Bu Blogda Ara

kadınlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadınlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Ocak 06, 2024

Savcılık kadın fıtratına uygun işlerden midir?

 




“Ispartanın Gelini” olarak hemşerileri tarafından haklı bir gururla anılan Türkiye’nin ilk başörtülü başsavcısı Tuba Ersöz Ünver ile ilgili sosyal medyada dolaşan bir paylaşım var. Kadın başsavcının Gümüşhane’de, makamında çekilmiş bir fotoğrafının altına “Rabbime şükürler olsun” diye yazdığına değinilerek, Kur’an hükümlerine bağlı kalsa görev yapamayacağı, evinden dışarı adım bile atamayacağı ima ediliyor.

Kur’an-ı Kerim’in Diyanet İşleri Başkanlığının sitesinde yer alan kadınlara ilişkin hükümlerine bakarak olasılıkları değerlendirelim mi?


Diyelim ki savcımızın karşısına bir borç alacak meselesi geldi. Örneğin Seçil Erzan’ın dolandırdığı iddia edilen futbolcular sözkonusu. Savcımız soruşturma yaparken tanıkları nasıl belirleyecek?


Bakara 282:


“Ey iman edenler! 

….Erkeklerinizden iki şahidi de tanık tutun. Şahitler iki erkek olmazlarsa, rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkekle -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki de kadın olsunlar…”

+++++++

Diyelim ki bir boşanma davası söz konusu, taraf olan erkek, “karımdan boşanmak istiyorum çünkü üstüne bir kaç eş daha almak istiyorum ama karşı çıkıyor” derse savcımız bu meseleyi nasıl ele alacak?


Nisa 3:


“Ey iman edenler!

…Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır…”

+++++++++

Savcımız için acaba her gün Adliyeye gitmesi bir zaruret midir? Yoksa evinde “ağırbaşlılıkla” oturmalı mıdır? -İlle de çıkacağım- diyorsa, nasıl giyinmeli, makyaj yapmalı mı, takı oje gibi süsler kullanabilir mi? 

Ayrıca,  cariyeler kadın sayılmıyor mu?


Ahzap 33:

 

“Ey iman edenler! 

…Dışarı çıkmanızı gerektiren zarurî bir sebep olmadıkça evlerinizde ağırbaşlılıkla oturun. Mecburi bir iş için çıkmanız gerektiğinde ise, eski câhiliye devri kadınlarının yaptığı gibi, süslerinizi ve câzibenizi dışarı vurarak çıkmayın…”

+++++++

Değerli savcımızın karşısına kocasından dayak yemiş bir kadının şikayeti gelirse, koca “Onu, rabbimin emrettiği şekilde dövdüm” diyerek savunma yaparsa soruşturma nasıl yürüyecek?


Nisa 34:


“Ey iman edenler!

…(Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün…”


NOT: Değerli başsavcımız AKP yönetimi tarafından 2022 yılının yaz kararnamesi ile Gümüşhane’de göreve atanmış.Bu durumda acaba iktidar ortağı durumundaki Hüda-Par’ın parti programında yer alan “kadın fıtratına uygun işler” sınıflandırmasının da yeniden gözden geçirilmesi gerekir mi? 

Örneğin savcılık kadın fıtratına uygun işlerden midir? 


Bu müphem hususların da bence açıklığa kavuşturulması gerekmektedir… Saygılarımla kamuoyuna ve ilgililere arz ederim.





Cumartesi, Nisan 17, 2021

Karanlık zihniyet!



Korkuyorum dostlar, bu karanlık zihniyetten çok korkuyorum, lafı dolandırmadan söyleyeyim:

-Ülkede kimi karanlık güçler, aydınlığı karartmak, bireyleri çağdaş yaşamdan alıp ortaçağa geri götürmek, hele hele kadınları düşünsel ve fiziki anlamda “köşelere kapatmak” istiyor, bunun için büyük çaba ve kaynak harcıyorlar.

İstanbul Sözleşmesinden bir kalemde çıkmak, kamuoyuna bu kararı, “ilerisini gerisini tartışmayın” diye dikte etmek başka türlü nasıl değerlendirilebilir?

