Şu Covit 19 denen menhus salgın bizi evlere hapsetti ya, alacağı olsun... E, ne yapalım? Teslim olacak değiliz. Kitaplığı alt üst ediyorum, yazarları büyüteç altına alıp, kitapları kelimelerine kadar inip analiz etme çabasındayım. Vaktimiz nasıl olsa bütün bunları yapabilecek kadar bol. Eskiden olsa öyle miydi ya?
-Alo, ne var ne yok?
-Ne olsun, kitap var elimde
-E koy onu şimdi kenara, çok iyi bir film gelmiş, alıyorum biletleri, kalk gidelim...
Hemen ayağa fırlayıp evden çıkmalar, koşa koşa 14.00 seansına yetişme çabaları, filmi izledikten sonra bir yerde oturup, kahve-çay eşliğinde film üzerine tartışmalar...
Bununla da bitmiyordu doğal olarak. Düşünsenize, “salgın hayatımıza girmeden önce” sokakta yapacak ne çok işimiz vardı.
-A, beyaz peynir bitmiş, çıkıp alayım, sonra da Ayşe ye uğrarım, biraz laflarız. Kış da kapıda, şöyle sıcak tutacak kadife bir sabahlık mı alsam? Tunalı’ya da ne zamandır çıkmamıştım, birbirinin kopyası AVMler insanı deli ediyor, oradaki dükkanlara bakar, belki farklı bir şey bulurum. Hem, Tunalı’da yürürken her zaman birisine rastlanır, ayaküstü sohbet kurulur:
-Selam yahu, nerelerdesin?
-İşler güçler geride kaldı, asıl sen ne yapıyorsun?
-Gel şurada oturalım, dur, sen de Sandviç’in karışık tostunu sevmez miydin? Paket yaptıralım, Kuğulu’da atıştırır sohbet ederiz
Derken günler, haftalar, aylar ve hatta yıllar su gibi geçer gider. Kitaplar da okunur ama öylesine...
-Tretyakov Müzesi neydi?
Diye sordunuz.
Son haftalarda bir söyleşiden mülhem (!) * Doris Lessing’e takıldım. Takılmakla kalmadım “sabit fikir” haline dönüştürdüm Lessing’i. Düşünebiliyor musunuz? Bir kaç yıl önce okuduğum anılarını (Under My Skin) ** buldum ve altını çize çize, notlar ala ala okuduğum kitaba bir baktım ki, onu okuyan meğer ben değilmişim.
-Nasıl olur yahu? Alzheimer dedikleri bu mu yoksa?
Diye kendi kendime sora sora yeniden başladım okumaya. Bu kez altını çizdiğim yeni satırlar neredeyse bütün sayfaları birer karalamaya dönüştürdü... Lessing’in, dikkatimden kaçan ya da unuttuğum öylesine ilginç notları yer almış ki kitapta.
Örneğin Tretyakov Müzesi ile ilgili bölüm.
Doris Lessing, kendisini “komünist” diye tanımladığı gençlik yıllarında, bir grup batılı yazarla birlikte Moskova’ya davet ediliyor, tam da Stalin pençesindeki Rusya’ya. Davet tümüyle propaganda odaklı. Leningrad’a hatta Tolstoy’un köyü “Yasnaya Polyana”ya bile götürülüyorlar. Yol alırken bir çiftçi grubuna rastlayıp duruyorlar. Yaşlı bir çiftçi her türlü engeli aşıp, ölümü bile göze alıp, şunları haykırıyor:
-Size gösterilenlere inanmayın, Yurtdışından gelen ziyaretçilere yalan söyleniyor. İnanmayın. Hayatlarımız korkunç. Rus halkı-Rus Halkı adına konuşuyorum- eziyet çekiyor. İngiltereye dönüp size söylediklerimi herkes anlatmalısınız.Komünizm korkunç.
Lessing, Stalin ölmeden hemen önce gerçekleşen Moskova ziyareti sırasında ünlü Tretyakov Müzesindeki izlenimlerini de şöyle anlatmış:
“Tretyakov adında bir sanat galerisindeyiz, etrafımız otlayan ineklerin, mutlu köylülerin, güzel manzaraların resmedildiği büyük tablolarla çevrili... Anlaşılan sadece “SAĞLIKLI” resimler yapmalarına izin verilen Sovyet ressamlar bu numarayla, en azından kendi durumlarını biraz yumuşatıyorlardı, bir resmi tamamladıktan sonra kasıtlı olarak bir köpek veya orada olmaması gereken bir figür ekliyorlardı. Bu resim evet veya hayır diyecek olan görevlilerin önüne konulduğu zaman, bu görevliler, daha yukarıdan eleştiri ihtimaline karşı kendilerini korumak durumundaydılar. Bu noktada devreye sanatçı girerdi, -Yoldaşlar şimdi gördüm-köpek yüzünden. Köpeği koymakla hata ettim- “pekala yoldaş, o halde köpeği çıkar” ve resim (elemeden) geçiyordu.”
