Bu Blogda Ara

Recep Tayyip Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Recep Tayyip Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Aralık 14, 2023

Mehmet Yazar ile sohbet




Mehmet Yazar ile daldan dala sohbetteydik dün. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin efsanevi Başkanıydı, ekonomik durum ve yapılması gerekenler ondan soruluyordu…12 Eylül sonrasının “ezip geçen” ortamında paşalara da, ekonominin “tek adamı” Turgut Özal’a korkmadan, çekinmeden, pabuç bırakmadan doğruları söyleyen isimdi. 





Anlattıklarıyla, yorumlarıyla, geleceğe dair düşünceleriyle aydınlandım, umutlarım yeşerdi.


Siyasi atmosfere, son çeyrek yüzyılda yaşananlara ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetim tarzına dair konuşmalarımız bende kalsın… 


Sadece küçük bir not paylaşayım…


Odalar Birliği Başkanı olduğu dönemde Yazar’la sohbet ederken “yeni evliydim,” sormuştu:


-Nursun evlilik nasıl gidiyor?

-İyi efendim, mutluyuz


Bunun üzerine gülerek eklemişti:


-Evlilik uzun ince bir yoldur, ilk baştaki sevinçleri de üzüntüleri de fazla ciddiye almamak gerekir…


Eh, aradan yıllar geçti tabii, dün eşimin çocuklarımın nasıl olduğunu sorunca, “iyiyiz hepimiz” diyerek o sözlerini anımsattım, dedi ki:


-Bak şimdi sana evliliğe dair asıl düşüncemi söyleyeyim, Evlilik Erciyes Dağına çıplak ayakla tırmanmak kadar zor bir iştir… Siz kadınlar yüce varlıklarsınız, aslında yaşam sizlerin omzunda devam ediyor…



Mehmet Yazar ve eşi, sevgili kızları Sema’yı “ömrünün baharında” yitirmişti, onun anısına kurdukları Sema Yazar Gençlik Vakfı’ndaki görüşmemizden ayrılırken, Kübra Hanımla da selamlaştım, yıllar onu neredeyse hiç değiştirmemişti, sevindim,  o kadar çok anı canlandı ki aklımda, Kayseri’ye, Elazığ’a Anadolu’nun neredeyse her yerine gidiş gelişlerimiz gözümün önünden geçti.  


Yolda yürürken, Yazar’ın, “Evlilik Erciyes Dağına çıplak ayakla tırmanmak” sözlerini kafamda tartıyordum, bu kez “bekarlık günlerime dair” bir anektod geldi gözümün önüne… Onu da anımsatayım, siz karar verin artık, “Erciyes Dağına tırmanmak mı? Yoksa hesap makinesiyle geçen yılları saymak mı?”


 



12 Eylül Harekatı sonrasında feshedilmiş hükümetin eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile konuşuyoruz. Bir ara soruyor:


-Evli misiniz Nursun Hanım?

-Hayır efendim, henüz değil ama yakında evleneceğim.


Hemen nişanlımla yaş farkımızı soruyor ve diyor ki:


-Bakın küçük hanım, erkekle kadın arasındaki yaş farkı ideal evlilikte 7 olarak hesaplanır. Ama benim buna küçük bir ilavem olacak. O da şu... Erkekle kadın arasındaki ideal yaş farkı, erkeğin yaşının yarısına 7 ilavesiyle bulunur. 


Şöyle bir düşünüyorum, “Eh, bizim Feyzan’la yaş farkımız gayet uygun...” gülümsüyorum. Çağlayangil, “Çok memnun oldum, demek ki birbirinize  uygun bir çiftsiniz. Şimdiden tebrik ederim. “ diyor ve bıyık altından gülerek devam ediyor:


-Yalnız bu hesabı ileriki yıllarda da yapmak lazım... Ne de olsa hayat durağan değil, sürekli değişiyor.


Evden ayrıldıktan sonra gidip bandı deşifre edip haberimi yazıyorum ama bir yandan da aklımı, Çağlayangil’in “evlilikte yaş formülü” kurcalıyor, bunu Feyzan’a anlattığımda baktım gülüyor. Sonra ben de kafamda bir hesap yaptım ki, yaş olayı yıllar geçtikçe nedense (!) hep kadının aleyhine dönüyor... İşte buyurun, bu formüle göre bir kaç hesap:


Erkek 20 ise 20/2=10 artı 7 Kadın 17 olmalı.

Erkek 30 ise 30/2=15 artı 7 Kadın 22 olmalı.

Erkek 50 ise 50/2=25 artı 7 Kadın 32 olmalı.

Erkek 80 ise 80/2=40 artı 7 Kadın 47 olmalı.


Aaaaaa, bu nasıl hesap yahu? Buna göre erkek her 10 yılda bir karısını bırakıp genç bir kadın bulacak... 


