Bu Blogda Ara

Fikret Bila etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fikret Bila etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Ekim 19, 2023

Kitaplar arasında… İSLAMO FAŞİZM-Merdan Yanardağ





Gazeteci kitaplarını okumakta olduğumu söylemiştim, sıra geldi sizlerle notlarımı paylaşmaya. Aslında bu okuma maratonuna Dil Derneği’nin her yıl Emin Özdemir anısına verdiği ödül jürisindeki görevim (*) yol açtı. Bu yıl, değerli meslektaşlarımız Merdan Yanardağ, Timur Soykan, Barış Pehlivan-Barış Terkoğlu, Serdar Akinan-Hayri Demir, Murat Ağırel tarafından kaleme alınan beş kitap sözkonusuydu, ben elime ilk Merdan Yanardağ’ın kitabını alıp okudum. 


Aslında “okudum ve aydınlandım” desem yeridir.


-Neden?


Diye soruyorsanız anlatayım, o bomboş! iddianamelerle Yanardağ’ın onca zaman içeride tutulmasına bir türlü akıl erdiremiyordum, sonunda anladım ki, Yanardağ’ı hapse götüren süreç tümüyle bu kitaptan kaynaklanıyor. Başımızdakiler, çeşitli kılıflar uydurup, çeşitli kılıklara bürünerek savundukları son 20 yıllık “karanlık” iktidar sürecinin, o kılıflar ve kılıklardan arındırılıp, çırılçıplak gözler önüne serilmesinden çok rahatsız oluyor, bu gerçeğin halk kitlelerine bu kadar açık anlatılmasını varlıklarına bir tehdit olarak görüyor ve çareyi Merdan Yanardağ’ı susturmakta arıyor.


O kadar ki, sözde hepimiz yıllardır bu ülkede ve olayların ta içinde yaşıyoruz ama kendi düşüncelerimizde bu kadar net bir analiz ortaya koyabildik mi? İtiraf edeyim ki, kendi adıma konuşacak olursam doğrusu ben bunu başaramamıştım. Merdan Yanardağ, Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durumu, yani AKP hegemonyası altında geçen son çeyrek yüzyılı olaylar bazında inceleyerek ortaya koyuyor.


“Şu sırada Gazze’de yaşanan katliama, insanlık ayıbına Arap dünyası, müslüman ülkeler neden yeterince tepki gösteremiyor?” Sorusuna bile, Gazze’deki katliamdan çok önce kaleme alınmış olmasına karşın bu kitapta bir yaklaşım bulmak mümkün:


“…Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada İslamcılar, Filistin halkıyla değil, Filistinli dincilerle dayanışma halindedir. İslamcılar, laik ve sola açık diye gördükleri Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) 60’lı ve 70’li yıllarda sürdürdüğü büyük mücadeleyi değil desteklemek, tam tersine hep ona karşı oldular… İslamcılar Filistin’le gerçek anlamda bir dayanışma içinde olmadılar…”


İsterseniz kitaptan kimi alıntılarla sizi Merdan Yanardağ’ın saptamalarıyla baş başa bırakayım, gerisi sizin kitabı okumanıza ve kendi yorumlarınıza  kalsın… 


“…Cumhuriyet İttifakı, modern tarihimizin en gerici ve faşist nitelikli oluşumudur.Tipik bir İslamo-faşist bloktur. En tehlikeli yanı iktidarı, kamu gücünü elinde tutmasıdır. Mevcut iktidar bloku, Cumhuriyet’ten geriye ne kaldıysa bütünüyle tasfiye ederek, düşük yoğunluklu da olsa şeriatçı-faşist bir rejim kurabilmek için 14 Mayıs seçimlerini son fırsat olarak görüyor…

…İslamcı iktidar, giderek siyasal ve felsefi bir iflasa dönüşen beceriksizliğini ve başarısızlıklarının faturasını -dış güçler- denilen neredeyse soyut ve mistik bir düşmanın üzerine yıkarak toplumsal tepkiyi savuşturmaya çalışıyor…

…Bir ABD projesi olarak kurulup iktidara taşınan AKP, her zaman olduğu gibi kendi niteliğini ve kusurunu karşısındakilere, rakiplerine yüklemeye çalışıyor…

…İslamcı hareket, hiçbir zaman insanlık için ortak, gelişkin ve demokratik bir gelecek projesi sunamadı… 21. Yüzyıl dünyasında utanç verici bir bozguna uğrayarak iflas etti… Bu zinciri kıran Türkiye gibi ülkeler ise hem emperyalizmin hem de küresel gericiliğin hedefi haline geldi…