Ne kadar ilginç ki, Lessing’den yarım yüzyıl sonra Moskova’ya gittiğimizde ben de Tretyakov’u gezdim, hem de saatlerce... Ama ben Ayvazovski tablolarını arama telaşındaydım. Hatta Ivan Shishkin’in hasat, orman, hatta ayıları resmeden tablolarına bayılmıştım. Ama bu tabloların o dönemin Rusya’sını güzel, bereketli, özgür, neşeli, hayat dolu göstermek gibi bir amaçla, daha doğrusu “baskıyla yapıldıkları” aklımın ucundan bile geçmemişti.
Düşünüyorum da, Lessing’i “komünist” kimlikten vazgeçiren, “komünizm” sevdasından koparan acaba bu ziyaret mi olmuştu?
Moskova’ya ben de ilk kez, “Glasnost” *** öncesinde bürokratlar ve gazetecilerden oluşan bir heyetle gitmiştim. Karşılamada, Vnukova Havaalanının özel bir salonuna alındık ve öyle bir sofrayla karşılaştık ki, şaşırdım. Şampanya su gibi akıyor, havyarlı bliniler (kanepeler), o sırada Moskova’da nadir bulunan tropik meyveler filan ikram ediliyordu. Biz hanımlara karşılamada uzun saplı birer kırmızı gül bile armağan edildi.
Kızıl Meydandaki otelimize geçtik, bir elimde küçük valizim, öbür elimde uzun saplı gülüm, upuzun, buz gibi, ürkütücü koridorları katedip odama ulaştım. Odamda vazo bulamadığımı ve yorgunlukla hemen yatıp uyuduğumu anımsıyorum. Ertesi gün işlere güçlere dalmış, günün tamamını dışarıda geçirmiştim, odama döndüğümde ne göreyim? Odanın temizliğini yapan görevli, benim uzun saplı kırmızı gülüme kıyamamış, solmasın diye küvete biraz su ekleyip gülü içine yatırmıştı. İşte bu resim o günden kalma.
Yıllarca “sözde devrim”in ezip geçtiği Rusya’yı Glasnost ve Perestroyka *** bir anda nasıl değiştirebilirdi ki? Yokluk heryerde hissediliyordu. Banyomuzda sadece küçücük sert bir el havlusu vardı, sabun bile yoktu. Bir arkadaşım bana yanındaki sabunu kırıp bir parçasını verdi.
Ertesi gün kahvaltı salonunda, iki kıdemli gazetecinin sohbetine tanık olmuştum:
-Mehmet Bey (Barlas), sizin yıllarca bize övüp durduğunuz komünizm bu muymuş?
-Sen ne diyorsun Kenan (Akın)? Övmekle kalmadım, baksana Rusya uğruna kan bile döktüm...
Barlas sargılı elini gösterdi. Meğer o da zor bulduğu bir sabun kalıbını arkadaşlarına pay edeyim derken, bıçakla elini kesip yaralamış.
Sohbete nokta koyan ise (rahmet olsun) Şarık Tara **** idi:
-Beyler şu anda durum o noktada ki, buraya getirebilseniz, bir kasa limonla neler neler yapabilirsiniz... Mesela bir yıllık oda kiranızı karşılar, muhtemelen üniversite mezunu güzel bir kızı oda arkadaşı alır, hatta ona banyoda sırtınızı bile sabunlatabilirsiniz...
NOT: Daldan dala konduk ama Moskova’ya gitme sebebimiz, Şarık Tara’nın ENKA firması tarafından restore edilen tarihi Petrovski Pasajının hizmete açılması idi. https://www.turkrus.com/1341791-miladimiz-petrovski-pasajiydi-xh.aspx
*TDK Mülhem: Birisinin içine doğmuş. Esinlenmiş.
**https://en.m.wikipedia.org/wiki/Under_My_Skin_(book)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder