Gündemin, koşulların, cezaların “birilerinin talimatıyla” her an değiştiği bir ülkede gazetecilik nasıl bir iştir? Eğer gazeteci şeffaflık şurada dursun, bulanık sularda başını güçlükle yukarda tutup, nefes alma, imkansızı başarma çabasındaysa, sürekli yıkılan sayfalara hep yeni manşeti taşıma mücadelesindeyse “Sysiphos da kimmiş? ” (*) deyip isyan etmez mi? -E, ülkedeki hal bu… -Durum buysa, gazeteciliğin uluslararası tanımlamalarına, etik tartışmalarına nasıl yaklaşacağız? Bu küçük sohbetle sizi karamsarlığa boğmak istemem doğrusu, ama bu duygularla bir teselli arıyordum ve elimdeki kitapla bunu bir ölçüde başardım, sizi de ortak etmek istiyorum. Kitap, “İnsan Hakları Işığında Gazetecini İşi” başlığını taşıyor, felsefenin ustası Ioanna Kuçuradi’ nin öğrencilerinden Elif Hamidi ’nin imzasıyla yayınlandı, aslında bir yüksek lisans tezinin kitaba dönüşmüş hali. İlk sayfasındaki şu cümleye bakar mısınız? - Otuzbeş yaşımı doldurmuşken, yani yolun tam yarısına gelm...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.