Ramazan’ın ilk günü, ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu televizyonda, “süslenmek, oje sürmek, makyaj yapmak orucu bozar mı?”  Konusunu işlemişti. Ben de bundan söz eden bir yazı paylaşmıştım. (*) Yazımda bir İslami (?) siteden imla hatalarını düzeltmeden! alıntıladığım şu paragraf yer almıştı:

“Güzelliğinizin, Cinselliğinizin, Dişiliğinizin, kullanım hakkı, sadece ve sadece kocanıza aittir,

Güzelliğinizi, Cinselliğinizi, Dişiliğinizi, Şıklık, Sosyal Hayat, Sosyal Yaşam, Çağdaş yaşam, Modern yaşam,

Özgür yaşam, gibi kavram Kargaşaları ile, Kocanızdan başka Erkeklere sergileyemez ve Teşhir edemezsiniz,

ve kullanamazsınız, Zira bu Özgürlük ve Özgürlüğünüz değildir, Zira Hiçbir Erkek Fıtratı bunu kabul etmez,

sonra Kadınlara karşı Şiddet ve Tecavüz nereden çıkıyor diye aramayın, hatta ve hatta sonu, Kıskançlık ve Namus Cinayetlerine kadar gider, Haberlerden izliyorsunuzdur, Fıtratınızda, Yaratılışınızda, Bedeninizde Sahibi olduğunuz Cinselliğinizin kullanım hakkının size ait olmadığını, Şimdi daha iyi anlayabildiniz mi ? 


Kadın ve Çocuk Cinsel Sapıklarının nasıl ortaya çıktıklarını,

Kadının ya da  Çocuğun Nasıl Irzınıza geçtiklerini, Cinsel Tacizlerin, Cinsel Tecavüzlerin nedenlerini,

Nasıl Canınızı Katlettiklerini şimdi daha iyi anlayabildiniz mi?”


Soruyorum size, “bu yazıda dile getirilenler, şiddet ve tecavüzü hatta ve hatta kadın cinayetlerini adeta mübah sayan, hatta teşvik eden! karanlık zihniyetin ürünü değil midir?” Açık konuşayım, ben bu yazıyı okuduğumda dehşete düştüm, tüylerim ürperdi, korktum... Hatta bu sitenin adını açıkça dile getirmekten bile ürktüm... Soruyorum şimdi:


-Boğaziçili öğrencileri, Amiralleri, Gezi’nin gençlerini perişan eden, süründüren devlet yetkililerimiz nerede?

-Bütçe pastasının en bol sıfırlı, en büyük dilimine kılıcıyla! konan Diyanet İşleri Başkanlığımız nerede? O bol şekerli-kremalı, semirten! pasta diliminin diğer ortağı Diyanet Vakfı nerede? Ahaliyi dini yönden aydınlatmak, yalandan, yanlıştan, hurafeden, sözde hacılardan hocalardan kurtarmak onların asli görevi değil mi? Ayasofya’da  kim bilir kimlere salladığınız kılıcı asıl bu karanlığı yok etmekte kullansanıza...


Kusura kalmayın sevgili dostlar, meslekte geride bıraktığımız onca yıldan süzülen bilgi ve deneyim kırıntısıyla bu blogda cürmüm kadar ateş yakmaya çalışırken sizlere seslenmemi çok görmeyin... Çünkü korkuyorum...

Neyse ki, yalnız değilmişim, bu gelişmelerden korkan ve bu konunun ciddiyetini gören “başkaları” da varmış... O yazıya gönderilen bir yorumu ve yanıtımı bu nedenle sizlerle paylaşıyorum:


Blogger zeynep dedi ki...

Merhaba,
Yazınızı pür dikkat okudum. Ne buyuruyor ilim irfan hocalarımız diye yazdığınız kısım hususi dikkatimi çekti. Alıntılanan bu kısımda kelime, dilbilgisi yanlışları bir yana içerik kısmının da asli kaynaklarla örtüşmeyen cinsten yanlışlarla ve çarptırmalarla dolu olduğunu gördüm. Çok merak ettim bu ilim irfan sahibi kişiyi fakat yazınızda ne yazık ki bir referans göremedim. Cümleleri topluca internette arattığımda bir siteye ulaştım. Bil fiil sizin alıntıladığınızla aynı şeyler yazıyor hakikaten. Site sahibine sitenin amacına ve hakkında yazılarına ulaşmak istedim. Siteden edindiğim bilgileri sizinle ve okurlarınızla paylaşmak isterim. Sitenin sizin alıntınızı barındıran adresi http://www.ilmihalim.com/Konu-Detay.asp?Id=28&DId=78

