Geçenlerde İzmir’deydim, Asansör’ü hep duyar, merak ederdim, bir sabah erken yürüyüşe çıktım. İzmir Kız Lisesinin önünden geçerken Ankara’daki lise yıllarım aklıma geldi, her şeye gülerdik, müdire hanımın sert söylemlerine bile! Yine gülerek yürüdüm, Dario Moreno’nun evinin önünden şarkısını mırıldanarak geçtim, deniz görünmese de martı çığlıklarını duyuyordum, sonunda “ yüzyıllık ” A sansör’e (*) ulaşıp yukarıya çıktım. . Kapılar açıldığında karşımda bulduğum manzara çarptı beni Hafif hafif serpiştiren yağmurda, aşağıdaki apartmanlar dizisinin ardında uzanan maviliği dakikalarca nefesimi tutarak izledim. Günün erken saatleriydi, “bir kahve olsa” dedim, arkadaki manzaralı restorana girdim, boştu, “ cam kenarı buldum” diye sevindim, hemen oturdum: Garson benim kahvemi getirirken, bir beyefendi içeri girdi, uçtaki masayı seçti, yavaş hareketlerle şapkasını, paltosunu çıkardı, atkısını katlayıp bir kenara koydu, gri takım elbisesi, bordo yeleği ve hafta...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.