Bu Blogda Ara

Laiklik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Laiklik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Mart 17, 2022

Halide Edip ve bizim kızlarımız




Son zamanlarda Halide Edip’e yoğunlaştım, okuyor da okuyorum, “Mor Salkımlı Ev”i  müthiş bir hatırat. Bir babanın kızını bu kadar yüceltip, ilerletmesi, bütün imkanları ayaklarına sermesi “o devre göre!” İnanılmaz… Bunca yıl sonra, “bu devrin babalarına örnek olmalı!” Darısı bizim Leyla ile Ali’nin (Ali Erel) başına…

İpek Çalışlar’ın Halide Edip’i de çok titiz araştırmaya dayanıyordu onu da çok severek okumuştum ama Halide Hanım’ı kendi kaleminden okumak, karşılıklı konuşuyormuşuz gibi, insanı büyülüyor…

Niyetim Halide Hanımın İngiltere’de 1926’da yayınlanmış olan hatıratına da bir el atmak… (Memoires of Halide Edib,The Century Co. London-New-York) 


Zaman zaman “zorunluluklar”dan kurtulup “daldan dala konabilme” lüksüne kavuşmak ne müthiş bir şey…

Halide Edip’in “Mor Salkımlı Ev”inden bir kaç alıntıyla, sizlere bu büyük fikir kadını, yazar ve felsefecinin yaratılışındaki “baba etkisi”ni paylaşayım:


“İcadiye’ye gidişimizin asıl sebebi babamın beni Amerikan Koleji’ye vermek istemesinden ileri geliyordu.Babam ben yedi yaşındayken koleje müracaat etmiş ve benim orada kalıp büyümem için her türlü ısrarı yapmıştı. Fakat (kolejden) reddederek onbir yaşından evvel talebe almayacaklarını söylemişlerdi. Nihayet İcadiye’de babam bana yeni bir nüfus kağıdı çıkararak yaşımı büyültmüş ve koleje yazdırmıştı…

…Sınıf arkadaşlarımı en küçüğüydüm. Bana yukarıdan bakıyorlardı. Ben korkunç bir yalnızlık ve çekingenlik içinde kıvranıyordum. İngilizceyi hayli çabuk öğrendim çünkü kolejde o devirde başka dil konuşulmazdı. Fakat İngilizceyle alakam, babamın yakın dostu olan ve o zaman Türk Bahriyesinde (Deniz Kuvvetleri)  bulunan Woods Paşa’nın benim için seçip gönderdiği hikayelerle başlar…

…Babam bir çocuk gibi sevinç içindeydi. Kolumdan yakaladı ve bana hazırlattığı odaları gösterdi. Teyzenin eski odasını bana yazı ve ders odası olarak hazırlatmış, oraya büyük bir yazı masası, rahat İngiliz koltukları, bir de salıncaklı sandalye koydurmuştu…Hemen ertesi gün Arabi Hocam Şükrü Efendi geldi, derslerime başladım. Arap gramerini öğretmek için o kendisine mahsus bir usul bulmuştu. Ben o usulü tecrübe ettiği ilk talebesiydim. Kur’anın manasını çok geçmeden anlamaya başladım…

…Babam beni Nuri Beye götürdüğü zaman piyanoda ıskala (klavye alıştırmaları) devrini hayli çabuk atlatmış, İtalyan musikisinin bazı havalarını çalmaya başlamıştım.Babam bu ıskala devrinde inanılmaz bir sabırla, alakayla oturur, beni dinlerdi. Fakat ilk havayı çalar çalmaz, Nuri Beyin Beşiktaş’taki evine bir akşam elimden tuttu götürdü. Piyanonun iskemlesine bir minder  koyduktan sonra Nuri Bey beni kaldırdı, oturttu. Önüme bir nota koydular, kemana piyanoda refakat ettim. Salondakiler belki yaşımın küçüklüğünde dolayı bana büyük bir alaka ve muhabbet gösterdiler. Hele babamın sevincine payan yoktu. Belki hayalinde beni istikbalin meşhur piyanisti diye canlandırıyordu…


——-Ve bugün———


Halide Edib’in yazdıklarını okurken nasıl bir hüzün duyduğumu ve yaşadıklarımıza isyan ettiğimi anlatamam. Bugünün babaları arasında Edib Bey gibiler azınlıkta kalıyor ne yazık ki… AKP iktidarının yaratmak için ısrarlı çaba gösterdiği, “laiklikten uzak, şeriata yakın” sisteme bakar mısınız? Milli Eğitim Bakanlığına atanan bir müsteşar “Türkçe artık öldü” bile demeye cüret etmedi mi?

Kız çocuk babaları bu ortamda işin kolayını kızlarının başını örtüp, kur’an kurslarına göndermekte bulmuyorlar mı? 