…Türkiye dışında Ortaçağı aşan tek bir müslüman ülkenin bile olmaması nasıl açıklanabilir? İslam dünyasının neredeyse tek istisnası olan Cumhuriyet Türkiyesi ise uğradığı büyük ihanetin bedelini ödedi, ödüyor. Cumhuriyet devrimi kendi kurucu unsurlarının bir bölümünü ihanetine uğradı ve bütünüyle tarihten silinmenin eşiğine kadar geldi…

…Soğuk Savaş sonrasında emperyalist güç merkezlerinin müslüman dünyayı yenide yapılandırma, Batı ile uyumlu bir İslam anlayışını teşvik ederek, radikal İslamcılığın önünü kesme doktrininin gereği olarak Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) geliştirildi. Asıl amaç,Türk devrimini  bir model gibi izleyen, İslam dünyasının ulusal duyarlılıkları yüksek, laik ya da yarı laik rejimlerini yıkmaktı. Neo-Con (Yeni Muhafazakar) hareket tarafından geliştirilen Yeni Amerikan Yüzyılı Projesinin temelini bu yaklaşım oluşturuyordu. Hedef, ABD ve Batılı ortaklarının küresel hegemonya siyasetine direnebilecek ulusal devletleri etkisizleştirmekti. Böylece sadece Türkiyenin değil, Doğu’nun bütün birinci cumhuriyetlerini yıkma girişimi başlatılacaktı. Büyük Ortadoğu Projesinin ana hedefi buydu…

…AKP deyim uygunsa, milletin değerleri ile kavga halindedir eleştirdiği konuma düşmüş, milli olmayan tek büyük siyasal güç haline gelmiştir…

…Giderek derinleşen bir meşruiyet krizi yaşayan iktidar, kumpas, hile, siyasal sahtekarlık ve örtülü darbe ile başladığı rejimi değiştirme ısrarını sürdürüyor. İslamcı hareket, zaten 70 yıldır içi boşaltılmış olan Cumhuriyeti bütünüyle tasfiye demek ve dinci faşizan bir rejim kurmak için bütün şartları zorluyor… Modern Türkiye, yolun sonuna gelmiş durumda, ya gericiliğe bütünüyle teslim olacak, ya da tarihsel ilerleme kanalına dönecek. Türkiye yoluna böyle devam edemez…”


Tabii bu tablo karşısında insan Merdan Yanardağ gibi, “Nasıl oluyor da Cumhuriyetin bütün değerleriyle kavgalı, üstelik Maraş Depremiyle beceriksizlik, ayrımcılık, koordinasyonsuzluk ve büyük başarısızlığı” kanıtlanmış bir iktidar bunca yıl ayakta kalabiliyor?” Diye soruyor değil mi? Yanardağ’ın açıklaması şu:


“…AKP iktidarı sadece, servetten daha çok pay almaya çalıyan aç gözlü ve yağmacı yeni bir tacir sınıfı ile çeşitli yollarla oyunu aldığı ve her an bu tercihini değiştirebilecek seçmen çevresinin desteğine dayanıyor…”


Peki Yanardağ bütün bu saptamaların ardından geleceği, yani “sonumuzu” acaba nasıl görüyor?


“…Eğer toplumun ilerici güçleri gereğini yapmazsa, ülke daha uzun sürecek bir totaliter rejimin ardından felakete sürüklenecektir…


…Erdoğan-AKP iktidarının tarihsel ömrünü uzatacak tek şey, sağı ve soluyla muhalefetin, özellikle CHP’nin hataları ve beceriksizlikleri olacaktır…”


İşte Merdan Yanardağ’ın Türkiye’nin AKP yönetimindeki son çeyrek yüzyılını ve şu anda içinde bulunduğu durumu dile getiren kitabından kimi alıntılar böyle…


-Peki sen kitabı nasıl değerlendirdin?


Diye soruyorsanız, kitabın bence tek eksiği var diyorum, ülkeyi laik çizgisinden çıkarıp ümmete dönüştürme çabasındaki AKP-MHP ortaklığının bu yoldaki en önemli adımı olan milyonlarca Suriyeli-Afgan göçmeni sorgusuz sualsiz bu topraklara sürüklemesinden tek sözcükle bile bahsetmemiş olması…




(*) http://www.dildernegi.org.tr/TR,1098/emin-ozdemir-odulu-katilim-kosullari-2023.html

Perşembe, Mayıs 21, 2020

Pandoranın kutusundan çıkanlar…



“Pandora Papers” diye anılan belgeler ortalığa saçılınca ne çok tanıdık isme denk geldik değil mi? Sanmayın ki “vergi cennetlerine kaçış yolları” yeni keşfedildi,  uyanık işadamlarımız ve eşleri yıllardır bu yolları kullanıyor. Bizzat yaşadığım bir olayla bunu anlatayım:

Cumhuriyet gazetesinde ekonomi muhabiri olarak çalışıyordum, Ankara Temsilcimiz Cüneyt Arcayürek’in bizi bırakıp Süleyman Demirel’in danışmanlığına, Çankaya Köşküne geçmesinin ardından işler tatsızlaşmaya başlamıştı. Büro iyi yönetilmiyordu. O sırada Ufuk Güldemir’in teklifi üzerine Milliyet’e geçtim...

