Bu Blogda Ara

Salı, Nisan 23, 2024

Kuru pantolon ile balık tutulmaz

Kuru pantolon ile balık tutulmaz” demiş ya Cervantes… Bilmem bugün yaşasa, hele beni görse ne derdi? “Eksik etekle asla tutulmaz!” Demez miydi?

Gecenin bu saatinde (onca kahveden sonra!) “nerden girdim bu levrek mavrasına” diye kıvranırken çınnn dedi telefonum… 

Ekose Etekli Levrek haberiyle hem dönem siyasetine hem  basın tarihine görünmez! olsa da aslında kalıcı bir imza atan Hasan Cemal’den gelen mesaj “çalar saat” etkisi yarattı… 

Harfine dokunmadan paylaşıyorum;

“Sevgili Nursun. 

Senin de kafan karıştı galiba.

Altan Öymen bana Ankara’dan haber verdi daveti

Sabah erken rahmetli Ergin Konuksever’le Yalova’ya gittik. Gazeteciye yasak dediler kapıda. Bizden başka gazeteci de yoktu zaten. Aklıma geldi, babaannem Yalova’daki kaplıcalara gidermiş… Çağlayangil de Bursa Valisi. Cemal Paşa’nın haremi yani eşinin geldiğini duyunca iki defa babaannemi ziyaret etmiş kaplıcalarda. 

Kapıda bunu hatırladım. İçeriye, Çağlayangil’e haber saldım, kapıda Cemal Paşa’nın ve haremi Seniha Hanım’ın torunu gazeteci Hasan Cemal kapıda diye…

Çağlayangil kapıya çıktı, beni ve Konuksever’i içeri aldı, “gazetecilik yok ama…” diyerek. 

İçerisi rengarenkti. Amerikan ve Sovyet Büyükelçileri dahil yabancı sefirler, Türk büyükelçiler… rahmetli Büyükelçi Oğuz Gökmen, şortuyla, kumsalda yakılmış bir ateş üzerinde kocaman bir kaburga pişiriyor. Elindeki tenekeden bir paçavrayla ete sos sürüyor. 

“Beyefendi bu nedir böyle?”

Hafif alaylı bir sesle:

“Oğlum öğren, buna Assado derler, Arjantin usülü kaburga…”

Biraz sonra elime bir menü geçti ama anlamadım, daha çok Fransızca ya da diplomatik dille falan yazılmıştı. 

Oğuz Gökmen’in yardımını rica ettim. 

“Efendim bu EKOSE ETEKLİKLİ LEVREK de nedir?”

Kocaman kahkahasıyla biraz dalgasını geçerek,

“Burada birçok ülkenin sefirleri var. Hepsine menüde bazı hoşluklar yapıldı. İngiliz sefiri de İskoç… Onun için de Ekose eteklikli levrek dedik. “

Rahmetli Oğuz Gökmen lafını bitirirken yanımızda Çağlayangil bitti, “ Dikkat et, bunlar başımıza iş açar” diye…

Ertesi gün gazeteye, Günaydın’a  gittim, haberimi yazdı m, Genel Yayın Müdürü Rahmi Turan’a teslim ettim. 

Ekose eteklikli levrek haberimin leadinde, girişinde yoktu, anlaşılan farkında değildim. Ertesi sabah gazetenin tepesinde ekose eteklikli levreği görünce, Günaydın tarzı gazeteciliğin ne olduğunu gördüm. Sevgili Rahmi Turan benim habere bir güzel takla attırmış, manşeti patlamıştı. 1973 genel seçimlerinden birkaç ay önceydi bu. Birkaç yıl sonra Çağlayangil beni Güniz Sokak’ta, Demirel’in yanında yakalamış senin o haberin yüzünden az daha seçimi kaybediyordum demişti. Benim o haberde imzam yoktu, çünkü 12 Mart darbesi sonrasında 44 aylık kesinleşmiş hapis cezam vardı, aranıyordum.”

Bu sözlerin üstüne söz söylenir mi?

Başlar öne eğilir ve susulur!