-İtiraz ediyorummmmmm.




https://bennursunerel.blogspot.com/2020/11/evlilikte-ideal-yas-farki.html

Pazar, Aralık 20, 2020

NOKTA... Aşk skandalı haber midir değil midir?



Ümit Zileli yönetimindeki NOKTA Dergisinin Ankara Bürosu bir dönem bize emanet edilmişti. Serhat Hürkan’la birlikte, mütevazı bütçeyle Farabi Sokak’ta kiraladığımız büroda, badana boya işlerini, iletişim altyapısını, bilgisayar-masa konusunu kısa sürede tamamlayıp kadroyu oluşturduk, Mustafa Pekcan, Neşe Sarıdoğan, Elif Kocabeyoğlu ve  Gülşah Balbay ile keyifli bir çalışma süreci geçirdik. Hepi topu 6 kişiden oluşan ekibimizle  siyasi haber, röportaj,  araştırma dosyası ve hatta Ankara Kedisi adını verdiğimiz renkli sayfadaki kulislerle, bilinmeyen pek çok olayı gündeme taşıdık.


Ne yazık ki, o ekipten iki kişi, Serhat Hürkan ve Mustafa Pekcan artık aramızda değil.  


Ekibimizde herkes “paralel düşünüp, aynı dili konuşarak”  ve büyük hevesle kendini işine adamıştı, ne yazık ki sonradan değişen üst yönetimle anlaşamadık ve NOKTA serüvenini hep birlikte “noktaladık.” 


Malum, kütüphane temizliğindeyim, o günlerden kalan dergiler elime geçti, şöyle bir karıştırdım da, meğer neler neler yaşanmış.


Emin Çölaşan bir ara Hürriyet’te Ertuğrul Özkök tarafından kışın ortasında,  zorunlu izne çıkarılmıştı, kamuoyunda tartışılan bu durum için röportaja gitmiştim Hürriyet’e, biz konuşurken rahmetli Bekir Coşkun birden teras camını açıp gülerek seslendi:


-Bu balkon benden sorulur... Siz benden habersiz nasıl öyle sohbet edip, üstüne üstlük kahkaha filan atarsınız bakayım? Haydi gelin içeri, size çay kahve ısmarlayayım. 





Resmin altındaki imza, çok sevdiğimiz foto muhabirimiz Mustafa Pekcan’a  ait. Onu  ne yazık ki, Irak’ta bir serseri kurşun gelip buldu ve tüm çabalara rağmen tedavi sürecinde yitirdik.


Gecenin bir saatinde dergileri karıştırırken “güleriz ağlanacak halimize” dedirten bir başka haber karşıma çıktı. O sırada Devlet Tiyatrosu Genel Müdür Yardımcısı olan Tamer Levent’le Trabzon Valisi arasında yaşananlar... İyi ki detayları kayda geçirmişiz. Tamer Levent, birlikte Atatürk heykeline çelenk koyacakları tören için Valiye yaklaşırken, Vali beklenmedik bir hareketle Levent’e arkasından  bir tekme savuruyor, bununla da yetinmeyip, Genel Müdür Yardımcısına, “ellerini cebinden çıkar” diye haykırıyor. İş bununla da bitmiyor, akşam saatlerinde Levent’in kaldığı otele gelen polisler, “sizi alkol muayenesine götüreceğiz” diye tutturuyorlar.  Böyle bir olayın yaşanmış olduğuna inanmak bile zor ama doğru.(***)


Bir başka olay, gazeteci Nuri Sefa Erdem’le ilgili. Karabük’te gecenin bir yarısında Huzurevini ziyaret eden Başbakan Tayyip Erdoğan’a “yaşlıların o saatte uyandırılıp karşılamaya getirilmesiyle ilgili” soru sormak istiyor, cevap beklerken azar işitiyor:


-Ağzın leş gibi alkol kokuyor... (****)


E, işte, pandemi sürdecinde hafta sonu yasakları sırasında marketlerde içki satışına engel konulması meğer ta o günlere dayanıyormuş. AKP, “kimsenin yaşam tarzına, dünya görüşüne karışmayacağız” diyerek iktidara gelse de, “alkol ile olan mücadelesini” aslında o günlerde başlatmış.


-Bizden sonra gelen ekiple neden mi anlaşamadık?


BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) o sırada merkezini Ankara’dan  İstanbul’a nakleden İş Bankasından boşalan “dev” gökdelene taşınmıştı, yeni atanan başkan, kendisinden önceki üst yöneticilerle diyalog kurmak şurada dursun, onların yüzünü bile görmek istemiyordu. Hemen gereği yapıldı, bürokratlar kızağa çekildi ama başkan bununla yetinmeyip, koskoca binada onlarca oda bomboş dururken, Maltepe’de eski Gölbaşı Sinemasının yanındaki eski apartmanda küçük bir daire kiralatıp, bürokratları oraya sürgün etti. Koca gökdelenden her gün bir resmi araba ile çıkan özel ekip yollara düşüyor, imza defteriyle üvey evlat durumundaki bürokratlara gidip imzalarını alıp, ana binaya dönüyordu. Akşam mesai bitiminde imza ekibi yine yollara düşüp imzaları alıp dönüyordu. Bu trajikomik durumu taraflarla görüşüp, binaların resimleriyle  habere yansıttık, metni İstanbul bürosuna geçtik. Ve beş on dakika sonra BDDK basın müşaviri telefonla aradı:


-Nursun Hanım, böyle böyle bir haber hazırlamışsınız. Biz bunun yayınlanmasını istemiyoruz. Yayınına engel olacağız…


Belli ki henüz yayınlanmamış (!)  haberimiz,  durumdan vazife çıkaran birileri tarafından BDDK’ya uçurulmuş ve yayını engellenmişti. Böyle bir olay meslek yaşamımda ilk kez başıma geliyordu.


Bir diğer olay ise kabinenin önemli bir ismi etrafındaki bir haber nedeniyle yaşandı. Sonradan FETÖCÜ denilerek AKP’den uzaklaştırılan bu bakan evli ancak bakanlık özel kaleminde çalışan başka bir hanımla birlikteydi, ikinci hanım devlet lojmanında kalıyor, hamile kalınca doğum için yurtdışına gönderiliyordu. Nikahlı eş bu durumdan şikayetçiydi, kocasını gidip Başbakanın eşi Emine Hanıma da şikayet etmişti. Dünyanın heryerinde “haber değeri” taşıyan bu skandali Ankara Büromuzdaki arkadaşlarımız günlerce araştırıp ortaya çıkarmışlardı, ancak haberi gündeme getirdiğimizde şöyle bir yanıt aldık:


-A, sizler bu kadar tutucu musunuz? Düpedüz aşk bu, haber değil...


İşte Serhat Hürkan’la kader birliği yaptığımız NOKTA serüvenini bu tatsızlıkların ardından noktaladık. Ne yazık ki değerli meslektaşım Serhat Hürkan’ı da genç yaşta geçirdiği bir kalp krizi sonrasında yitirdik. Bence yıllar boyu maruz kaldığı stresli meslek yaşamının da bu erken ve acı sonda mutlaka büyük payı vardı.

Şimdi düşünüyorum da, gazetecilik gerçekten adanmışlık ve özveri gerektiren, çok zevkli ama bir o kadar da eziyetli meslek diyorum. Bilmem siz ne dersiniz?


(*)https://kidega.com/yazar/serhat-hurkan-161558

(**) https://www.medyatava.com/amp/haber/gazeteci-mustafa-pekcan-yasamini-yitirdi_6346



(***)https://amp.evrensel.net/haber/150384/trabzon-valisi-br-nbsp-nbsp-nbsp-sanatciyi-hazir-ol-da-istiyor


(****) https://www.milliyet.com.tr/amp/siyaset/kendini-tutamiyor-5129692



Perşembe, Temmuz 09, 2020

Kadınlar icin zorlaşan yaşam... Türkiye



Kadın cinayetleri artıyor, (*) korunma ve yardım talep eden kadın sayısı da öyle... Geleceğimize ışık tutacak kız çocukları, eğitim yerine evliliğe yönlendiriliyor. Çocuk yaşta doğum yapan kızların sayısında büyük artış varken (**) kız çocuklarının okullaşma oranı (***) geriliyor...

Bu durum, egemen siyasetçilerin kadını küçümseyen, yok sayan bakış açısından kaynaklanıyor. AKP’nin vazgeçilmez ismi Bülent Arınç ne demişti zamanında? “Kadın uluorta kahkaha atmamalıymış, edep bunu gerektirirmiş (****)...”
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir açılışta “sembolik olarak bir iki kadını da aramıza alalım, buraya gelsinler” (*****) diyerek kürsüye davet etmeyi adeta lütuf gibi sunmamış mıydı? Üstelik bununla da kalmadı, kadını pek çok açıdan korumayı hedefleyen İstanbul Sözleşmesini bir gecede feshediverdi!

Esasen ülkenin geneline hakim olan kadına bakış açısı pek çok alanda kendini gösteriyor, TV’lerin  tartışma programlarında kadın yok, hatta kadın sorunları tartışılırken bile yok... Hani bir zamanlar radyoda Yurttan Sesler diye bir program vardı, aynen öyle, bir sürü bıyıklı bıyıksız adam toplanmış, “kadının yeri ne olmalı?” Sorusuna yanıt arıyor.  

