Bu Blogda Ara

Fevzi Yalım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fevzi Yalım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Ocak 12, 2024

Mustafa Kemal’in SÖYLEV’i

 



Değerli dostlar, hepinize günaydın… 


Bu sabah sizlerle, minnet duygularımı paylaşmak, Türkiye’nin önemli devrimlerinden birini yaratmada emeği geçenleri saygıyla anmak istiyorum. Dil Devriminden sözediyorum. 


Tutkunu olduğum Halide Edib ile ilgili olarak son günlerde bir çalışma yürütüyordum, o yüzden sık sık Mustafa Kemal’in ‘SÖYLEV’ine başvurmam gerekiyordu. Bu amaçla ağabeyim Mehmet Alev’den yardım istedim, kendisi Atatatürk Lisesinin,
“ilk üçe girerek mezunu olan” başarılı öğrencilerdendi, söylev bu nedenle ona armağan edilmişti, ondan rica ederek değerli kitapları ödünç aldım. 

İki ciltlik Söylev’i sevinçle alıp eve getirdim. Masamda incelediğim sırada, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına dair çok önemli kayıtları, büyük ATA’nın anlatımıyla içeren eserin, epeyce hassas ve yıpranmış durumdaki sayfalarını açmaya kıyamıyordum. 


Derken, büyük bir sürprizle karşılaştım… Çünkü baştaki düşüncem şuydu:


-Atatürk’ün TBMM tutanaklarına geçmiş kimi konuşmalarını okuduğum sıralardaki gibi ya Söylev’i okurken de dediklerini anlayamaz, Osmanlıca tercümeye başvurmak zorunda kalırsam?


Oysa ilk sayfalardan itibaren Söylev’in bu baskılarında pırıl pırıl bir Türkçe çıktı karşıma…


Çünkü bizdeki Söylev, Türk Dil Kurumu yayını olarak 1965 yılında basılmış, elimdeki ciltler ikinci baskısı, ancak bu Söylev’in çok önemli bir özelliği var, ön sayfasındaki ibare bunu açıklıyor:


“-Bugünkü dile çevrilmesinde çalışanlar:


Dr. Mehmet TUĞRUL

Salah BİRSEL

Cahit ÖZTELLİ


NOT: Kitabın ikinci cildinde Hamdi OLCAY çalışmalara katıldığı gibi, M. Sunullah  ARISOY da birinci cilt çalışmalarında çok kısa bir süre bulunmuştur…”


Bu değerli insanları sonsuz  minnet ve rahmet dilekleriyle anıyorum. Onlar olmasa benim bu hazine saydığım tutanakları eski deyimle “bi-hakkın” (hakkını vererek)  okuyup anlayabilmem mümkün olamayacaktı. 


 Söylev’i okurken tek sıkıntım yalnızca bir sözcük üzerinde oldu, sayfalar ilerledikçe sık sık karşıma çıkan “andırı” sözcüğüne çaresizlik içinde takılıp kaldım, TDK sözcüklerinde mantıklı bir karşılık bulamadım, değerli kitap dostum Fevzi Bey’e (Yalım)  telefon ettim, onun yanıtı şöyle oldu:


“Nursun hanım, 

telefonu kapattıktan sonra biraz düşündüm. Bu sözcüğün ‘anmak’ kökünden geldiğine kanaat getirince, aklıma İngilizce ‘memorandum’ sözcüğü takıldı. Nitekim bu sözcüğün karşılığının da ‘muhtıra’ olması gerekiyordu. Redhouse sözlüğü beni doğruladı. Bu arada ekte kapak ve sayfa fotoğraflarını koyduğum 1938 basımı NUTUK’u da bulunca, düşündüğümün doğru çıktığına sevindim. Elaltı sözlüklerimden TDK 1992 basımı ( Milliyet Gzt. Armağanı) Türkçe  Sözlük’te de dediğiniz gibi böyle bir sözcük yok.”


Üstelik çok değerli Fevzi üstat bununla da

kalmamış, Söylev’in 1927 yılı baskısından alıntıları da benimle paylaşmıştı. Kendisine titiz çabası ve çok değerli katkısı için sayısız teşekkür ediyorum ve yaşama kayıt düşmek adına yazışmamızdan alıntıları buraya aktarıyorum. 