Pazartesi, Nisan 22, 2024

Levreğin kılçığı aklıma! takıldı


“Ne levrekmiş yahu!” diyeceğim geliyor da,  bu levrek başka levrek, yarım asır önce “Ekose Eteğiyle Siyaseti darmadağın etmiş!” (*) şimdi de tıpkı Şebnem Bursalı’nın Monaco’da afiyetle yediği ıstakoz gibi, basın gündemini karıştırıyor…

-Ayol sen bu levrek meselesini niye bu kadar uzattın? Kabak tadı vermedi mi?


Diyenler olabilir,  üstelik Atina’da  gezip tozmak varken niye mi bu konuya takıldım? 


Söyleyeyim… Bu yazılar nedeniyle art arda Ankara’dan gelen telefonlar yüzünden… Dün de, meslektaşım Olay Tan aradı:


-Yazıları okuyunca Ergin Konuksever’e haksızlık edildiğini düşündüm. O sırada Günaydın’da çalışıyorduk.Yalova’da İhsan Sabri Çağlayangil’in davetindeki tüm resimler ona aittir, zaten paylaştığınız gazete kupüründe onun imzası açıkça görülüyor, esasen Günaydın gazetesinde resimsiz haber, yok hükmünde sayılırdı, yani hiçbir şey ifade etmezdi. Sonuçta İhsan Sabri Çağlayangil’i zor durumda bırakan Ekose Etekli Levrek haberini yaratan gazeteci aslında Ergin Konuksever’dir …Ölümünden kısa bir süre önce onunla bir söyleşi yapmıştık, orada da emek verdiği haberin sonraları farklı isimlere mal edilmesinden dolayı kırgınlığını ifade etmişti, şimdi yeri geldiği için bunu hatırlatmayı ben de vicdani borç kabul ettim. (**)


Bizim meslekte “fikri takip” denen konu önemlidir, meslek büyüklerim Hasan Cemal ve Altan Öymen’in görüşlerine önceki yazımda  (***)yer vermiştim, bunun üzerine Altan Bey ile yeniden konuştum, şöyle dedi:


-Ekose Etekli Levrek meselesi, o günlerin ortamını anlatan çok enteresan bir olaydı, siz yazınızda detayları dile getirmişsiniz zaten, Ergin Konuksever o zamanlar foto muhabiriydi, sanırım Hasan Cemal’le birlikte gitmişlerdi Yalova’ya. Tabii büyük sansasyon yaratan haberlerdeki imza önemlidir ama -Hasan o günlerde mahkumiyeti olduğu için imzasını koyamadı- diye biliyorum. Necati Zincirkıran’ı bulabilirsem ona da sorar sizi ararım.


———Can Pulak’tan Çağlayangil’e Hodri Meydan—-



Ergin Konuksever artık hayatta olmadığı için şimdi ben de vicdani yük altında kalmıştım, o yıllarda Günaydın gazetesini yöneten Necati Zincirkıran’a ulaşmayı ben de denedim ama başaramadım, birden aklıma geldi: “Gazetenin Ankara Temsilcisi o zamanlar Can Pulak değil miydi?”  Hemen telefona sarılıp onu aradım:


-Can Bey, ekose etekli levrek olayını hatırlıyor musunuz?

-Hatırlamaz olur muyum? Ergin Konuksever’indi o haber, büyük olay yaratmış, hatta seçim sloganına bile dönüşmüştü. Halkın tepkisine yol açan o haberin kupürleri Bursa’da, Adalet Partisi ve İhsan Sabri Çağlayangil’in muhalifleri tarafından  bütün evlere kapılarının altından atılıyordu, Çağlayangil neredeyse seçimi bu yüzden kaybedecekti. Başbakanlık merdivenlerinde de Günaydın’da çıkan bu haber yüzünden adeta kavga ettik, bana çok kızmıştı.

-Neden?

-Çünkü ertesi yıl da Yalova’da davet veriyordu ve ben kendisine Başbakanlık merdiveninde rastlayınca, şöyle söylemiştim:


-Yalova’ya ben de bu sene gelip, davete katılacağım…

-Ama ben sizi davet etmedim ki, davetsiz misafir olur mu?

-Olur, ben gazeteciyim, davetsiz de olsam, her yere girerim…


Hatta “Hodri Meydan” diye bir yazı da yazmıştım.