Site hakkında bilgi, 

"SİTEMİZ, HERHANGİBİR CEMAAT VEYA TARİKAT SİTESİ DEĞİLDİR,
ALLAH VE RASULUNUN SÖZLERİNDE, KENDİ YERİMİZİ BULACAĞIMIZ SİTEDİR" ve site sahibi/yazıları paylaşan kişi hakkında"1983 İstanbul Eyüp İmam Hatip Lisesi Mezunu
1987 Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi Mezunu
İslam Mektebi Öğrencisi
SERBEST MUHASEBECİ, FERHAT  
GAZİANTEP" şeklinde bilgilere ulaştım. Şöyle yorumladım, bu kişi dini içerikleri kendi yorumlarıyla yazdığı bir site kurmuş, altyapısı ilim irfan sahibi demek için bence yeterli görünmüyor siz ne dersiniz? İlahiyat dalında bir yüksek öğrenimi, uzmanlığı, doktorası vb şeklinde bilgiler göremedim. Muhasebeci olduğunu belirtmiş. Bu nedenle her ne kadar karşı da olsak bu tarz aslı olmayan bilgilerin yayılmasına ön ayak olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple bu yorumu yazmak istedim. Toplumumuzun/halkımızın hep bu şekilde uç/itham olunduğu değerlerin temsili olmayan/ekstrem örnekler üzerinden kutuplaştırıldığını düşünüyorum. Bu sözüm her görüşün fanatik savunucularına ithafen, çünkü teyit etmeden bağlam hakkında bilgi sahibi olmadan sadece bir fotoğraf üzerinden işaret parmağını doğrultma eylemini benimseyen fanatizm çok doğru gelmiyor bana. 
Suya yazdınız, tam bamteline rast geldi. Ben de buraya birkaç şey yazmak istedim.

17 Nisan 2021 04:19

 Sil
Blogger Nursun Erel dedi ki...

Sayın Zeynep,

Yazımı okuduğunuz, zaman ayırıp, değerlendirdiğiniz ve bu çok değerli bilgileri içeren yorumu bıraktığınız için çok teşekkür ederim. Bir kaç nokta üzerinde yanıt vereyim...
-Bu yazıyı yazma gereğini Ramazan’ın “ilk günü” milyonlarca kişi tarafından izlenen Nihat Hatipoğlu programına denk geldikten sonra duydum. Toplumumuzun eğitim eksikliği dikkate alındığında içerik olarak ciddi yayınlara ağırlık verilmesi gerekirken, incir çekirdeğini doldurmayan bu konunun işlenmesi ve pek çok kişinin zoom yöntemiyle bağlanarak sorular yöneltmesi dikkatimi çekti ve çok üzüldüm.
-Kadının aile içindeki konumunu irdeleyen ve toplumu adeta ortaçağa geri götürmek isteyen sitedeki içerikleri fark ettiğimde üzüntüm daha da arttı, hele İstanbul Sözleşmesinin kaldırıldığı (?) atmosferde giderek bir kaosa sürüklendiğimizi hissettim.
-Aslında sizin kayda geçirdiğiniz siteyi ben de bütün yönleri ile inceleyip kayda geçirmiştim, fakat yazımda referans vermekten KORKTUM! Neden mi?
1-Bu gibi “sözde ilim irfan yayma” amaçlı sitelerin aslında “zehir” yaydığının herkes farkında! Yetkililer de! Ama ne yazık ki göz yumuyorlar. Çünkü toplumumuzun sürüklendiği karanlık, işlerine geliyor.
2-Benim gibi, sizin gibi “yaraya parmak basmak” niyetiyle bu “netameli konular”a el atanlar ise, bir anda hedef haline getirilip linç edilebiliyor. O kadar sahipsiz kaldık yani... İşte bu yüzden korktum. 
Ancak bu sabah, saat 06.00’da sizin yorumunuzu görmek, içimdeki umudu yeniden filizlendirdi. 
Teşekkür ederim
Ancak ben açık adımla bu blogda iyi kötü fikirlerimi ortaya koyuyorum. Sizin gibi nitelikli bir insandan da bunu beklerdim. Yanlış mı düşünüyorum?

