Bu Blogda Ara

Aziz Nesin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aziz Nesin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Nisan 05, 2021

Saatleri Ayarlama Enstitüsünden bildirilmiştir...






Son zamanlarda toplum düzenini bozan hareketlerinize çeki düzen vermeniz için aşağıdaki saatlere uymanız gerekmektedir...


Saat 07.00 uyan, sağından kalk, yatak sağda duvara dayalıysa bir takla at, ayak ucunu başucu yap, yine sağdan kalk. Yoksa işin ters gider.


Saat 08.00 elini yüzünü yıka, mutfağa geç, yumurta haşla, kabuğu çatlamasın diye cezveye madeni kaşık ve biraz tuz koy. Kaynayınca 100’e kadar say rafadan yumurta olmuştur. Çatlamış mı? Sakın haaaa atma, ay sonuna günler var daha... Ekmek doğrayıp yersin, ziyan etme. 


Saat 09.00 maskeni tak, evden çık, pardon  çıkma yasağı varsa zabıtaya yakalanmadan eve  dön. Evde televizyonu açacaksın biliyorum ama haber kanallarını zaplayıp durma, hepsinde  haberler aynı. Birini aç. Haaa, malum kişiler konuşuyorsa sesi kıs, kulağın da sinirlerin de zarar görür, ekrana bakma. 


Saat 10.00 zil mi çaldı? Hemen maskeni takıp aç. Kimmiş? Ha, gazete mi geldi? Salona geç, okumaya başla. Niye buruşturup  kenara attın? Ne güzel işte, enflasyon gerilemiş, işsizlik azalmış daha ne istiyorsun?


Saat 11.30 Zil yine mi çaldı? Maskeni takıp aç, ev sahibi mi? Tuh, keşke açmasaydın, kira gecikti değil mi? Neyse bir bahane bul, gelecek ay filan deyip eve dön. Aman sakın maskeni çıkarıp kenara koyma, çöpe at. Maskeden tasarruf olmaz, coviti kaparsın. Daha 58 yaşındasın, belki  de aşı sırası size hiç gelmez.


Saat 11.00 televizyonu yeniden aç, Ayşenur Arslan’ı izle, yaa işte neyin ne olduğunu anladın mı? Niye sinirlenip fırlattın kumandayı? Ayol Ayşegül Hanımın suçu ne? Sakin ol biraz.


Saat 11.30  yine kapı mı çaldı? Maskeni tak, kimmiş? Ne? Doğal Gaz için mi gelmişler? Ön ödemeli kartlı sistem kullanmıyor musun sen? Ne için yazıyorlar o ek 140 liralık pusulayı? Aaaa, sakin ol, görevlinin suçu yok, bırak yakasını adamın, kapat kapıyı 


Saat 12.00 ocağa tencereyi koy, suyu kaynat... Sade suya tirit tarifi veriyorum... 

Mustafa Balbayın aşağıdaki yazısını oku...

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mustafa-balbay/sade-suya-tirit-elden-gitti-girit-1813595


Saat 13.00 Karnın mı gurulduyor? Bir parça peynir-ekmekle açlığını bastırıp, yat. Yorganı kafana çek, uyumaya çalış, açlığını unutursun.


Saat 14.00 Üşüyor musun? E tabii ev soğuk, sakın kombiye dokunma, doğal gaz faturası el yakar.  Bir kazak daha geçir sırtına, salonda koşuya çık, olduğun yerde hopla zıpla filan, ısınırsın.


Saat 15.00 Televizyonu aç, ne? Yine mi bir kadın öldürülmüş?  Bak, iyi ki karın kızdı da evi terketti, sana yakışmaz tabii ama bu bunalımla birbirinizi kırardınız alimallah. 


Saat 18.00 Oooo bu saate kadar haberleri izledin sinirlerin iyice laçka oldu değil mi? 


Saat 19.00 Kapı mı çalındı yine? Kimmiş? Bak yine maskesiz çıktın, yahu covite yakalanıp gitmek mi istiyorsun bu dünyadan? Ne? Komşun kandil simidi mi getirmiş? Aa iyi bak, akşam yemeğini  kurtardın, hadi afiyet olsun.


Saat 22.00 Ne? Cep telefonundan kimmiş arayan? Aman sakın ha, bu saatte bildiri mildiri asla imzalanmaz... Kapat kapat telefonu, okkanın altına gidersin... Ne? Emekli, EYT’li  filan dinlemez onlar sakın haaa...


