulislerle, bilinmeyen pek çok olayı gündeme taşıdık. Ne yazık ki, o ekipten iki kişi, Serhat Hürkan ve Mustafa Pekcan artık aramızda değil.   Ekibimizde herkes “ paralel düşünüp,  aynı dili konuşarak”   ve büyük hevesle kendini işine adamıştı, ne yazık ki sonradan değişen üst yönetimle anlaşamadık ve NOKTA serüvenini hep birlikte “noktaladık. ”  Malum, kütüphane temizliğindeyim, o günlerden kalan derg...

Fırtınada uçan defter (Japonya 1)

Virginia Woolf ’un kadınlara unutulmaz tavsiyesidir : “Kendine ait bir odan ve biraz paran olmalı” Aslında Woolf bunu “yazmak isteyen ” kadınlar için söylemişti ama “gezmek isteyen kadınlar ” da yok muydu? Bal gibi vardı, bunlardan biri de bendim.  Gazetecilik yaşamı, “işini hakkıyla yapmak isteyen biri için ” bunaltıcıdır. Ne gecesi vardır ne gündüzü. Hele bizimki gibi asla şeffaf olmayan ülkelerde eziyettir.  Bilgi alabilmek için debelenir durursun, çünkü “ bilgi aslanın ağzındadır .” Kuşkular, tehditler, yasaklar ve  Demokles’ in kılıcı gibi sallanan cezalarla donatılmış bir Şark Toplumu nda (!) bu normal değil midir? Gölgesinden korkar herkes... Eh, haydi bunu başardın diyelim, zamanla yarıştığın engelli koşunun sonunda bakarsın haberin yayınlanmıştır da, nedir eline geçen? O sayfayı gördüğün anda engel olamadığın bir tebessüm, hızla çarpan bir kalp, bir kaç tebrik telefonu... O kadar... Bununla kalsa iyi. Kime dokunduysa haber, tehditler başlar hemen. Yalanlam...

İlk Manşet!

İmzalı ilk manşetimdi 4 Haziran 1981 tarihli Tercüman gazetesinin 1. Sayfasındaki Turgut Özal Röportaj ı.  Gazetenin taşra baskılarında imzam Nursen Alev diye yayınlanmış, sonra düzeltilip Nursun Alev’ e çevrilmişti. Yani evlenmemiştim henüz. Bizler için bir efsane olan istihbarat şefimiz Erkan Yiğit demişti ki: - Üzülme Nursun’cum bu editörler, sayfa sekreterleri biraz ukaladır. Her şeyin doğrusunu onlar bilir. Bir keresinde dünyaca ünlü kemancı Yehudi Menuhin İstanbul’da konser vermişti, yıkılmıştı salon alkıştan... Bu haber nasıl girdi gazeteye biliyor musun? Musevi Menuhin’in Aya İrini’deki konseri muhteşemdi... Bizim sekreter aklı sıra Yehudi Menuhin demek kabalık olur diye tutmuş haber metninden Yehudi’leri çıkarıp, Musevi Menuhin yapmış adamcağızın adını...  Sonraki yıl evlendiğimde  istihbarat şefim Kemal Işık ’a sormuştum,  -“ İmzamı acaba Nursun Alev Erel yapsak olmaz mı? ” Diye...  O da dedi ki:  - Yok yahu, o da Yahya Kemal Beyat...