Ana içeriğe atla

Kayıtlar

moskova etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek çok soruya yanıt arandı. Yeni mecralarla ilgili bilgi veren konukların anlattıkları, özellikle genç gazetecilerin arayışlarına yanıt niteliğindeydi. Yıllarca hep   Moskova ’dan bildirdikleriyle izlemeye alıştığımız gazeteci   Hakan Aksay ’ ın anlattıkları dinlemeye değerdi.  Aksay , 12 Eylül sürecinde  kendi deyimiyle “ koşar adım gittiği ” Moskova’da,  bir zamanların komünist rejiminde, Sovyet sisteminin ilkeleri doğrultusunda  aldığı gazetecilik eğitimini ve pratikte gazeteciliğin o yıllarda nasıl yapıldığını  anlattı. Bir hocasından söz ederken, iç hesaplaşmaya girerek, “ Bazen sessiz kalmaktan insan sonradan pişmanlık duyuyor” dedi: -Beğendiğim bir akademisyendi, aydınlık yüzü, sempatik tavrı, giyim kuşamı ile de beni etkilerdi, hatta bana çay ısmarlamışlığı bile vardı ama, Sovyetler’de -partili gazeteci...

İçim dışım Mustafa Kemal

Yaşam pek çok sorumluluk yüklüyor, “ kendine zaman ayırmak ” çok büyük bir lüks, bunu en iyi bilenlerdenim, dolayısıyla bir takım işlerin “ mecburiyetten ” değil de “ isteyerek yapılması” kadar güzel bir şey, örneğin “ istediğin kitabı okumak”   kadar şahane bir hobi var mı?   Bu durumun  ayırdına vardığım anlardan birini Moskova’da yaşamıştım. Bir Tolstoy hayranı olarak kentte  O’nun izlerini arayıp durdum, “ müzeler, kitaplıklar, el yazmaları, içinden geçtiği sokaklar hatta sevdiği tablolar ” peşinde koşmak beni hayranlıktan öte bir ruh haline sürüklemişti. Moskova’da geçirdiğim günlerde bana özveriyle rehberlik eden Rus arkadaşım Elena ile benim bu Tolstoy başta olmak üzere delice tutkunu olduğum Rus yazarlarına olan saplantıma şaşırmış gibiydi bir gün şöyle dedi: -Eğer sen de küçük yaşlardan itibaren bütün okul yılların boyunca bu yazarları ve kitaplarını zorunlu ders olarak okusaydın, bırak sevmeyi, bu zorunlu vazife nedeniyle onlardan soğurdun Hatta bununl...

Nazım’a ağıt

  Nazım’ın doğum günü bugün … Düşündüm de o “mavi gözlü dev” çocukluğunda, ilk gençliğinde, böyle bitimsiz bir hasreti, yalnızlığı, uzaklarda ölmeyi hayalinden geçirmiş miydi?  “ Aydınlıktan korkanlar” tarafından sürgünlerde, memleket hasretiyle kor ateşlere atılıp, kavrulacağı hiç aklının ucundan  geçmiş miydi?  Elbette bunları içinde yaşıyordu ve çok iyi biliyordu ki, şiiriyle “ Vasiyet ” bırakmıştı ardında:   “Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,   ölürsem kurtuluştan önce yani,  alıp götürün Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,   - öyle gibi de görünüyor -  Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni  ve de uyarına gelirse,  tepemde bir de çınar olursa  taş maş da istemez hani...” Bir keresinde Moskova’ya gittiğimde, o görkemli Novodiyeviç Mezarlığında (*)  Nazım’ın yattığı yeri görmek istedim, “t aş maş olmasa da yemyeşil yapraklı bir çınar var mıydı acaba başucunda? ” Diye merak ettim… Yoktu n...

Küvette Bir Kırmızı Gül

Şu Covit 19 denen menhus salgın bizi evlere hapsetti ya, alacağı olsun... E, ne yapalım? Teslim olacak değiliz. Kitaplığı alt üst ediyorum, yazarları büyüteç altına alıp, kitapları kelimelerine kadar inip analiz etme çabasındayım. Vaktimiz nasıl olsa bütün bunları yapabilecek kadar bol. Eskiden olsa öyle miydi ya? - Alo, ne var ne yok? -Ne olsun, kitap var elimde -E koy onu şimdi kenara, çok iyi bir film gelmiş, alıyorum biletleri, kalk gidelim... Hemen ayağa fırlayıp evden çıkmalar, koşa koşa 14.00 seansına yetişme çabaları, filmi izledikten sonra bir yerde oturup, kahve-çay eşliğinde film üzerine tartışmalar... Bununla da bitmiyordu doğal olarak. Düşünsenize, “ salgın hayatımıza girmeden önce ” sokakta yapacak ne çok işimiz vardı.  -A, beyaz peynir bitmiş, çıkıp alayım, sonra da Ayşe ye uğrarım, biraz laflarız. Kış da kapıda, şöyle sıcak tutacak kadife bir sabahlık mı alsam? Tunalı’ya da ne zamandır çıkmamıştım, birbirinin kopyası AVMler  insanı deli ediyor,...