Şimdi sorayım sizlere…


Büyük Atatürk, ya  Türk Dil Kurumunu kurmamış olsaydı? (*) Benmerkezci hareket edip kendisinin konuşmalarının yeni dile çevrilmesine izin vermeseydi ne yapacaktık?


Körler ve sağırlar gibi birbirimizi mi ağırlayacaktık?


(*) https://tdk.gov.tr/tdk/kurumsal/tarihce-2/

(**) https://www.atam.gov.tr/wp-content/uploads/S%C3%96YLEV-ORJ%C4%B0NAL.pdf

Pazar, Aralık 03, 2023

Biraz terbiye lütfen…



Öğleden sonra hava soğuk olsa da  güneş pırıl pırıldı, yokuşu tırmanırken Fevzi Beye rastladım, bana cebinden pamuklu kumaştan mendilini çıkarıp gösterdi, güldük biraz, Füruzan’ın son kitabı, “Akim Sevgilim”i (*) konuşacağımız restorana girip köşede hazırlanan masamıza geçtik. 


Erendiz Atasü geldi, hal hatır sorarken, yanımızdaki masaya bir grup “siyahi erkek” oturdu… Tuhaf bir İngilizceyle tarla-tapa, emlak işlerinden söz etmeye başladılar. Akşam üstü gelip, koca bir masa işgal ettikleri “içkili restoranda” 8-9 adamın sadece “tatlı” ile “ayran” istemeleri tuhafımıza gitti, yüksek sesle konuşmalarına da kızdık, garsona söyleyip, yer değiştirdik…



Yeni masamızda mutluyduk, peynir tabağıyla içkilerimizi ısmarlamıştık ki, yanımızdaki masaya bir grup genç kadın, anaokulu-ilkokul çağındaki çocukları ve eşleriyle gelip oturdu, tabii çocuklar bir kaç dakika sakin kalıp, hemen ayağa fırladılar, bağırış-çağırış içinde koşturuyorlar… 


Oysa bir kaç metre ötede çocuklar için oyun salonu var, görüntüsü de tam kadınların oturduğu masaya yansıtılıyor ama çocuklar oralı değil, masalar arasında neşeli haykırışlarla koşturuyor…


Erendiz Hanımla Demet Hanım dayanamayıp seslendi:


-Çocukları biraz sustursanız…


Kadınlardan biri hemen ayağa fırlayıp saygısızca diklendi:


-Adı üstünde çocuk…


İyi de burası çocuk bahçesi mi? 


Garsonlara rica ettik, “çocuklar oyun odasında oynasalar” Diyecek olduk, kadınlar ters ters bakmakla yetindi. Bir ara gürültü o kadar arttı ki, diğer masada oturan yabancı hanım kalktı gitti, biz birbirimizi duyamıyoruz… 


Dayanamadım, ortalığı çınlatan bir ıslık çaldım… Sessizlik… 


Bir genç adam çocukları alıp oyun salonuna götürdü de, biz sohbetimizi sürdürebildik…



Demet Hanım şıktı ama bir o kadar da suskun, Erendiz Hanım sordu:


-Demet sıkıntılı gibisin? Neden sessizsin?


Demet Hanım, “şu eve kapanıp kalmak var ya… Evet, bunun için çok sıkıntılıyım” dedi, bir yudum bile almadığı rakı bardağıyla oynuyordu.


Füruzan 90 yaşına gelmiş, hem de hiçbirimize duyurmadan… 


Ben onu “Benim Sinemalarım”la sevmiştim, o yüzden hep o genç, sarışın kadın olarak kaldı aklımda, oysa Erendiz Hanım “Akim Sevgilim”deki sessiz diyaloglardaki hatayı anımsatınca üzerinde konuştuk:


-Füruzan’ı sık kullanmadığı bilinç akışı tekniği tuzağa mı düşürmüştü? 

-Öyküdeki kişiler bir ara o yüzden mi karışmıştı? 

-Editör bu konuda Füruzan’a uyarı yapamaz mıydı?

-Acaba yazarlar  bu türden hatalara yol vermemek için  günün birinde “yazmasam mı artık?” Deyip köşeye çekilebilir miydi?