Saat 23.00 Hadi yat artık geç oldu, üst üste giyin, yorganı üstüne çek, uyumaya çalış... Uykun yok mu? Başucunda bir sürü kitap var, al birini oku işte... Ne? Bula bula Aziz Nesinler’i mi buldun? Hangisini mi? Neler var?

- Alamanya Alamanya Bizden Aptal Bulaman Ya,

-Yok yahu güncel değil. Başka?

-Bütün Masumlar İçerde, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez, Nah Kalkınırız, Zat-ı Devletleri İbiş Hazretleri, Hazreti Dangalak...

-Ay napıyorsun yahu? Bizi bir dinleyen olsa ikimizi de alırlar vallahi, derhal kaldır onları hatta torbaya koyup çöpe at... Başka?

-Ah Biz Ödlek Aydınlar, Ah Biz Eşekler, Biz Adam Olmayız...

-Yok yok sen hepsini boşver, sinirin bozulur gece gece... Hadi ışığı söndür yat...


Saat 24.00 derin uyku...





Pazar, Mart 29, 2020

Avni Lifij




Şu Corona salgınına “bardağın yarısı boş mu dolu mu?” Diye baksanız neler düşünürdünüz? 

Mesela, okumaya bir türlü zaman ayıramadığınız kitaplar mı var elinizde? Ne güzel, çok sevindim. 

Durun bakayım, benim aklıma gelenler hangileri? 

Çocukluğumun o unutulmaz dergileri,”Çocuk Haftası”... Henüz okuma yazma bilmiyordum, annemle babam, ağabeyim Mehmet Alev’i dergiye abone etmişlerdi, o evde yokken elime alır, saatlerce içindeki resimlere bakardım... Okumayı söktüğümde daha keyifli hale geldi Çocuk Haftası... Yıldırım Kaptan nasıl da uçarak yetişir, kötüleri yok ederdi. Kemalettin Tuğcu’nun o hüzünlü öykülerini   tekrar tekrar okuduğumda bile boğazıma bir şeyler tıkanır, yutkunamazdım... 
İki oda bir saloncuk evimizin en renkli ve içine girdiğimde hemencecik kayboluverdiğim dünyasıydı köşedeki kitaplık. Babam formika kaplamadan yaptırmış, eve ilk getirdiğinde en üst rafa ansiklopedileri dizmişti, Ticaret Ansiklopedisi, Türkiye Ansiklopedisi ve Hayat Ansiklopedisi.... Her biri altı yedi ciltten oluşan kırmızı, lacivert ve yeşil bez kapaklı ansiklopediler... Şimdiki Google yerine biz eskiden onlara başvururduk ev ödevlerimiz için, zamanla bizim kitaplık mahallede meşhur oldu, komşu çocukları sık gelirdi:

-Servet Amca, İç Anadolu’yla ilgili ödevim için detaylı bir harita bulmam lazım...

Ansiklopediler nasılsa bizimdi, hep elimizin altındaydı ya, onun için diğer kitaplardan sıkıldığımda başvururdum onlara. Ah o unutulmaz kitaplarımız... O formika kitaplık... 

Mesela Michel Zevako’lar, Pardayanlar serisi, aman o ne kapaktı öyle Kraliçe İzabo’nun resmedildiği kapak... Kraliçe, iç gıcıklayıcı göğüs dekoltesiyle (mavi miydi elbisesi?) uzanmış, gözleri yarı kapalı...  O da mı Pasavan’a aşıktı? İyi kalpli, yakışıklı ve kadınların gözdesiydi başroldeki Hardy Dö Pasavan... 17. Yüzyılın Paris’ini atıyla bir uçtan bir uca kateder, ne maceralar yaşardı... Tüilleri Bahçelerini  (*) ne kadar merak ederdim, kafamda öyle çok resim çizerdim ki... Mithat Sertoğlu’ydu galiba çeviren. 