En iyi dileklerle

17 Nisan 2021 06:51

 

(*)

 https://bennursunerel.blogspot.com/2021/04/suslenmek-orucu-bozar-m.html


 

Perşembe, Temmuz 09, 2020

Kadınlar icin zorlaşan yaşam... Türkiye



Kadın cinayetleri artıyor, (*) korunma ve yardım talep eden kadın sayısı da öyle... Geleceğimize ışık tutacak kız çocukları, eğitim yerine evliliğe yönlendiriliyor. Çocuk yaşta doğum yapan kızların sayısında büyük artış varken (**) kız çocuklarının okullaşma oranı (***) geriliyor...

Bu durum, egemen siyasetçilerin kadını küçümseyen, yok sayan bakış açısından kaynaklanıyor. AKP’nin vazgeçilmez ismi Bülent Arınç ne demişti zamanında? “Kadın uluorta kahkaha atmamalıymış, edep bunu gerektirirmiş (****)...”
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir açılışta “sembolik olarak bir iki kadını da aramıza alalım, buraya gelsinler” (*****) diyerek kürsüye davet etmeyi adeta lütuf gibi sunmamış mıydı? Üstelik bununla da kalmadı, kadını pek çok açıdan korumayı hedefleyen İstanbul Sözleşmesini bir gecede feshediverdi!

Esasen ülkenin geneline hakim olan kadına bakış açısı pek çok alanda kendini gösteriyor, TV’lerin  tartışma programlarında kadın yok, hatta kadın sorunları tartışılırken bile yok... Hani bir zamanlar radyoda Yurttan Sesler diye bir program vardı, aynen öyle, bir sürü bıyıklı bıyıksız adam toplanmış, “kadının yeri ne olmalı?” Sorusuna yanıt arıyor.  

Özellikle eğitim düzeyi düşük kesimin izlediği gündüz kuşağı kadın programları bir felaket...  Kadına sadece makyajla, saç başla, kıyafetle “ideal şekil” (!) verilmeye çalışıyor... Eğitecek, bilgi verecek, ufkunu genişletecek bir tek program yok. Haydi diyelim ki kadın, kendini en iyi bildiği konuda, mutfağında göstermeye çalışsın, orada da rating uğruna kabalaşması, konuklarına kötü davranması, onlara adeta  “zıkkım ye” demesi istenmiyor mu sizce? Peki nerede kaldı gelenekler, Türk misafirperverliği?

Kadın gazetecilere, siyasetçilere, siyasetçi eşlerine yapılan cinsel çağrışımlı aşağılama, hakaret ve tehditler ise son yıllarda giderek artmış durumda, en kötüsü de toplumun artık bu konuda duyarsızlaşması.

Hal böyle ilken ve her alanda geriye gitme, zevksizleşme, varoşlaşma yaşanırken, üste çıkıp şu savunmaya  ne demeli? “Kadının adı yokmuş da AKP sayesinde var olmuş” diyen AKP milletvekili Özlem Zengin (*****) mesela... AKP’nin hüküm sürdüğü son 18 yıldaki ilerlemeleri anlatmaya çalışırken ne dese beğenirsiniz?

-Kadınlar önemli kişilerle evlenemiyormuş eskiden... 
-Nedenmiş? 
-Türbanı yüzünden...

Aslında bir kadın siyasetçiden  “kadınlar  önemli pozisyonlara gelemiyordu” cümlesi beklenirken, “önemli isimlerle evlenemiyordu” sözünü duymak, kadını sıradanlaştıran bu anlayışın özeti değil mi?

Hemen aklıma sağ kesimin önemsediği isimlerden, türban denen saç bağlama şeklini icat eden merhum Şule Yüksel Şenler’in yıllar önce verdiği röportaj geldi...

Recep Tayyip Erdoğan’ın Emine Hanımla evliliğine meğer o vesile olmuş, o yıllarda annesi ona Karadeniz’den çarşaflı bir kızla evlendirmeyi planlarmış da, Şule Yüksel Şenler buna “Senin geleceğin parlak, kim bilir daha nerelere geleceksin, çarşaflı kız sana engel olur”   diyerek karşı çıkmış, yerine Emine Hanımı tavsiye etmiş.

