Bu Blogda Ara

SONBAHAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SONBAHAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Kasım 16, 2023

Yalçın Küçük’le karşılaşma

 



 

Sonbaharın hüznü çöktü içime… 


At kestanelerinden, akasyalardan şimdilerde dökülüp, rüzgarla Ankara sokaklarına savrulan kuru yapraklar aslında yitirdiğimiz ve söylemesi çok zor ama “yitirmek üzere olduğumuz” güzel insanları anımsatıyor… 


Geçenlerde Soner Yalçın’ın “Kayıp Aranıyor” yazısı (*)  üzerine Yalçın Küçük aklıma düştü. Kitaplıkta epeyce aradıktan sonra arka sıraya düşmüş önemli eseri,  “Türkiye Üzerine Tezler”i buldum, yeniden bir gözden geçireyim dedim. Üç ciltlik kitabının ilk baskılarında kaleme aldığı “işaretler” başlıklı yazısını sonraki baskılarda da tekrarlamış,  demiş ki:


“…Bir daha bu kadar dürüst ve bu kadar yeni düşüncelerle yüklü bir ansiklopediyi yazamayacağım kabul ediyorum. Dağda, zindanda, konaklarda, soran evlerde, en çok okunan, ansiklopedidir, zor yerlerde, koyu kapaklarının elden ele geçişle, yıpranmış, kırlaşmış, formunu yitirmiş eski hırkalara döndüğüne pek çok kez tanık oldum…

Okunmaktan eskimiş ve yıpranmış ansiklopedileri görmek, sönmemiş bir aşkın kıvılcımını duymaktır, bana oluyor.  Buna seviniyorum, sevindiğim bir başka nokta ise, özellikle yeni, zengin ve vakıf üniversitelerinin  lüks kütüphanelerine hala sokulmamalarıdır. Üniversiteler benim kitaplarımı rakip olarak görüyorlar ve haklıdırlar. Ancak ben üniversiteleri kendi rakibim olarak görmüyorum çünkü yazdıklarımın rakibi, henüz yazamadıklarımdır…


-Peki bir daha yazabilecek mi? 

-Sanmıyorum…


Fikir adamı, kalem ve söylem ustası Yalçın Küçük’ün yaşamı boyunca kaç kez hapse girip çıktığını doğrusu ben sayamadım. En son Ergenekon’dan içeri alınmıştı, o gün şöyle demişti:

 

“Şubat 2011’de rejim değişmiştir. İslami faşizm hakimdir artık. Önce paşaları aldılar. Sonra yargı ve şimdi de basın. Artık Türkiye’de şubat 2011 itibariyle bir iç savaş başlamıştır. İki taraf vardır. Bir tarafta Cumhuriyet, karşı tarafta İslami faşizm.

Galip geleceğiz…”



Türkiye Üzerine Tezler dizisi için, “bir daha bu kadar dürüst ve bu kadar yeni düşüncelere yüklü bir ansiklopediyi yazamayacağımı kabul ediyorum” demişti ya…


-Ne yazık ki yazamayacak, bunu biliyorum. 


-Nereden biliyorsun? 


Diye sormayın… 


Türkiye Üzerine Tezler’in sayfalarında biraz daha gezinip, kapağını kapattım, çantama koydum. 


Benliğimi kaplayan kül renkli hüzünden, beynime üşüşen kapkara düşüncelerden biraz olsun kurtulayım istedim, kendimi dışarı attım. Kaldırımları halı gibi kaplayan kuru yapraklara basarak çıkarttığım hışırtıyı dinleye dinleye sokaklar boyunca yürüdüm. 


Sonunda varmak istediğim noktaya vardım, Yalçın Küçük’ü görmeyi çok istiyordum, sonbaharın zayıf güneşi altında dinlendiği bahçeye girdim, eşi Temren Hanım vardı


Türkiye Üzerine Tezler’i çantamdan çıkarıp uzattım, kitabı bana ve ağabeyime Temren Hanım imzaladı, Yalçın Küçük sadece bir X işareti koyabildi…


Yüksek demir çitlerle çevrili bahçenin dışında rüzgar şiddetini artırmıştı, yapraklar daha hızlı dökülüp savrulmaya başladı, yağmur gelmeden oradan ayrılmak, kopmak istedim, hep kilitli duran demir kapıyı açtılar, koşar adım dışarı çıktım…



(*) https://www.sozcu.com.tr/2023/yazarlar/soner-yalcin/kayip-araniyor-4-7842855/

Pazar, Kasım 14, 2010

Bir rüzgar esti...