Annemin okul yillarından kalma küçük bir Fransızca kitabı vardı bez ciltli... İçinde pek çok şarkı,  notalarıyla ve resimlerle yer alırdı. Sonra babam Alman Kültür Derneğine yazılmıştı da bordo renkli, lake kapaklı bir Almanca gramer kitabı getirip koymuştu kitaplığa... Ziraat Bankası, çalışanlarını dil öğrenmeye teşvik etmek için ücretsiz olarak onları Alman Kültür’e gönderiyordu galiba... Babamın elinden kitabı ve gazetesi̇ asla düşmezdi, önceleri Akşam gazetesi girerdi eve, sonraları Milliyet... Çetin Altan’ın Taş sütununu mutlaka çizerek okurdu. Ben “Fatoş” ile “Hoş Memo” bantlarını çok severdim... 
Ömer Seyfettin’in öyküler külliyatı, Yahya Kemal’in “Safahat”ı bez ciltli olarak kitaplığın ikinci rafını doldururdu. Ağabeyimin ortaokulu dereceyle bitirdiği yıl, Atatürk Lisesinde ona törenle armağan edilen iki ciltlik “Nutuk” da kitaplıkta yerini aldı. 
Hayal meyal hatırladığıma göre bir sonbahar günü, ABD başkanı JF Kennedy suikaste uğramıştı,  babam onun “Fazilet Mücadelesi” kitabını acaba o gün mü almıştı?



Sonra ben ortaokuldayken  babam eve Dostoyevski’nin “Ezilenler”ini getirdi. İşte o gün başladı bendeki Rus Yazarları aşkı... Etkileyici, kült anlatımları vardı Rus yazarlarının... Arada beni çok güldürenleri de oldu... Bu yüzden, “Çarın Çizmeleri”ni elimden hiç bırakamazdım, Mihail Zoşçenko’ya her okumada daha bir sevgi duymuştum. Sonraları kalbimde Aziz Nesin almıştı onun yerini... Ne kadar akıcı, nasıl güldürüp düşündürerek anlatırdı Nesin olayları karikatürize ederken... Bir kez karşılaştım Nesin’le, Uğur Mumcu’nun cenaze günü... “Cumhuriyet”te çalışıyordum,  Sakarya caddesindeki binanın en üst katındaydık, sokaklar caddeler insan almıyordu, o derece mahşeri kalabalık vardı, bir yandan da kar, yağmur, boran dövüyordu Ankara’yı. Bana büroda kalma görevi verilmişti, art arda gelen ajans haberlerini, siyasilerin açıklamalarını taziyelerini habere dönüştürüp merkeze geçme görevi... Aziz Nesin büroya buyur edildi, iki masa arkamda oturuyordu, çayını yudumlarken dalgınca pencerelerden izliyordu dışarıdaki mahşeri kalabalığı... Büroda sadece ikimiz vardık, konuşmadık hiç... Söylenecek bir şey yoktu.
E, ben yazmaya Avni Lifij diye başlamıştım ama...
Şimdi Corona karantinasındayız ya... İnsan okumanın yazmanın en çeşitli halleriyle tanışıyor belki de ondan kaptırıp gittim böyle, savruldum... Elimde Selim İleri’nin “Bir Gölge Gibi Silineceksin” başlıklı denemeleri var... Onun Avni Lifij’den söz ettiği sayfalara denk geldim şimdi:

Bununla birlikte, Avni Lifij için geriye kalmayacak, silinmeye yazgılı, uygarlığın ressamı diyebilir miyiz? Köşkler, bahçeler, saraylar, çeşmeler, medreseler, camiler henüz yerli yerindeyken ve iyi kötü bayındırken, bu ressam hepsinde tozarmışlığı alımla. (O saçaklı Köşk neredeydi? Bugün duruyor mu? Saçaklı köşkün de karıştığı handiyse eridiği günbatımı silme hüzündür.)
Renklerin alacalı oluşuna karşın, bu resimlerde yürek burkucu bir melankoli, ıssızlık, unutuluş, terkedilmiştir, sona eriş sezilir. Payitaht kendi içine kapanmış, dahası kendini yok etmeye koyulmuştur, renkler besbelli alacalarını son kez tutuşturmaya uğraşmaktadır.


Dur bakayım? Ne kadar olmuş ben Avni Lifij sergisini (hem de tüm eserlerinin yer aldığı!) gezeli... Hemen sayfaları açıp bakıyorum çektiğim fotoğraflara... (**)

Dışarıdaki deli rüzgara, Corona dehşetine  rağmen bu ne muhteşem bir esaret, elimde kitabım, yanımda dünyayı odama taşıyan şu elektronik aletler...


(*) Tuilleries Bahçıvanının Günlüğü- Nursun Erel
https://draft.blogger.com/blogger.g?blogID=8040302494100421276#editor/target=post;newUi=1;postID=237459699198200959

(**) https://www.facebook.com/media/set/?set=a.10157549269602870&type=3


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...