Üstünde çalıştığım bir haber tam da o günlere denk geldi. Halk Bankası, Demirbank ile yurtdışında, Rotterdam’da tek şubeli bir ortaklık kurmuştu. Bu şube üzerinden de 4 şirkete 20 milyon dolar tutarında kredi açılmıştı...

-Ne var ayol bunda? Deveyi hamuduyla götürenler varken...

Dediğinizi duyar gibiyim...

Öyle değil işte, bir dinleyin:

BİİR:Şirketler bilmem ne adalarında kurulmuş dandik şirketler...
İKİİİİ:Şirketlerin 20 milyon dolarlık krediyi geri ödeme kabiliyeti ve güvencesi yok, çünkü 1 Dolar (BİR DOLAR) sermaye ile kurulmuşlar...
ÜÜÇ: Şirketlerin sadece tabelası var, yani adı sanı belli olmayan, meçhul, bugünkü deyimle sanal varlıklar...

Neyse efendim, bu 20 milyon dolar DemirHalk Bank marifetiyle bu uyduruk şirketlere ödeniyor...

-Peki, sonra?

Sonrası daha da beter... Bu 20 milyon dolar, aynı gün içinde İstanbul’da yerleşik 4 şahsa gönderiliyor...

-Kimmiş peki bunlar?
-Yahu kim oldukları önemli değil... Asıl önemli olan...
-Asıl önemli olan ne yahu? Söyle, çatlatma insanı...
-Bu şahıslar vergi mükellefi bile değil...

Yani anlayacağınız, DemirHalk Bank marifetiyle açılan kredi ve sonrasında ne idüğü belirsiz şahıslara gönderilen bu para, anında deve oluyor...

Haberi oluştururken bütün yetkililerin kapısını aşındırıp sordum, ne mi dediler? Tıss yok... 

Ha, bu arada, haberi kaleme almadan, sevinç içinde annemi aradım:

-Anneciğim hani çocukluğumuzda bize söylediğin bir tekerleme vardı, manda dağa kaçıyor falan filan...
-Ha ha ha, hani sen bir türlü ezberleyememiştin...
-Evet evet o... O tekerlemeyi bir söylesene yine...

Annem söyledi, ben yazdım, habere ek küçük bir kutucukta da bu tekerlemeye yer verdim:

-Komşu!.. Komşu!...
-Hu!... Hu!.. .
-Oğlun geldi mi?
-Geldi...
-Ne getirdi?
-İncik... Boncuk...
-Kime?... Kime?
-Sana... Bana...
-Başka Kime!
-Kara Kediye...
-Kara Kedi Nerede?
-Ağaca çıktı... 
-Ağaç Nerede?
-Balta kesti...
-Balta Nerede?
-Suya düştü...
-Su Nerede?
-İnek İçti...
-inek Nerede?
-Dağa Kaçtı..
-Dağ Nerede?
-Yandı!... Bitti!... Kül Oldu ...

Haberi yayınlanmak üzere Milliyet gazetesinin çevrimiçi sistemine  gönderdim... Biraz sonra o sırada Milliyet Ankara Temsilcisi  olan Fikret Bila aradı:

-Nursun, bir saniye gelebilir misin?

Fikret’in odasına, bir alt kata indim:

-Nursun haber çok güzel, mükemmel bir atlatma... Tebrik ederim, Yalnız...
-Yalnız?
-Bizimkiler diyor ki... Acaba bu şirketler bize ait olabilir mi? Yani bu işin altından biz çıkar mıyız?

Dondum kaldım:

-Valla Fikret Bey, onu ben bilemem ki..

Neyse işte. Haber bir kaç gün bekletildi ve sonra Milliyet’in ekonomi sayfasına manşet yapıldı... Anlaşılan, bu şirketlerden herhangi birisinin Aydın Doğan’a ait olmadığından emin olunmuş ve haber kullanılmıştı...
(*)
-Sonra ne oldu peki?