Nitekim İstanbul’a gittim, rahmetli Abdi İpekçi ile buluşup Büyükada’ya geçtik, o gece adada katılmamız gereken bir kutlama vardı. Ertesi gün ben vapurla Yalova’ya hareket ettim, rıhtıma yanaştığımız sırada baktım gençlerden bir kalabalık var, sordum:


-Ne oluyor?

-Can Pulak’ı bekliyoruz

-Ne yapacaksınız Can Pulak’ı?

-Çağlayangil’in evine götüreceğiz

-İşte o benim, karşınızda Can Pulak


Gençlerle birlikte o gün, on on beş arabadan oluşan bir konvoyla biz Çağlayangil’in evinin önüne klakson çala çala geldik, arabadan indim, kapıyı büyükelçi Ömer Akbel açtı, ardından Çağlayangil geldi, -ooo Can Bey, hoşgeldiniz  şeref verdiniz- dedi bana ama hemen ekledi; -yalnız fotoğraf makinesiyle giremezsiniz-… Ben de, “o benim silahım, onsuz hiçbir yere gitmem- dedim, gerginlik oldu, çıktım dışarı, biraz sonra baktım, yandaki evlerin birinin çatısından Necmi Onur bana sesleniyor, o sırada Hürriyet gazetesindeydi. Ben de evin çatısına çıktım bir baktım ki, Çağlayangil’in bahçesi kabak gibi gözüküyor, çektik fotoğrafları, biraz sonra kapı çalındı, Çağlayangil Büyükelçi Semih Akbil’i bana göndermiş, -çağır Can’ı da sulh olalım- diye…


İşte böyle… Hiç unutmam, gazetedeki bir resimde o mükellef sofranın arkasında, uzaktan yemeklere bakan çocuklar var, -misafirler butları, çocuklar kemikleri kemirdi- diye altyazı yazılmıştı altında…



İşte böyle dostlar, İhsan Sabri Çağlayangil’in sofrasında diplomatların yediği levreğin derdi tam yarım asır sonra bizi böyle gerdi, bilmem artık bundan böyle ıstakoz nelere yol açar…


(*) https://bennursunerel.blogspot.com/2024/04/ekose-etekli-levrek-mi-monaco-istakozu.html

(**) https://youtu.be/TBtmF7baK_A

(***)https://bennursunerel.blogspot.com/2024/04/ekose-etekli-levrek-yazsndaki-hatam.html






Perşembe, Nisan 18, 2024

Ekose Etekli Levrek kimin oltasına takılmıştı?

 






“Son günlerin çok tartışılan konularından biri, AKP’li Şebnem Bursalı’nın Monaco’da yediği istakoz oldu ama yıllar önce yaşanan “Ekose Etekli Levrek” olayı da  az mı konuşuldu?” Diye sorduktan sonra bir meslektaşımla aramızda geçen diyaloğu paylaşayım:


-Tamam konuşuldu da, o haberin altındaki imza kimindi?

-Günaydın gazetesinde yayınlanan haber aslında imzasızdı

-Ama sen tuttun o çok önemli, hem de tam sayfa haberi Olay Tan’a atfettin? (*)


Evet, ne yazık ki o büyük hatayı ben yaptım, yeterince araştırmadım, Ekose Etekli Levrek kitabının yazarı Fethi Akkoç’la konuşmakla yetindim, oysa ortalığı sarsan o haber, Akkoç’un kitabından  yıllar önce Hasan Cemal tarafından kaleme alınmış ancak o sırada, bir yazısı nedeniyle hakkında mahkumiyet kararı bulunan Hasan Cemal  basın tarihine geçen büyük haberde kendi imzasını kullanamamıştı.