Özellikle eğitim düzeyi düşük kesimin izlediği gündüz kuşağı kadın programları bir felaket...  Kadına sadece makyajla, saç başla, kıyafetle “ideal şekil” (!) verilmeye çalışıyor... Eğitecek, bilgi verecek, ufkunu genişletecek bir tek program yok. Haydi diyelim ki kadın, kendini en iyi bildiği konuda, mutfağında göstermeye çalışsın, orada da rating uğruna kabalaşması, konuklarına kötü davranması, onlara adeta  “zıkkım ye” demesi istenmiyor mu sizce? Peki nerede kaldı gelenekler, Türk misafirperverliği?

Kadın gazetecilere, siyasetçilere, siyasetçi eşlerine yapılan cinsel çağrışımlı aşağılama, hakaret ve tehditler ise son yıllarda giderek artmış durumda, en kötüsü de toplumun artık bu konuda duyarsızlaşması.

Hal böyle ilken ve her alanda geriye gitme, zevksizleşme, varoşlaşma yaşanırken, üste çıkıp şu savunmaya  ne demeli? “Kadının adı yokmuş da AKP sayesinde var olmuş” diyen AKP milletvekili Özlem Zengin (*****) mesela... AKP’nin hüküm sürdüğü son 18 yıldaki ilerlemeleri anlatmaya çalışırken ne dese beğenirsiniz?

-Kadınlar önemli kişilerle evlenemiyormuş eskiden... 
-Nedenmiş? 
-Türbanı yüzünden...

Aslında bir kadın siyasetçiden  “kadınlar  önemli pozisyonlara gelemiyordu” cümlesi beklenirken, “önemli isimlerle evlenemiyordu” sözünü duymak, kadını sıradanlaştıran bu anlayışın özeti değil mi?

Hemen aklıma sağ kesimin önemsediği isimlerden, türban denen saç bağlama şeklini icat eden merhum Şule Yüksel Şenler’in yıllar önce verdiği röportaj geldi...

Recep Tayyip Erdoğan’ın Emine Hanımla evliliğine meğer o vesile olmuş, o yıllarda annesi ona Karadeniz’den çarşaflı bir kızla evlendirmeyi planlarmış da, Şule Yüksel Şenler buna “Senin geleceğin parlak, kim bilir daha nerelere geleceksin, çarşaflı kız sana engel olur”   diyerek karşı çıkmış, yerine Emine Hanımı tavsiye etmiş.

Ben bir kadın olarak, hele de aktif gazetecilik yaptığım yıllarda,   özellikle TBMM’de çalıştığımızda  ülkenin giderek tutucu hale dönüşen ortamına bizzat tanık oldum. Turgut Özal,  “takunyalılar” diye adlandırılan tutucu isimlerle, prensler lakabı takılmış yurtdışı kariyerlilerin yükselmesine yeşil ışık yakmıştı... Takunyalılar, görüşmelerde elimizi sıkmaktan bile kaçınırdı, hatta o gruptan önemli bir isim, “ölsem de beni kimse asla bir kadınla yalnız, aynı asansöre bindiremez” sözü ile anılır olmuştu.

Kamu binalarında “Pantolon yasağı” bile başlı başına bir saçmalıktı... Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e konuyu bizler yansıtmıştık da bu saçma yasak kaldırılmıştı. 

Oysa, bizim üniversite yıllarımızda türbanlı arkadaşlarımıza hiçkimseden ufak bir söz bile gelmemişti. Esasen ben yıllarca hep şu görüşü savundum:

-Kafaların dışına değil içine bakalım, ne demek kadınların giyim tarzına karışmak? Bırakın kadınlar istediği şekilde giyinsin, istediği eğitimi alsın... Aydınlanan insandır toplumu ileriye taşıyacak olan... Hele de kadınlar, çünkü en azından çocuk yetiştirecekler... Cahil anne yerine eğitimli anne daha iyi değil mi?

Sonuçta, tutucu kesim giderek daha rahat koşullarda yaşayabilir oldu ama diğerleri için yaşam zorlaştı... Aşağıdaki linkler bütün bu geriye gidişin kronolojisi gibi... Buyurun bakın bakalım, geriye mi gidiyoruz ileriye mi?

Ha, bu arada kadın cinayetlerine bir yenisi daha eklendi, hem de en vahşisinden... Değerli bir öğretim görevlisi olan Aylin Sezer’i, eski erkek arkadaşı 2 gün evinde rehin tuttuktan sonra  “yakarak” öldürdü. Devlet ne yazık ki bu cinayetleri “nasihat”la engelleme çabasında da, ey Aylin Hanımın komşuları,  bu vahşet burnunuzun dibinde yaşanırken siz neredeydiniz? (*****) 










Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...