Bu Blogda Ara

NOKTA Dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NOKTA Dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Kasım 14, 2023

Nilay’ın kitabı





Nilay Karaelmas’ın “Sosyal Medya Öncesi Gazetecilik” başlıklı kitabını günlerdir elimden düşüremedim. Çok değer verdiğim gazeteci dostumun kaleme aldığı  sayfaları çevirdikçe heyecanlandım, 70-80-90’lı yıllarda ülkede yaşananları ben de adeta Nilay’la birlikte yeniden yaşadım. 

Nilay o yıllarda “aşkla sürdürdüğü” gazetecilik serüvenini öylesine içten ve samimi bir anlatımla kaleme almış ki,  önünde yerlere kadar eğilip şapka çıkarmak gerekir bence.  

Sizler henüz elinize almadan büyüsünü bozmak istemem,  onun için kitaptan bir kaç alıntıyla  yetineyim…

Bir kere Nilay, dünyanın neresine giderse gitsin “iyi habercilik yapmanın tüm altyapısına sahip dört dörtlük bir muhabir…” 

Neden mi? Bir kere kocaman bir hayal kurmuş… Babasının çocukluğunda armağan ettiği teyp ve mikrofonla ta o yıllarda röportajlar yaparmış ve o zamandan başlayarak o hayali besleyip büyütmüş. 

Günün birinde, “Basın Yayın Genel Müdürlüğü sınav açtı” denilince koşup girmiş sınava ve “neden buradasınız? diye mülakatta soranlara  “basın ataşesi olmak istiyorum” yanıtını vermiş… Karşısındakiler  gülmüşler henüz üniversite öğrencisi olan güzel genç kıza, hatta tam karşısında oturan sevecen kadın,  Nilay’a “önce okulunu bitir sonra gel” deyivermiş…

Sonra neler mi olmuş?

Tam bir başarı öyküsü bence… Nilay, gazeteciliğin gerektirdiği basamakların hepsini sabırla, başarıyla ve kararlılıkla tırmanmış…

Önce, Ankara’da devam ettiği Maarif Kolejinden dört dörtlük İngilizceyle mezun olmuş, sonra çocukluk hayali olan gazetecilik için o yıllarda pek çok kişinin hedeflediği ancak girilmesi oldukça  zor olan SBF Basın Yayın Yüksek Okulunu kazanmış, stajlarını başarıyla tamamlamış… Sonra da şansı yaver gitmiş, kendi deyimiyle “TRT Dış Haberler Dairesine kapağı atmış…” daha ne olsun?

-TRT dedin de, memur gibi oturup kalmamış ama orada değil mi?

-Yok canım, olur mu? Başarıdan başarıya koşmuş, önce yabancı ajans haberlerinin  tercümeleriyle başlayan gazetecilik serüvenini, yerli ve yabancı  pek çok farklı yayın kuruluşunda  dış haber muhabiri  olarak olarak başarılarla sürdürmüş, Ankara’dan Londra’ya, İstanbul’dan New-York’a, hatta Kabil’e kadar, dünyanın dört bir yanında habercilik yapmış. 

-Ooo, bu kadar başarılı gazeteciye şapka çıkarılmaz mı? Çıkarılır valla, epey para da kazanmıştır değil mi?

-Ah, işte orada yanıldın… Bizim meslekte  gerçek gazeteciler, yani iğneyle kuyu kazanlar değil de onların o müthiş haberlerinin üstüne oturup, falan filan koordinatörü sıfatıyla o başarıları pazarlayanlardır asıl  parayı  kazananlar, duymuşsundur onları, yalılarda, köşklerde, boğaza bakan sitelerde filan otururlar… 

-Sakın bana -Nilay kirada oturuyor deme?-

-Yoo, Nilay anne-babasından kalma güzel bir evde oturduğu gibi, zamanında o evi,  Başbakan hatta Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal’a bile parti kurduğu sıralarda kiralamış, kitabında o konuya da yer vermiş:

“…Ankara’daki evimden kiracı çıkmıştı ve yeni bir kiracı arıyordum. Yazgülü (Aldoğan,)  Amerika’dan Ankara’ya dönen Turgut Özal ve eşinin kiralık ev aradığını gazetelerde okumuştu, bana oturduğu koltuktan seslendi: -Özal’lar senin evini tutsunlar işte- Ekonomi şefi Mustafa Sönmez, rahmetli Adnan Kahveci’yi benim önümde arayarak adresi verdi. Ertesi gün haber geldi, Özal çifti evi kiralamıştı…”

Üstelik ben mesleğe yeni başladığım yıllarda, Anadolu Ajansında çalıştığım dönemde meslek büyüğüm, gazetecilik mesleğinin yüz akı Barış Kaşıkçı ile birlikte Turgut Özal ile röportaj için o eve gitmiştik, o yıllarda henüz Nilay’la tanışmamıştım bile…



-Ya, siz gazetecilerin amma ilginç anıları var… Peki Nilay’la sonra nasıl tanıştın?