Hasan Cemal bu durumu dün zarif bir mesajla bana hatırlattı, ben de üzülerek arşivlere daldım, ilgili yazıları buldum, işte Doğan Hızlan’dan (**) bu önemli haberin öyküsü:


“1973 yazında İhsan Sabri Çağlayangil’in verdiği davete, Günaydın'da yazmak üzere Hasan Cemal gönderiliyor. Ne var ki, içeriye gazeteci kabul edilmiyor. Hasan Cemal, Cemal Paşa'nın torunu olarak içeri sızıyor..Dolaşırken karşısına emekli büyükelçi Oğuz Gökmen çıkıyor, ona menüde yer alan Ekose Etekli Levrek'in anlamını soruyor.Oğuz Gökmen de ona açıklamada bulunuyor: 'Her yıl listede bir şirinlik yapılır, İngiltere Büyükelçisi İskoç asıllı olduğundan, ona bir şıklık, şirinlik olsun diye böyle yazılmış.' Oğuz Gökmen'le Hasan Cemal konuşurken, büyükelçiyi uyarıyor Çağlayangil. 'Bu adamlara konuşursan altından bir şey çıkar', diye.Hasan Cemal de yazısını bitiriyor, Günaydın'a teslim ediyor.Ertesi gün gazeteyi aldığında şaşırıyor.Günaydın'ın birinci sayfası, bu habere ayrılmış.İşte İhsan Sabri Çağlayangil ve Hasan Cemal'in adları basın tarihine böyle geçiyor.1983'te karşılaştığı Hasan Cemal'e, İhsan Sabri Çağlayangil, 'Senin yüzünden seçimi kaybediyordum, o yıl' diyor."

——-Haber neden imzasız?———

Devrim Gazetesinde yazdığı yazı nedeniyle hakkında mahkumiyet kararı verilen Hasan Cemal’in Günaydın Gazetesinde görev almasını sağlayan gazeteci Altan Öymen de durumu (***)  şöyle anlatıyor:

İhsan Sabri Çağlayangil, 12 Mart dönemine kadar Dışişleri Bakanı’ydı. Fakat Demirel hükümeti devralınca bakanlıktan ayrıldı, senatörlüğü devam ediyordu. Eski Dışişleri Bakanı olarak verdiği yemeği, yine vereceği haberini alıyor Hasan. Mekân, Çağlayangil’in Yalova’daki yazlık evi ve bu geceye kesinlikle gazeteci alınmıyor. Hasan davetli olmamasına rağmen bu yemeğe bir şekilde gitmeyi ve içeri girmeyi başarıyor. Sempatik bir adam da olduğu için kendisini gazeteci olarak tanıttıktan sonra bile kimse ona git demiyor. Yemeğe oturduktan sonra bir mönüye bakıyor ki ‘ekose etekli levrek’ diye bir yemek var. Mönüyü büyükelçilerden Oğuz Gökmenhazırlamış. Espri olsun diye de levreğe ‘ekose etekli levrek’ diye bir isim takmış. Hasan fotoğraflarla birlikte bu geceyi mükemmel şekilde kaleme almış ve haber manşet olmuştu. Tabii polis tarafından arandığı için bu haberi imzasız olarak yayınlanmıştı.”


-“Hata değil çare bulun” demiş ya Henry Ford… 

Tabii onun kastettiği hata otomobillerin aksamı ile ilgili olsa gerek, benimki ise kullandığım sözcüklerden kaynaklı, işte oradaki hatam nedeniyle sevgili Hasan Cemal’i kırmamış olmayı umut ediyor, sizden de af diliyorum.


(*)https://bennursunerel.blogspot.com/2024/04/ekose-etekli-levrek-mi-monaco-(**)https://www.hurriyet.com.tr/ekose-etekli-levrek-7197455

(***)https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/altan-oymen-gazetecilikte-70-yil,29150







Salı, Nisan 16, 2024

Ekose Etekli Levrek mi, Monaco İstakozu mu alırdınız?




İstanbul’dayım, bizim çocukların evinde misafirlikte, telefonum çaldı, arayan Barış Kaşıkçı:


-Şu istakozu filan bir kenara bırakıp İhsan Sabri Çağlayangil’in (*) Ekose Etekli Levrek Daveti olayına baksana…


Barış Kaşıkçı, benim hayran olduğum, çok şey öğrendiğim müthiş bir gazeteci, Anadolu Ajansında mesleğe başladığım yıllarda onun öncülüğünde atlatma haberler yapılıyor, A.A. bütün gazetelerde aynı anda manşetlere çıkıyordu, kimilerine benim de tanıklık etmişliğim, “teyp taşımak” gibi küçük katkılar sunmuşluğum bile var.


