ABD’ye ilk gidişim...
Washington DC’den başlayarak 1986 yılının Kasım ayı boyunca, ülkeyi boydan boya gezeceğiz, yetkililer, özel sektör, üniversite temsilcileri, gazetecilerle buluşacağız, Amerikan ekonomisinin işleyişini, son durumunu öğrenmeye çalışacağız. Amerikan Dışişleri Bakanlığı, “genç ekonomi gazetecileri için özel program” başlatmış, gazetem (*) beni gönderiyor. ABD’yi eyalet eyalet gezecek grupta, dünyanın heryerinden 10 genç gazeteci var.
Şu sıralarda “kitaplık temizliği” yapıyorum ya, o günlere ilişkin notlarımı, fotoğraflarımı buldum, ayıklıyorum ama detayları bir kenara bırakarak, bir unutulmaz “an”ı sizinle paylaşmak istiyorum.
Şimdi New-York’tayız... Ne çok dolaştık, Time Square’den tutalım da “İkiz Kuleler”in tepesinden kuşbakışı Manhattan’ı seyretmeye, ünlü 5. Caddedeki ultra lüks mağaza vitrinlerine bakıp, “eye-shopping”le yetinmeye, China Town’a, heryeri karış karış geziyoruz... Jazz Konserleri, Harlem, Ellis Adası, BM Genel Merkezi... Oooo, ne çok resim var önümde. Hayalimde o günlerde yaşananları birbiri ardına canlandırabiliyorum bunca yıl sonra bile... Ama en heyecanlı randevumuz yarın:
-Yarın ne var programda?
-Federal Reserve’ün(**)-Amerikan Merkez Bankası- bodrumuna ineceğiz
-Bodrumu mu? Ne göreceğiz orada?
-Evet, yarını bekle...
Manhattan’ın göbeğindeki binaya sabah erken saatlerde ulaşıyoruz, gruptaki gazetecilerden kimileri uyanamamış, kimi programla ilgilenmemiş, Federal Reserve’ün önünde bekleyen sadece üç gazeteciyiz, binaya girerken x-ray’dan geçiriliyoruz, el çantalarımızı, fotoğraf makinelerimizi rehin alıp kasalara kilitliyorlar, bizi bodruma indirecek rehberimiz geliyor, birer rozet yapıştırıyor yakalarımıza, asansöre biniyoruz.
Sanki uzun sürüyor, hatta dakikalar alıyor bodruma inişimiz, belki de 1924 yılında yapılan tarihi binanın asansörleri de o yılın “aheste yaşam izleri”ni taşıyor... Sonunda durduk, asansörden çıkıyoruz, görevliyle birlikte upuzun koridorlar boyunca yürüyoruz, önümüzde açılan özel düzenekli ağır kapılar ardımızdan kapanıyor ve...
-Aman tanrım bu gerçek mi?
Diye çığlık atmak istiyorum... Çünkü önümüze açılan manzaraya inanamıyorum...
Yarım futbol sahası büyüklüğünde bir alan boyunca, yerden tavana uzanan, “külçe külçe altınla dolu odacıklar”, demir kafesli kapılardan içlerini görüyoruz. Kimilerinde ülke ismi var, rehberimiz “İran” yazılı odacığın önünde durduruyor bizi:
-Bakın bunlar İran devletine ait altınlar. Ancak şu sırada İran’a ambargo uyguladığımız için İran makamlarının bu altınlar üzerinde tasarruf yetkisi yok.
O sırada iki görevli önümüzden altınlarla yüklü bir el arabasını ağır ağır sürerek geçiriyor:
-A, adamların ayakkabıları da özel galiba?
-E, tabii, düşünsenize o külçelerden birinin düştüğünü, ayak anında kırılır. Bir külçe altın, tam 12.7 kilogram. O yüzden buraya girdiklerinde darbeye dayanıklı, sert metal kaplamalı özel ayakkabılar kullanırlar.
Tabii ki Türkiye’nin altınları da oradaki odacıklardan birinde muhafaza ediliyordu.
Hatta bir tarihte eski Merkez Bankası Başkanı Cafer Tayyar Sadıklar’la bu konuyu görüşmüştük de, yanlış hatırlamıyorsam Menderes Hükümeti döneminde altınların Türkiye’ye getirilmesinin düşünüldüğünü ancak bu işlemin “sigorta sorunu” yüzünden gerçekleştirilemediğini anlatmıştı...
-Türkiye’nin tonlarca altınının yüklendiği uçağın veya geminin Atlantik Okyanusunda kazaya uğrayıp batma olasılığı mı düşünülüp vazgeçilmişti acaba?
-Valla hayal bile edemiyorum öyle bir olasılığı... Tüylerim ürperiyor.
Yanılmıyorsam son yıllarda bu altın varlığı (bazı kaynaklara göre 220 ton) memlekete geri getirildi.
-E, onca yıl sonra nasıl getirildi altınlar?
-Valla o konuda pek çok söylenti, bilgi, haber var. Bunlara bakılabilir tabii (***)
-Peki o altınlar şimdi Merkez Bankasının uhdesinde mi, Varlık Fonuna mı devredilmiş? (****)
-Aman dur, ağzını hayıra aç... Altınlarımızı da şimdi Katar’a filan pazarlamaya kalkarlar da...
Ne yazık ki, “o güne dair” tek bir fotoğraf karesi bile yok elimde... Başta da söylemiştim, bizi Federal Reserve’e alırken üstümüzdeki her şeyi, çantaları, not defterlerini, fotoğraf makinelerini emanete alıp kilitlediler. Bize verilen broşürün üstünde ise bir tek siyah beyaz fotoğraf vardı.
-Hem canım, fotoğraf varsın olmasın, ben tonlarca altını -al gözüm seyreyle- diyerek görmüşüm bir kere, artık gam yemem...
İşte böyle...
O unutulmaz bodrum katında, bize “rüyada mıydık?” Dedirten ziyaretimiz 1 saat sonra sonuçlandı ve Amerikalı yetkiliyle onca kapıdan koridordan geçip yeniden asansöre bindik. Ben soracak oldum:
-Ama burasının güvenliği nasıl sağlanabiliyor? Hiç mi soygun şüphesi duyulmaz?
Adam şöyle bir baktı bana ve yüzündeki “ne biçim soru” der gibi bir küçümseme ifadesiyle sustu.
Adamla aramızda geçen bu olay tekrar ne zaman aklıma geldi biliyor musunuz?
11 Eylül 2001’de, İkiz Kuleler felaketi yaşanırken...
Binlerce insanın öldüğü böyle bir saldırı ABD gibi bir süper gücün “hem de tam kalbinde” nasıl yaşanabildi?
Bu soruya hala cevap bulunamadı bence...Komplo teorileri acaba doğru olabilir mi? diye de zaman zaman aklıma gelmiyor değil vallahi...
(*) Tercüman
(**) https://www.newyorkfed.org/aboutthefed/goldvault.html
(***) https://www.aydinlik.com.tr/yurtdisindaki-altinlar-turkiye-ye-getirildi-ekonomi-mart-2019
(****) https://www.mahfiegilmez.com/2019/01/merkez-bankasnn-altnlar-konusundaki.html?m=1