Ben bir kadın olarak, hele de aktif gazetecilik yaptığım yıllarda,   özellikle TBMM’de çalıştığımızda  ülkenin giderek tutucu hale dönüşen ortamına bizzat tanık oldum. Turgut Özal,  “takunyalılar” diye adlandırılan tutucu isimlerle, prensler lakabı takılmış yurtdışı kariyerlilerin yükselmesine yeşil ışık yakmıştı... Takunyalılar, görüşmelerde elimizi sıkmaktan bile kaçınırdı, hatta o gruptan önemli bir isim, “ölsem de beni kimse asla bir kadınla yalnız, aynı asansöre bindiremez” sözü ile anılır olmuştu.

Kamu binalarında “Pantolon yasağı” bile başlı başına bir saçmalıktı... Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e konuyu bizler yansıtmıştık da bu saçma yasak kaldırılmıştı. 

Oysa, bizim üniversite yıllarımızda türbanlı arkadaşlarımıza hiçkimseden ufak bir söz bile gelmemişti. Esasen ben yıllarca hep şu görüşü savundum:

-Kafaların dışına değil içine bakalım, ne demek kadınların giyim tarzına karışmak? Bırakın kadınlar istediği şekilde giyinsin, istediği eğitimi alsın... Aydınlanan insandır toplumu ileriye taşıyacak olan... Hele de kadınlar, çünkü en azından çocuk yetiştirecekler... Cahil anne yerine eğitimli anne daha iyi değil mi?

Sonuçta, tutucu kesim giderek daha rahat koşullarda yaşayabilir oldu ama diğerleri için yaşam zorlaştı... Aşağıdaki linkler bütün bu geriye gidişin kronolojisi gibi... Buyurun bakın bakalım, geriye mi gidiyoruz ileriye mi?

Ha, bu arada kadın cinayetlerine bir yenisi daha eklendi, hem de en vahşisinden... Değerli bir öğretim görevlisi olan Aylin Sezer’i, eski erkek arkadaşı 2 gün evinde rehin tuttuktan sonra  “yakarak” öldürdü. Devlet ne yazık ki bu cinayetleri “nasihat”la engelleme çabasında da, ey Aylin Hanımın komşuları,  bu vahşet burnunuzun dibinde yaşanırken siz neredeydiniz? (*****) 










Salı, Eylül 14, 2010

AMİRALİN KARISI




O meşhur deyimle herşey “film şeridi” gibi aklından geçti bir anda...Yıllar önce çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisiyken çıktığı yaz tatilini, gittikleri küçük kasabada tanıştığı o yakışıklı deniz teğmenine ‘ay çarpmış” gibi aşık oluşunu. Bu aşk uğruna üniversiteyi bile terk edişini... Evlenmelerini, çocuklarının büyüyüşünü. Aşık olduğu adamın bitmek tükenmek bilmez tayinleri sırasında aylar, hatta seneler boyu ayrı kalışlarını... Genç teğmenin yıllar içinde kendini nasıl geliştirdiğini, aldığı yurt içi ve dışı eğitimlerle beynini nasıl zenginleştirdiğini... Zamanla saçlarına düşen akların onu nasıl daha yakışıklı kıldığını... Parlak mesleki başarılarını, geçen zaman içinde mesleğinde hızla yükselişini, en sonuna amiralliğe tırmanışını... Katıldıkları davetlerde ilgi odağı oluşlarını, sohbetlerde herkesin  “amiral ne söyleyecek?” diye onun ağzına bakışını. Bitmek tükenmek bilmeyen çalışma, araştırma, uygulama azmini... Dünya meselelerine “aydınlık” bakış açısını.
Ve şu başlarına gelen... Daha doğrusu kafalarına çarpan uğursuz “balyoz...
Binlerce sayfalık suçlamalarda amiralin isminin sadece üç yerde geçişi... Ona yöneltilen suçlamaların gayri ciddiliği ve gülünçlüğü... Yöneltilen suçlamaların aksinin defalarca kanıtlanmış oluşu ve daha önce bir ay bu yüzden tutuklu kalmışken, iddiaların aksinin kanıtlanmış oluşu nedeniyla salıverilişi...