Hemen harekete geçiyorum, o tarihi olayı dile getiren bir kitap aklıma geliyor… Ahhh, ne yazık ki Ankara’daki kitaplığımda, olsun, çareler tükenmez, ilk işim kitabın yazarı, meslek büyüğüm Fethi Akkoç’u aramak oluyor:



-Fethi Bey, sizi Ekose Etekli Levrek kitabınız için aradım

-E, ben sana o kitabı imzalayıp vermiştim, açıp bir bak bakalım neler yazmışız? 

-Fethi Beeeeey, ne yazık ki ben İstanbul’dayım, kitabınız Ankara’da kitaplığımda duruyor, sizden rica etsem o olayı konuşabilir miyiz?

-Sor bakalım…

-Bu Ekose Etekli Levrek olayının Türk Siyaseti açısından önemi nedir?

-Ooo, çok önemli, Türkiye 1973 seçimlerine gidiyor… İki büyük parti kıran kırana yarışıyor, Bülent Ecevit liderliğindeki CHP ile Süleyman Demirel liderliğindeki AP (Adalet Partisi…) O sırada iki parti de değişim geçirmiş, Ecevit, CHP’nin efsanevi lideri İsmet İnönü'yü devirip gelmiş, Süleyman Demirel ise 12 Mart muhtırasını yemiş, Ferruh Bozbeyli filan AP’den ayrılıp yeni parti kurmuş. Ayrıca Türkiye haşhaş ekimini ABD talimatı ile yasaklamış… (**)

-Evet peki ekose etekli levrek bunun neresinde?

-Dur işte anlatıyorum, ABD Başkanı Nixon Türkiye’ye özel temsilci gönderiyor Demirel’le görüşmesi için Büyükelçi Parker Hart’ı… Fakat Demirel görüşmek istemiyor, diyor ki, -Bunlar yine bizden bir taviz isteyecekler, haşhaş olayında olduğu gibi bir dayatmada bulunacaklar, söz verip de tutmazsan halin harap, o yüzden ben görüşmem. Ama İhsan bir şey yapsın, bir davet filan versin, neymiş muradı anlayalım…-

-Ekose etekli levrek olayı?

-Ya, amma sabırsızsın dinle… İhsan Sabri Çağlayangil, bu Parker Hart da dahil Türkiye’deki büyükelçileri Yalova Çiflikköy’deki evine davet edip bir yemek veriyor, yemekte kuş sütü eksik, hele masaya tepsi içinde bir levrek geliyor ki muhteşem, yeme yanında yat… Dev gibi balığa yemeğin davetlilerinden İskoç asıllı İngiliz Büyükelçisine jest olarak mayonezle şekil veriyorlar, oluyor sana ekose etekli levrek…

-Peki sonra?

-Sonrası şaşırtıcı… Ben o sırada Tercüman gazetesi adına Bülent Ecevit’le sürekli görüşüyorum, İstanbul’da 1 Mayıs mitinginden dönüyoruz, Bolu’da Koru Motel’deyiz, bana Adalet Partisi’nin seçimlere çok hızlı girdiğini, hatta 300 sandalyeyi bile yakalayabileceğini anlatıyor…Endişeli yani…

-Ama öyle olmadı değil mi? Ben hatırlıyorum, CHP çok güçlü çıktı seçimden?

-Ya, işte orası çok ilginç…Gerçekten o sırada AP çok güçlü durumda, fakat Demirel’in Hart’la görüşmemesi yani ABD’ye işbirliği için seçimler öncesinde göz kırpmaması aleyhine oluyor, basında bir “Basma ve Tuz Kampanyası” başlatılıyor… Yani Sümerbank’ın ürettiği basma kumaşın  ve hatta heryerden çıkarılabilen, kolayca elde edilen tuzun bile cepleri yakacak kadar pahalı oluşundan dem vuran bir kampanya… Tabii AP bu pahalılık söylemleri yüzünden seçimi kaybediyor, sadece 141 milletvekili çıkarabiliyor, seçimi CHP kazanıyor 184 milletvekili ile… (***) Yani ekose etekli levrek bile kurtaramıyor AP’yi, olay budur… Aslında bugün yaşanan pahalılık olayının AKP’ye yerel seçimde kayıp yaşatması gibi…

Heyecanlanıp internette arşivlere giriyorum, Olay Tan’ın Günaydın’daki tam sayfa manşetini buluyorum, daha sonra yazılanları inceliyorum, Barış Kaşıkçı’yı arıyorum:



-Barış, Fethi Akkoç’la konuştum, anlattıklarını yazacağım, sen bu istakozla levrek arasında nasıl bir bağlantı kurdun?