Fevzi Bey “iç konuşmalar bir yana, Füruzan neden erotizme özenmiş?” Deyince,  hangi paragrafları kastetti diye düşündüm:


“…Eniştem ve hepimizin babası Fatin Beyefendi -tut bakalım, yala bakalım- dediğinde,-Ah mecburum- diye inlediğinizi duymayacağım… 

…Sonra Teyzeciğim sen eniştem uyuyunca, emaye tasa kusuyorsun…

...Peki teyzeciğim, Küçük Teyzem Keriman, Bahçıvan Akim’le kış bahçesinde birbirlerine sarılıp nasıl öyle güzel oluyorlardı? Küçük Teyzem hiç kusmuyordu…

…Günler ne uzun. Sevdiğim biriciğim Akim gideli senesi oldu, şimdi şuradan uçup ecnebi göklerine karıştığı yer nasıldır bilir miyim? Çocuğumuz olan dutu kestiriyorsun. Benim kanamalarım başladı ablacığım. Ciğerlerimden kanıyorum, hem de her ay başı değil. Bana göre olan erkeği sen mi seçecektin? Grande Salle’de piyano çalma saatlerinde hep erkeklerle kadınları düşünürdüm. Onların bacak aralarında benimki gibi her gece sessizlikte uzanıp duran, çoğalan kıllarıyla cinsel şeyleri varsa peki nasıl ciddi olabiliyorlardı öyle?…

…Akim beni sevişmekten utandırmadan sevmeye alıştırdı…”


Oysa görüşler farklıydı, ben de  Küçük Teyze’nin Bahçıvan Akim’e olan aşkını “şiir gibi” anlattığını düşünmüştüm şu isyanıyla:


“…Ben Üsküdar’daki Nasuhi Tekkesine gideceğim. Bir Çile Odası isteyeceğim onlardan…Ya bunca sevdayı içime doldurmasaydı Allah ya bunca zayıflığı! İçimde közler yanıyor, çilem bittiğinde bir kumru olup şadırvanlara doğru uçacağım, Akim ile Allah sevgisi karışacak…”


O kadar hoştu ki akşamımız, masadaki herkesin gözleri pırıltılı, bakışları sevecendi.


Garsonlar içkilerimizi tazelerken, sohbetimize dikkat kesiliyordu, dudaklardan dökülenler öylesine değerliydi ki…


Okuduğumuz kitaplar bizi nasıl böyle birbirimize bağlamıştı? Böyle bir sohbet diyelim ki, dünyanın en şatafatlı masasında (Demet hanımınkinden bile!) duyulmuş görülmüş müydü?


Keşke Biray’a sarılsaydım… Keşke, ama saçma bulurdu belki, gözlerine baktım da kadehi gibi buğuluydu, acılar yaşanırken ateş düştüğü yeri yakıyordu, belliydi.


Ünal Bey alçak sesle konuşuyordu, duyamadım, tekrar sormaya çekindim, “Trust the Tale, Not the Teller” kimin sözüydü?


-Bir ara nereden aklımıza geldi Cemal Mıhçıoğlu


Yıllar olmadı mı hoca dünyamızdan göçeli? Sınavlarda bizi “yoksa geçirmem” diye  kullanmaya zorladığı sözcükler, “uzgöreç-televizyon, uzsesleç-telefon” bunca yıldır tutmadı ki…


Ama Barış’ın Cemal Hoca’dan İcra-İflas Hukuku ile ilgili aktardığı yeni sözcüklere çok güldük ve beğendik… Hakkını teslim etmek gerekirdi  hocanın, iflas için “Topatım” icra için “Yürütüm” sözcükleri cuk oturmamış mı sizce de?


Hoca yaşasaydı  Yılmaz Özdil’in kitap kapağı yaptığı “Gaslight” sözcüğü için acaba ne derdi?” Diye düşündük ama bir karşılık bulamadık.


Saatler yine su gibi aktı, vedalaştık… 


Biray’a yine sarılmak istedim, çekindim yapamadım, yalnız gidecekti onca yolu…Hava buz gibiydi.


(*) Akim Sevgilim-Füruzan- Yapı Kredi Yayınları


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...