Diye soruyorsunuz değil mi? Tabii ki işin peşini bırakmadım, araştırdım...  Kamu bankası olduğu ve kamu kaynakları zarara uğratıldığı için Halk bankası ile ilgili göstermelik bir inceleme başlatıldı falan filan... İnceleme tabii ki sonuçsuz kaldı, yani tekerlemedeki gibi dağ kül olup gitti...

Bir süre sonra o sırada Isparta milletvekili olan, (benim de çok saygı duyduğum eski bir maliye bürokratıdır) Aykon Doğan’la bu konuyu konuştuk, bana şöyle dedi:

-O vergi mükellefi bile olmayan şahıslar kimdi? DemirHalk Bank o 20 milyon doları kimlere gönderdi? Sorularına cevap arıyorsun ama ben sana şöyle söyleyeyim, o para büyük ihtimalle DYP’nin mahalli seçimlerde seçim kampanyası için kullanılmıştır...

İşin ilginç yanı, Aykon Doğan’ın da DYP milletvekili oluşuydu...

NOKTAAAA...

-Aaaa nasıl olur? Bu ülkede at izi gerçekten it izine mi karışmış?

Diye sormayın... Dağ yandı kül oldu... Başka ne söylememi bekliyorsunuz?

(*) 22.02.1996 Milliyet

  

Cuma, Kasım 22, 2019

Bir röportajdan





Gümüşhane’den bir gazetecilik bölümü öğrencisi benimle röportaj yapmak istedi, işte soruları ve benim cevaplarım:

1- Yaşamınızı biraz anlatır mısınız bize?

Ankara doğumluyum, yaşamım Ankarada geçti, evliyim, iki oğlum var, yetiştiler, iş hayatına atıldılar, çok yakın zamanda bir torunum da oldu. 
SBF Basın Yayın Yüksek Okulu, Radyo-TV bölümü mezunuyum. Meslek yaşamım Anadolu Ajansı ile başladıİç Haberler bölümünde stajyer muhabir olarak başladım, 2 yıl sonra gelen transfer teklifleri üzerine ayrıldım, Tercüman, Cumhuriyet, Milliyet, The New Anatolian gazeteleri ve NOKTA Dergisinde, muhabir, editör, istihbarat şefi ve Ankara Temsilcisi olarak çalıştım, son 10 yılım ise Kanal D Ankara Bürosunda muhabir, editör ve Haber Müdürü olarak geçti. 3 kitabım var, Hamam Böceği Sendromu!(Remzi Yayınevi)  Tansu Çillerin Siyaset Romanı (Ali Bilge ile ortak-Bilgi Yayınevi) ve Kurdish Problem... 
Mesleğe ara verip, devlette çalıştığım  bir kaç yıl da oldu. Maliye Bakanı olduğu sırada, rahmetli Adnan Kahvecinin ve Başbakan Yardımcısı olduğu yıllarda Tansu Çillerin danışmanlıklarını yapmıştım. Ben bu döneme doktora” gözüyle bakmışımdır. 
Ayrıca 6 yıl süreyle TRT Radyo 1de hafta sonları canlı yayınlara yorumcu olarakkatılmıştım. Halen Gazeteciler Cemiyetinde Yönetim Kurulu Üyesiyim. Sürekli basın kartı sahibiyim.

2-Neden gazetecilik mesleği seçmek istediniz ve seçtiğinizde ne gibi zorluklar ile karşılaştınız?

Gazetecilik benim okul yılları boyunca hep hayalimdi, bu yüzden çok isteyerek yüksek öğrenimini yaptım. İlk başta iş bulmakta zorlandım ama pes etmedim ve AAya girmeyi başardım... Bizim meslek, okulda bir altyapı kazandırıyor ama esas olan, işi yaparken tecrübe kazanmak ve kaynaklara ulaşmak, güvenilir gazeteci” kimliği oluşturabilmek. Türkiye gibi demokratik açıdan az gelişmiş, fikir ve ifade hürriyetinin baskı altında tutulduğülkelerde, aksi taktirde gazetecilik yapabilmek çok zor. Bence gazeteciliğin esası haberdir, haber yapabilmek için de kaynaklara ulaşabilmek gerekir. İşin zor kısmı bence buydu, ama zamanla kendimi kanıtladım, kaynaklar ve çevre  edindim, böylece habere ulaşmak kolaylaştı.

3-Hiç sansüre maruz kaldınız mı?