-Bir gün Ankara’nın tanınmış mekanlarından Galeri Nev’de meslektaşımız Sedat Ergin’le buluşacaktık, sonradan Nilay da geldi katıldı aramıza, o sırada BBC Londra’da çalışıyormuş, öylece tanıştık…

-Nilay’ın kitabını bir an önce alıp okumak gerekir, meslekte hayranları da çoktur buna eminim, kitabının bir kaç baskı yapması kaçınılmaz öyle değil mi?

-Bizim meslekte “çekememezlik” yaygındır, başarıyı kaldıramayıp, kıskananlar,  “daha iyisini yapma çabası” yerine, arkadan dolanır, moda deyimle mobbing-yıldırma yoluyla, iyi gazetecileri daima aşağı çekmeye çabalar. Bu durum sevgili Nilay’ın başına da NOKTA dergisinde çalıştığı sırada, bursla gittiği ABD dönüşünde gelmiş, kitaptan son bir not olarak onu da aktarayım:

“…Bursum bitip İstanbul’a dönünce, NOKTA’da hiç beklemediğim bir şekilde hayal kırıklığına uğradım. Bazı fısıltılara göre, entrikaları ile bilinen Maocu eğilimli bir NOKTA çalışanı, benim aleyhimde patrona tezvirat yapmıştı. Ne diyeyim, doğruysa günahı boynuna!… Sendikalı olmadığımız için patronun iki dudağından çıkacak söze mahkumduk. NOKTA’dan ayrılmak zorunda kalacağım hiç aklıma gelmemişti… Çok kırıldım…”

-Aaa, ne çirkin, rahmetli duayen Ercan Arıklı da o tezviratı kabul edip Nilay’a haksızlık etmiş öyle mi? Yazıklar olsun o patrona…Kimmiş acaba o Maocu tezviratçı?

-Bizim meslekte yaygındır- dedim ya böyleleri, ben de pek çoğunu tanıdım ama o Maocu’yu çıkaramadım… -Yazıklar olsun- deyip geçelim… Üstelik Nilay’a yapılan yıldırma kimsenin yanına kalmamış, meslekteki başarıları sürekli yükselen çizgide devam etmiş…

Nilay Karaelmas’ın BYYO-DER tarafından basılan, tümü birbirinden renkli ve ilginç anılarını içeren 120 sayfalık kitabı, 0506 029 55 89  nolu telefondan sipariş edilebiliyor. Bir an önce alıp okumanızı ve o günlerin gazeteciliği ile bugünleri karşılaştırmanızı dilerim doğrusu…


Pazar, Aralık 20, 2020

NOKTA... Aşk skandalı haber midir değil midir?



Ümit Zileli yönetimindeki NOKTA Dergisinin Ankara Bürosu bir dönem bize emanet edilmişti. Serhat Hürkan’la birlikte, mütevazı bütçeyle Farabi Sokak’ta kiraladığımız büroda, badana boya işlerini, iletişim altyapısını, bilgisayar-masa konusunu kısa sürede tamamlayıp kadroyu oluşturduk, Mustafa Pekcan, Neşe Sarıdoğan, Elif Kocabeyoğlu ve  Gülşah Balbay ile keyifli bir çalışma süreci geçirdik. Hepi topu 6 kişiden oluşan ekibimizle  siyasi haber, röportaj,  araştırma dosyası ve hatta Ankara Kedisi adını verdiğimiz renkli sayfadaki kulislerle, bilinmeyen pek çok olayı gündeme taşıdık.


Ne yazık ki, o ekipten iki kişi, Serhat Hürkan ve Mustafa Pekcan artık aramızda değil.  


Ekibimizde herkes “paralel düşünüp, aynı dili konuşarak”  ve büyük hevesle kendini işine adamıştı, ne yazık ki sonradan değişen üst yönetimle anlaşamadık ve NOKTA serüvenini hep birlikte “noktaladık.” 


Malum, kütüphane temizliğindeyim, o günlerden kalan dergiler elime geçti, şöyle bir karıştırdım da, meğer neler neler yaşanmış.


Emin Çölaşan bir ara Hürriyet’te Ertuğrul Özkök tarafından kışın ortasında,  zorunlu izne çıkarılmıştı, kamuoyunda tartışılan bu durum için röportaja gitmiştim Hürriyet’e, biz konuşurken rahmetli Bekir Coşkun birden teras camını açıp gülerek seslendi:


-Bu balkon benden sorulur... Siz benden habersiz nasıl öyle sohbet edip, üstüne üstlük kahkaha filan atarsınız bakayım? Haydi gelin içeri, size çay kahve ısmarlayayım. 





Resmin altındaki imza, çok sevdiğimiz foto muhabirimiz Mustafa Pekcan’a  ait. Onu  ne yazık ki, Irak’ta bir serseri kurşun gelip buldu ve tüm çabalara rağmen tedavi sürecinde yitirdik.