 

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş.                      
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş (*)
Bu dizeler aklımdan geçerken, “yaşıyor olmak, ne hoş, nasıl  sevinçlerle dolu ve ne kadar güzel” diye düşündüm. Rüzgar, uzaklardan, ta uzaklardan bilinmedik kokular getirdi, sürülüp nadasa bırakılmış tarlaların, yağmurla ıslanmış otların kokusu muydu? Yoksa kurumaya yüz tutan lavantaların esintisi miydi beni böylesine mutlu eden... Kaybolmaya yüz tutmuş ışıklar o kadar güzeldi ki, dokunduğu an, rüzgarla salınan otları birer amber parçasına dönüştürüyordu. Ama zavallı bizler şehir ortamında, doğadan ne kadar uzaktaydık.

Sonra Nazım Hikmet’i düşündüm, ‘Yaşamak güzel şey be kardeşim” demişti ya... Çektiği acıları, hapishane günlerini, karısına, hele biricik oğlu Mehmet’e duyduğu hasreti, sürgündeki yalnızlığını, Türkiye özlemini düşündüm... Yaşama bu kadar umutla bağlanışına bir kez daha hayran oldum. Oysa ölüme hiç de uzak değildi, ne demişti o şiirinde:
“Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, 
- öyle gibi de görünüyor - Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni 
ve de uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa 
taş maş da istemez hani...” (**)

“Ölüme şairane bakmak” diye buna denirdi sanırım. Ama yazık ki, gerçek yaşam böyle değildi ... Moskova’daki mezarının başındaki soğuk mermere kazılı rölyef aklıma geldi.
Rüzgarda yürürken bunları düşünüyordum, gün batımındaydık, uzaklardaki pencereler, güneşle  kızıllaşıp koyulaşan ışıkları yansıtıyordu. “ O pencerelerin ardındakiler mutlu mudur?” diye merak ettim, aklıma Atilla İlhan geldi nedense... Paris günlerinde kaleme aldığı Revolution’u anımsadım:
“Sarmaşıklı bir ev, güneşli tertemiz camları,
Yine chopin’den révolution’u çalar komşumuz,
Sen işinden ben işimden dönünce akşamları,
Soframız hazır, taze ekmek limon çiçekleri,
Billur bardakta şeker gibi tatlı suyumuz,
Sonra ben sana nâzım’dan şiirler okurken,
Üşüşür penceremize gece kelebekleri” (***)


Yaşamı sevmek böyle bir şeydi işte....
lla
“Sen işinden ben işinden dönünce akşamları, soframız hazır taze ekmek... Billur bardakta şeker gibi tatlı suyumuz” diyordu. 
Aslında mutluluğun, bal gibi erişilebilir, kolay bir mutluluğun tarifi değil mi bu?
Ne bilinmedik egzotik baharatlar, ne Fransız usulü portakallı ördek bacağı, ne nadide bir şaraptan bahis vardı..

Gülümsedim, bu düşüncelerimi bir dostumla paylaşmak istedim ama o bana, “sonbahar iyimserliğin ve mutluluğun mevsimi değildir, büyük hüzünler barındırır içinde” dedi ve başka bir şiiri anımsattı:


Bir sonbahar öğlesinde, bir sonbahar öğlesinde
Ah, ne de güç
Gülüp geçmek genç kızlara.
Bir sonbahar akşamında, bir sonbahar akşamında
Ah, ne de güç
Durup bakmak yıldızlara.
Bir sonbahar öğlesinde, bir sonbahar akşamında
Ah, ne kolay.
Ağlıya ağlıya yere kapanmak!

(*) Açsam Rüzgara-Orhan Veli Kanık
(**)Vasiyet-Nazım Hikmet 
(***) Revolution-Atilla İlhan
(****)Üç damla gözyaşı-Endre Ady

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...