-Baksana, işte iki olay benzemiyor mu sence? Pahalılık, lüks merakı siyasetçilere nasıl irtifa kaybettiriyor?


Bu konuşmaların ardından Barış Kaşıkçı bana konuyla ilgili yazıları da gönderiyor fakat ciddi bir sorun var, ben “eski kuşaktanım” önümde F klavye yoksa tek kelime bile yazamam… 


-E, peki, sabahtan bu yana bunca konuşmalar yapılmış, arşivler karıştırılmış, resimler bile bulunmuş, yazma isteğiyle kıvranıyoruz, ne yapacağız?


Haydi misafirliği, kahve höpürdetmeyi, torun sevmeyi filan bırak şimdi… Bavulunu, lap top’unu bırakmıştın ya, oraya gidip geç bakalım klavyenin başına…


O anda telefonum çınlıyor, mesaj yine Barış Kaşıkçı’dan… Hıncal Uluç ve Mehmet Yalçın’ın o günlerin gazetecilik atmosferini, dostluklarını, hatta ekose etekli  levrek olayını dile getiren yazılarını göndermiş, özlem duyarak okuyorum… (****)


-Ah, nerde o eski çalışma ortamımız? O şefler, o meslek büyükleri, o heyecan, o siyasiler, o gazete büroları? 

Ya o okurlar? 


(*)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0hsan_Sabri_%C3%87a%C4%9Flayangil

(**)https://www.kitapyurdu.com/kitap/ekose-etekli-levrek/372112.html

       https://dergipark.org.tr/tr/pub/asm/issue/59793/827640

(***)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/1973_T%C3%BCrkiye_genel_se%C3%A7imleri

(****)https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-yalcin/ekose-etekli-levrek-ii,20402

           https://m.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2015/08/22/ekose-etekli-levrek






Pazar, Nisan 14, 2024

Bir kaç damla gözyaşı

  



Yıllar geçti aradan ama, “derin keder yaşatan bir an”  belleğimden hiç silinmedi… Bayram sevinçleri sonrasında bu olay aklıma geldi, paylaşmak istedim. 

Herkesin hayranlık duyduğu büyük aktör Kerim Afşar, ailesiyle birlikte, benim doğup yıllarca yaşadığım mahallede, arkamızdaki apartmanda komşumuzdu. 

Annem Masume Alev ve Bahriye Hanım

Sıhhiye, Hanımeli Sokaktaki Hanımeli Apartmanında otururduk, hep- apartmanımızın ismi annemin bahçeye diktiği sarmaşıktan mı kaynaklanırdı?- diye düşünürdüm… Yıllar içinde toprağa kök salıp devleşen sarmaşık, bizim oturduğumuz dairenin balkonunu öylesine sarıp sarmalamıştı ki, hanımeliler açtığında ortalığa mevsim boyu, belli belirsiz ama nefis bir koku yayılır, balkonda çay içip sohbet etmenin  keyfine doyum olmazdı. 

Kerim Afşar’ın annesi Bahriye Hanım, evimize sıkça misafir olan,  yılların görgüsünden, süzülmüşlüğünden kaynaklı sohbetini çok sevdiğimiz bir komşumuzdu. Kerim-Esin Afşar’ın kızları Pınar’ın da babaannesiyle birlikte bir kaç kez bize geldiğini hatırlıyorum.

Üniversite öğrenciliğim sırasında güzel bir bahar günü, Bahriye Hanım,  elinde pelür kağıda sarılmış bir paketle geldi:

-Nursun bak bu danteli senin için ördüm, belki evlendiğini göremem ama çeyizine koyar, sonra beni hatırlarsın …



Şimdi evimin bir köşesinde duran, o yılları gözümün önüne getiren, ağ ipliğinden örülmüş zarif dantele o anda hayran kalmış, Bahriye Hanıma nasıl teşekkür edeceğimi bilememiştim. 