Tabii ki, çok başıma geldi... Cumhuriyet Gazetesinde ekonomi alanında çalıştığım yıllarda, dönemin Devlet Bakanı (Cavit Çağlar) ile ilgili önemli bir dosyaya ulaşmışüzerinde günlerce çalışmıştım. Çağlar, siyasi nüfuzunu kullanarak, Ziraat Bankasındaki borcunu uygun şartlarla erteletmeyi başarmıştı. Muhalif habercilik yapan Cumhuriyet Gazetesi açısından bu, çok prestij getirecek bir haberdi. Fakat o dönemdeki istihbarat şefimiz rahmetli Cüneyt Arcayürek, nedense haberi yayınlamayıp, bir kaç gün tutmak istedi. Ertesi gün haber, Hürriyet Gazetesinde patladı ve o dev gazeteci, Cüneyt Arcayürek hem benden özür diledi hem de Cavit Çağlar ile çok sert konuşarak, onu adeta azarladı. Belli ki bu durum Çağlar’ın ricası üzerine yaşanmıştı.
Milliyet Gazetesine başladığım yıllarda da önemli bir yolsuzluk dosyası ele geçirmiştim, Rotterdamda kurulu Demir-Halk Bank Şubesi, sadece 1 dolar sermayeli, naylon oldukları besbelli, uyduruk  şirketlere tam 20 milyon dolar tutarında kredi açmış ve bu para sonra geri alınamamış, buharlaşmıştı. Bunu haber yapmak istediğimde, Ankara Temsilcimiz Fikret Bila, Bizimkiler (Aydın Doğan ve ailesi kastediliyordu) -bu işin altında sakın biz olmayalım?- Diye endişe ediyor, haberi bu yüzden biraz bekleteceğiz” demişti ve haberim ancak bir kaç gün sonra (Sanırım Doğan Grubunun olayla ilgisi olmadığı anlaşılmıştı!) yayınlanabilmişti... Bunlar unutamadığım iki önemli örnektir...

4-Günümüz gazeteciliği ile sizin döneminizdeki gazetecilik arasında fark var mı ?

Çok fark var, şimdi dört dörtlük habercilik ne yazık ki yapılamıyor. Bunda siyasi atmosferin, kısıtlamaların ve ahbap-çavuş ilişkilerinin de büyük rolü var. Neyse ki,  saklanan haberler eninde sonunda sosyal medya aracılığı ile duyurulabiliyor da kamuoyu haberdar olabiliyor. Tabii dijital medyadaki çağ atlatan gelişmeler ve internet ortamının gelişimini de saymak gerekir.

5-Bir gazeteci, başarılı olmak için neler yapmalı?

Gazeteci başarılı olabilmek için güncel olayları sürekli takip etmeli, kaynaklarıyla ilişkisini daima diri ve dinamik tutmalıçok okumalı, sürekli araştırmalı ve hayatın içinde olmalıdır. Dolmuşta, markette duyulanlar, komşunuzun anlattıkları bile, zaman zaman önemli haberlerin altyapısını oluşturabilir.

6-Gazeteci size göre mektepli mi olmalı yoksa alaylı mı?

Bu, yıllardır bitmeyen bir tartışma... Okul tabii ki insana büyük bir altyapı ve sağlam bir bakış açısı kazandırıyor ancak yukarıda da anlatmıştım, meslek, aslında uygulanırken öğreniliyor ve geliştiriliyor. Ben hem mektepli hem de mektepli olmayan pek çok üstün başarılı gazeteci tanıyorum. Sanırım bu, biraz kişinin kendisini geliştirmesi, gazetecilik azmi ve ısrarı sayesinde olabiliyor.

7-Günümüzde artık her şey dijitalleşmiş durumda sizce bu durum gazeteciliği bitiriyor mu?

Hayır. İyi bir haber kağıtta da ekranda da her zaman iyi haberdir...

8-Gençlere gazetecilik hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu mesleği seçmek istiyorsanız, dayanıklı olmak zorundasınız. Her gün kendinizi yeniden yaratacaksınız, pek çok baskı göreceksiniz, haksızlığa uğrayacak, eleştirilecek ve iş güvencenizin hiç bir zaman sağlam olmadığını bileceksiniz. Ya da yalaka gazeteci olmayı seçip, salla başını al maaşını” yöntemiyle ömür tüketeceksiniz... Tercih sizin... Ama bizim mesleğimiz kişisel tatmin açısından en yukarıda sayılan meslekler arasındadır bunu da unutmamak gerekir. Çok seyahat edersiniz, keyifli yaşarsınız, insanlar sizden biraz çekinse bile hakkaniyetle çalıştığınız zaman, mükemmel dostlar edinirsiniz. Önemli bir haber elinize geçtiğinde, günün adamı olabilirsiniz, zaman zaman aksi olur, baskı görürsünüz ya da haberinizi yalanlatma çabasına girerler, asla pes etmek yok... Devam.

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...