Bir karabasan mıydı bütün bunlar?
Ülke sevgisiyle bunca çalışma, bunca özveri, bunca emek yanlış mıydı? Keşke bıraksalardı herkes ne yapacaksa yapsındı... İnsanlar aydınlık yerine karanlığa gitmek istiyorlarsa bu onların sorunu muydu? Bu bilim ve aydınlanma çağında ortaçağa özlem olacaksa olsundu. Hele kadınlar? Bu düzene evet demek, kendi gerilemelerini, eşitsizliklerini, boyun eğişi, cehaleti, acıyı, statükoyu istemek değil miydi?
Bıraksaydı keşke, öyle yaşasalar ve bunun adına yaşamak deselerdi.

29 Temmuz 2010

Cumartesi, Ekim 25, 2008

Kadınlar ne ister?

 







Geçenlerde Ankara'da pek parlak, süslü ve epey de pahalı etiketleriyle tanınan bir mağazada psikolog İlkim Öz bir söyleşiye katıldı. Mağaza butiğinden bol sıfırlı çeklerle bolca ürün satın alırken izdiham yaratan hanımlar, nedense söyleşiye tek tük katılım göstermişlerdi.


Grupta bulunan bir hanım kendini tutamadı:


-İlkim Hanım, zamanınızın çok değerli olduğunu biliyorum, kitaplarınızın çoğunu okudum. Ben söyleşinizin hınca hınç dolu olmasını beklerdim. Annemin bir sözünü hatırlatmadan geçemeyeceğim. 'Kafanın içini süsle, dışını değil!” derdi rahmetli... Acaba bu yüzden mi tenha bu salon?


Salondaki süslü püslü hanımlar arasında birden buz gibi bir hava esti. Pek havalıydılar aslında, hep de pohpohlanmaya alışıktılar... Çoğu estetik burun ameliyatlı ve silikon dudaklıydı. Beceriksiz ve ilkesiz doktorlar elinde tuhaf, donuk ve tornadan çıkmış gibi duran, birbirinin tıpkısı suratlarıyla doğru dürüst gülümseyemiyor ya da kaş çatamıyorlardı. Nasıl oluyorsa aynaya baktıklarında, kendilerini bu müdahalelerle çok güzelleştirdiklerine inanıyor ve bal gibi de iltifat bekliyorlardı.   


İlkim Hanım söyleşiyi açtı:


-Okul yıllarımda Freud'u çok okumuştum ama, buraya gelmeden önce de bazı kitaplarını yeniden gözden geçirdim. Diyor ki; 'Bunca yıllık meslek yaşamımda kadınların ne istediğini bir türlü anlayamadım...” Sahi. biz kadınlar ne isteriz? Bunu Konuşalım mı?


Kadınlar birer birer söz aldı, kimi dedi ki:


-Heyecan isterim, sevilmek, güvenmek isterim.

-Nezaket beklerim, değer verilmek isterim. Mesela, ne olur bana arabanın kapısını açsa, arada bir bir buket çiçek getirse?

-Ben erkeklerin bizde ne aradığını bir türlü çözemedim. Birçoğu ile çıktım, mutluyduk ama onlar gidip hep başkalarıyla evlendiler...Acaba bende bulamadıkları neydi


En ilginç beklenti abartmadan söylüyorum 130 kilodan fazla olduğu görülen bir genç kadına aitti:


-Valla ben sözümü geçirebileceğim, beni dinleyecek bir erkek isterim.


Orta yaşın üstünde, zarif bir hanım ise:


-Dürüstlük isterim.


İlkim Hanım sordu:


-Peki bulabildiniz mi?


Cevap:


-Evet...Ve ayrıldık...


Söyleşinin en dramatik anıydı bu doğrusu...Kadıncağızın gözleri doldu ve sustu.


Söyleşide İlkim Hanıma ilginç bir soru da yöneltildi:


-Hep erkeğin tek eşli olmadığı, olamayacağı konuşuluyor. Peki ya kadın? Tek eşlilik onun genlerine mi kazınmıştır?


Ama psikolog hanım bu konuda dünyada birbirinden farklı pek çok bilimsel görüş bulunduğunu hatırlatmakla yetindi...


Dostlar, peki siz ne dersiniz, sizce kadınlar ne ister ? Hele şu kadında ve erkekte poligami tartışması üzerinde siz neler bilir, ne söylersiniz?




25 Ekim 2008


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...