Tuhaf bir durum ise bugün bile aklımda. O gün, biz bakla pişirmiştik, Bahriye Hanım bunu farkedip gülümseyerek şöyle demişti:

-Bahar aylarında bakla pişirilen mutfaklardan sızan kokular çok hoşuma gider, terasa çıkar içime çekmek isterim

Annem mahcubiyetle:

-Ah, kusura bakmayın, ne kadar havalandırsak da mutfakla salon bitişik olunca kokular da böyle dışarı sızıyor işte, Nursun size hemen bir tabak getirsin, baklayı yoğurtla mı seversiniz?

Bahriye Hanım gülümseyerek:

-Yok yok, aman sakın… Doktor bana baklayı yasakladı, o yüzden evlerde pişirilen, bizim terasa sızan bakla kokularıyla  hasret giderdiğimi size anlattım…

Sonradan “Akdeniz Anemisi” hastalığı olan bir meslektaşım bana baklanın onlara yasaklandığını, hatta kimi zaman ölümcül etki bile yaratabildiğini anlatmıştı, -Bilmem Bahriye Hanımda da aynı hastalık mı vardı?-

O güzel yıllar çoktan geride kalmış, Bahriye Hanım yaşama veda etmiş, evlenince  ben de  uzak semtlere yerleşmiştim.  

Bir gün annem hastalandı, hastaneye kaldırdık, dokuz gün devam eden üzücü bir yoğun bakım sürecine girdik. Yakınları olarak sadece bir iki dakika olsun  hastalarımızı görebilmek için hastane önünde bekleyen bizler, zaman zaman aramızda dertleşiyorduk, çok zarif, biblo gibi bir genç kadınla her gün karşılaştığımız için dert ortağı olmuştuk. İsminin Leyla olduğunu öğrendiğim genç kadına  “benim annem yoğun bakımda” diyerek “sizden kim hasta?” Diye sorunca, “Eşim rahatsız, Kerim Afşar” dedi. Şaşırmıştım, kendisi çok gençti çünkü,  ona Sıhhiye’deki  komşuluğumuzu, Kerim Beyi sokağımızın kasabında, bakkalında, manavında  sık sık gördüğümü anlattım. Hatta ortaokul sıralarındayken 3. Tiyatro’da unutulmaz bir oyununu izlemiş, Küheylan’daki başrolüyle Kerim Afşar’a ve oradaki oyunuyla parlayan genç Mehmet Ali Erbil’e hayran olmuş,  o muhteşem sahneleri asla unutamamıştım.  

Hastaneden dönüşte albümleri karıştırıp annemle Bahriye Hanımın resmini buldum, ertesi gün hastaneye gittiğimde Leyla Afşar’a gösterdim, dedi ki:

-Ah çok hoş, eğer bizi aynı anda içeri alırlarsa Kerim’e bu resmi gösterelim, siz de annesine dair sözler söylersiniz.

Şans eseri, o gün ikimizi  yoğun bakıma birlikte aldılar, Leyla Hanım elinde resim, yatakta oturan eşinin yanına gitti, bana işaret etti,  Kerim Bey resme bakarken, ben de Bahriye Hanımla annemin Hanımeli Sokaktaki dostluğundan, söz ettim…

Kerim Bey suskunlukla dinledi, sonra bana dönüp teşekkür ederken, gözünden süzülen yaşları farkettim, benim de gözümde yaşlar vardı, annemin yoğun bakımdan çıkamayacağını biliyordum çünkü.

Ertesi gün annem yaşamdan ayrıldı, bir kaç gün sonra da Kerim Afşar… 

Hanımeli Sokaktaki Hanımeli Apartmanı hala duruyor, birinci katın balkonuna uzanan sarmaşık ve mis gibi kokuları etrafa saçılan hanımeliler ise çoktan yok olup kayıplara karıştı, onları bir zamanlar sevmiş olan insanlar gibi, artık sadece anılarımızı süslüyorlar. 

https://www.romankahramanlari.com/oynamadi-yasadi/

Kuru pantolon ile balık tutulmaz

“ Kuru pantolon ile balık tutulmaz ” demiş ya Cervantes… Bilmem bugün yaşasa, hele beni görse ne derdi? “ Eksik etekle asla tutulmaz! ” Deme...