Gecenin bir saatinde dergileri karıştırırken “güleriz ağlanacak halimize” dedirten bir başka haber karşıma çıktı. O sırada Devlet Tiyatrosu Genel Müdür Yardımcısı olan Tamer Levent’le Trabzon Valisi arasında yaşananlar... İyi ki detayları kayda geçirmişiz. Tamer Levent, birlikte Atatürk heykeline çelenk koyacakları tören için Valiye yaklaşırken, Vali beklenmedik bir hareketle Levent’e arkasından  bir tekme savuruyor, bununla da yetinmeyip, Genel Müdür Yardımcısına, “ellerini cebinden çıkar” diye haykırıyor. İş bununla da bitmiyor, akşam saatlerinde Levent’in kaldığı otele gelen polisler, “sizi alkol muayenesine götüreceğiz” diye tutturuyorlar.  Böyle bir olayın yaşanmış olduğuna inanmak bile zor ama doğru.(***)


Bir başka olay, gazeteci Nuri Sefa Erdem’le ilgili. Karabük’te gecenin bir yarısında Huzurevini ziyaret eden Başbakan Tayyip Erdoğan’a “yaşlıların o saatte uyandırılıp karşılamaya getirilmesiyle ilgili” soru sormak istiyor, cevap beklerken azar işitiyor:


-Ağzın leş gibi alkol kokuyor... (****)


E, işte, pandemi sürdecinde hafta sonu yasakları sırasında marketlerde içki satışına engel konulması meğer ta o günlere dayanıyormuş. AKP, “kimsenin yaşam tarzına, dünya görüşüne karışmayacağız” diyerek iktidara gelse de, “alkol ile olan mücadelesini” aslında o günlerde başlatmış.


-Bizden sonra gelen ekiple neden mi anlaşamadık?


BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) o sırada merkezini Ankara’dan  İstanbul’a nakleden İş Bankasından boşalan “dev” gökdelene taşınmıştı, yeni atanan başkan, kendisinden önceki üst yöneticilerle diyalog kurmak şurada dursun, onların yüzünü bile görmek istemiyordu. Hemen gereği yapıldı, bürokratlar kızağa çekildi ama başkan bununla yetinmeyip, koskoca binada onlarca oda bomboş dururken, Maltepe’de eski Gölbaşı Sinemasının yanındaki eski apartmanda küçük bir daire kiralatıp, bürokratları oraya sürgün etti. Koca gökdelenden her gün bir resmi araba ile çıkan özel ekip yollara düşüyor, imza defteriyle üvey evlat durumundaki bürokratlara gidip imzalarını alıp, ana binaya dönüyordu. Akşam mesai bitiminde imza ekibi yine yollara düşüp imzaları alıp dönüyordu. Bu trajikomik durumu taraflarla görüşüp, binaların resimleriyle  habere yansıttık, metni İstanbul bürosuna geçtik. Ve beş on dakika sonra BDDK basın müşaviri telefonla aradı:


-Nursun Hanım, böyle böyle bir haber hazırlamışsınız. Biz bunun yayınlanmasını istemiyoruz. Yayınına engel olacağız…


Belli ki henüz yayınlanmamış (!)  haberimiz,  durumdan vazife çıkaran birileri tarafından BDDK’ya uçurulmuş ve yayını engellenmişti. Böyle bir olay meslek yaşamımda ilk kez başıma geliyordu.


Bir diğer olay ise kabinenin önemli bir ismi etrafındaki bir haber nedeniyle yaşandı. Sonradan FETÖCÜ denilerek AKP’den uzaklaştırılan bu bakan evli ancak bakanlık özel kaleminde çalışan başka bir hanımla birlikteydi, ikinci hanım devlet lojmanında kalıyor, hamile kalınca doğum için yurtdışına gönderiliyordu. Nikahlı eş bu durumdan şikayetçiydi, kocasını gidip Başbakanın eşi Emine Hanıma da şikayet etmişti. Dünyanın heryerinde “haber değeri” taşıyan bu skandali Ankara Büromuzdaki arkadaşlarımız günlerce araştırıp ortaya çıkarmışlardı, ancak haberi gündeme getirdiğimizde şöyle bir yanıt aldık:


-A, sizler bu kadar tutucu musunuz? Düpedüz aşk bu, haber değil...


İşte Serhat Hürkan’la kader birliği yaptığımız NOKTA serüvenini bu tatsızlıkların ardından noktaladık. Ne yazık ki değerli meslektaşım Serhat Hürkan’ı da genç yaşta geçirdiği bir kalp krizi sonrasında yitirdik. Bence yıllar boyu maruz kaldığı stresli meslek yaşamının da bu erken ve acı sonda mutlaka büyük payı vardı.

Şimdi düşünüyorum da, gazetecilik gerçekten adanmışlık ve özveri gerektiren, çok zevkli ama bir o kadar da eziyetli meslek diyorum. Bilmem siz ne dersiniz?


(*)https://kidega.com/yazar/serhat-hurkan-161558

(**) https://www.medyatava.com/amp/haber/gazeteci-mustafa-pekcan-yasamini-yitirdi_6346



(***)https://amp.evrensel.net/haber/150384/trabzon-valisi-br-nbsp-nbsp-nbsp-sanatciyi-hazir-ol-da-istiyor


(****) https://www.milliyet.com.tr/amp/siyaset/kendini-tutamiyor-5129692



Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...