Bir zamanlar Almanya’nın kendi isteği ile ve seçerek aldığı Türk işçilerden ne kadar şikayetçi olduğunun yakın tanığıyız değil mi? Yok efendim, Alman toplumuna uyum sağlayamamışlar da, Kreuzberg’e filan kısılıp kalmışlar da, çocuklarını eğitmiyorlarmış da, tarikatlara esir olmuşlar da... Uzun yıllar bu öyküleri dinledik Almanlardan, hatta bir temsilcinin Milli Eğitim Bakanlığındaki toplantıda “Türk kadınları çok kötü giyiniyor, ya çarşaflılar, ya özensiz. O yüzden çocukları da Almanya’ya adapte olamıyor” diye konuştuğuna bile tanık olmuşluğumuz var. Hatta bir dönem, Türk işçilerin ülkelerine geri dönmesini teşvik için ek ikramiye öngören bir yasa taslağı bile hazırlamışlardı. O günlerde Alman Çalışma Bakanıyla konuşmuştum da, “Taslak hazırladık ama işçilerin yerinde ben de olsam, ben de dönmezdim Türkiye’ye” deyivermişti.
-E, şimdi?
Şimdi Türkiye’deki konuk Suriyeliler sorununa nasıl bakıyorlar acaba? İğneyi kendilerine batıramadılar ama bizdeki çuvaldızı gören yok. Bir tek Almanya değil, refah içinde yüzen tüm Avrupalılar, Türkiye’deki “düzensiz göçmenler” sorununa -aman benden uzak olsun da ne olursa olsun- gözüyle bakıyor...
Bize deniliyor ki, “kardeşim sen al bu 5 milyon insanı, misafir et, ya da ne yaparsan yap, yeter ki bize gönderme.”
Peki misafirlik 10 yıldan fazla sürer mi? Sürerse ev sahibinin sabrı taşmaz mı?
Gazeteciler Cemiyetinin dün düzenlediği Güney ve Doğu İlleri durum değerlendirme toplantısındaydık. Bu illerden pek çok gazetecinin katıldığı toplantıda konuşmacılar bölgedeki durumu anlattılar.
Güvenlik, eğitim, sosyal ilişkiler, sağlık ve istihdam açısından 5 milyon Suriyeli’nin bölgedeki varlığının çok büyük sorun yarattığı bir gerçek. O kadar ki, son 10 yılda aniden sökün ediveren bu “düzensiz göçmenler” (bizim hükümetin icat ettiği bir tanımlama!) pek çok ildeki nüfusla sayısal olarak neredeyse “başa baş” duruma gelmiş.
-Türkiye’de her gün 270 Suriyeli bebek doğduğunu biliyor musunuz? 10 yılda doğan bebek sayısının 650 bine ulaştığını? Suriyelilerin nüfus artışı bakımından Türkiye’yi 2’ye katladığını?
-Suriyeli çocukların sadece 770 bininin okullarımızda öğrenci olmalarına karşın 500 bininin okumadığını?
-Sadece 55 bin Suriyelilerin kurulan kamplarda bulunduğunu, kalanların yüzde 98’inin istedikleri kentler ve kasabalara yerleşerek yaşadığını? “Esad giderse memlekete döneceğiz” diyen Suriyelilerden hiçbirinin son referandumda Suriye’ye gidip oy kullanmadığını?
-Sorunun Suriyelilerden ibaret olmadığını, yol geçen hanına dönen İran sınırından da her gün akın akın Afganistan’dan şuradan buradan mülteci geldiğini, sayıların yılda 400 bini aştığını biliyor musunuz?
“Sen insani değerleri yok mu sayıyorsun?” Diye sormayın bana... Ekonomik buhran kıskacında, işsizlik çaresizliğinde kıvranan ülkemizin “enayiliği” pardon, “misafirperverliği” şurada dursun, refah içinde yaşayan AB ülkeleri, neden acaba yılda sadece 20 bin mülteci alıyor? Kanada hem sayıyı sınırlıyor hem de mültecilerde nitelik arıyor? Ya ABD? Neden durdurdular mülteci akınını?
Bakın kimse bana “insan hakları” filan gibi ilkelerden dem vurmasın.
Bir kere biz basın olarak resmi verilere bile ulaşamaz durumdayız, çünkü AKP hükümeti bunların yayınlanmasını istemiyor. Türkiye’deki “misafirler”in niteliklerini bile bilmiyoruz çünkü bunun araştırılmasına da izin verilmiyor. Bugüne kadar 125 ben Suriyeli TC vatandaşlığı almış bunun hangi kıstaslara dayandığı bile bilinmiyor.
-Öyle deme yahu, Suriye’den 4 bin doktor gelmiş son dönemde...
-Acaba bu doktorların kaçı kalmış Türkiye’de? Hepsi başka ülkelere gitmiş olmasınlar?
Ha, bir de şunu duydum, bir yaşıma daha girdim. Güneydoğu illerimizde işyeri açmak için gereken “kalfalık belgesi”nin bazı yabancı misafirlere 4-5 bin liralık “küçük bir hediye karşılığında verildiğini” söylesem ne dersiniz?
Yani işin özeti şu, Şanlıurfa’da, Kilis’te, Gaziantep’te, Kahramanmaraş’ta, Antakya’da kıyametler kopuyor ama ne hikmetse bu durum basına yansımıyor. Basına yansımadığı gibi oy sandığına da yansımıyor ki, AKP bu illerde hala seçim kazanabiliyor.
Aaaa, kimsenin günahınını almayalım, bir de şu var, bu konularda yayın yapan bir yerel gazetenin 60 gün süreyle yayınına son verildiğini de anımsatalım.
Neyse ki sevindirici haberler de yok değilmiş, onu da duyduk, mutlu olduk.
Gaziantep’te Suriyeli meslektaşlarımız 2 dernek, 1 televizyon kurmuşlar 85 çalışanları varmış, 9 gazete ve 8-10 radyo da Suriyelilere dönük yayın yapıyormuş. Ne mutlu...
Toplantının konuk konuşmacısı, UNESCO Milli Komite Üyesi Prof. Dr. Murat Erdoğan’ı dinlerken, “Bu gidişle sonumuz ne olacak?” Diye düşündüm durdum, o ise “gerçekçi olalım” diyerek şu tavsiyede bulundu:
“Suriyeliler bir gün gidecek diye düşünmek hayaldir. Yüzde 98’inin kalıcı olduğunu kabul ederek politikalarımızı buna göre yapsak iyi olur”
Eh, o zaman hadi, kardeş kardeş yaşayalım...