-Peki sonra?

-Sonrası ne olacak? Doğru dürüst eğitim almamış, meslek edinememiş kız, “çocuk yaşta” evlendirilecek ve kendi doğuracağı kız çocuklarını da aynı kadere mahkum edecek.


Eh, “giderlerse gitsinler” diyen “başımızdaki”nin de amacı bu değil mi zaten? Onlar gitsin, “göndermeyeceğiz” dediği “sığınmacılar” kalsın. 

-Amaç ne?

-Amaç, apaçık ortada, ülkeyi geçmişin karanlık günlerine geri döndürmek. Bunu hala göremeyenler varsa gözlerine perde çekilmiş demektir.



Cuma, Şubat 11, 2022

Cumhuriyetin Savcısı Kanadoğlu İle söyleşi



Ufukta görünen seçimlerle ilgili olarak “Cumhuriyetin Savcısı Sabih Kanadoğlu”na aklımızdakileri sorduk, net yanıtlar aldık. Anayasanın 101. Maddesinin çok açık olduğunu, Recep Tayyip Erdoğan’ın 3. Kez  Cumhurbaşkanı olamayacağını vurgulayan Kanadoğlu, “Adaylık başvurusu yapabilir. Ancak YSK anayasaya aykırı bir karar alırsa seçimi gayrimeşru kılar” dedi. Erdoğan’ın yıllardır “kuşkulu” açıklamalarla geçiştirilen “diploma” konusunu sorduğumuz Onursal Başsavcı, “Diploma saklanacak, gizlenecek bir şey midir? Kaç yıldır bu mesele çözülemedi, elinizde varsa gösterirsiniz” diye konuştu. Laik Türkiye Cumhuriyetinde Nass Suresine bakılıp karar alınabilir mi” sorumuza ise Başsavcı, “Dinin siyasete alet edilmesidir” yanıtını verdi.

Cumhuriyetin Savcısı Kanadoğlu’na  CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Ben, elektrik faturamı ödemeyeceğim” çıkışını da sorduk, yanıtı, “Sivil itaatsizlikle sonuç alınabileceğini sanmıyorum, vatandaşların benzer tutum sergileme ihtimali ben korkutuyor, kişisel düşünsünler”oldu.


——Özlenen Türkiye——


SORU: Adalet ve Hukuk yokluğundan anlaşılan o ki, tüm dünya şikayetçi, hatta bir Alman atasözünde -Eşitlik isteyen mezarlığa gitsin- bile denilmiş, acaba siz bugünü ve ülkemizdeki durumu nasıl görüyorsunuz?   


KANADOĞLU: Hukuk ve adaletle ilgili sözler bana özlenen Türkiye’yi anımsatıyor. Bugün ihtiyacımız olan, özlemini duyduğumuz çok açık adalet duygusu, hak, hukuk ve maalesef Türkiye’de peşine düştüğümüz, olmasını arzu ettiğimiz düzen.


SORU: Son günlerden iki örnek. Bir Cumhurbaşkanlığı Genelgesinde, “genel ahlak, manevi değerler” gibi kavramlardan yola çıkılarak basın ve medyaya yeni kısıtlamalar getirilebileceği vurgulandı. Ayrıca RTÜK’ün uluslararası haber sitelerine lisans başvurusu yapmaları için 72 saatlik süre tanıdığına ilişkin düzenleme de açıklandı. Basına konulan bu engeller sizce halkın olayları görememesine yol açmıyor mu? Basın özgürlüğü var mı sizce?


KANADOĞLU: Kâğıt üzerinde anayasal devlet olarak Türkiye’de basın özgürlüğünün var olduğu kabul edilebilir. Fakat uygulamada basın özgürlüğü yoktur. Anayasası uygulanmayan bir ülkenin anayasal devlet olması mümkün değil. Son gelişmelerle her gün yeni bir ihlal görerek hem basının özgür olmadığını hem de halkımızın haber alma özgürlüğünün ortadan kaldırıldığını görmek mümkün. Hiçbir ülkede cumhurbaşkanlığı genelgesi gibi bir genelgeye rastlamak mümkün değil, böyle genelge çıkaran bir idarenin halk tarafından tepki alması ve iktidarda kalması olanak dışıdır. Ama Türkiye’de geldiğimiz nokta budur. İletişim Başkanlığı marifetiyle basının nasıl baskı altına alındığı ortadadır. Türkiye sözde demokratik bir ülke ama basın özgürlüğü itibariyle gerçekten halkın haber alma özgürlüğünün elinden alındığı ve basının tam bir baskı içinde olduğu açık. Kaldı ki uluslararası basın örgütlerinin yaptığı araştırmalarda son sıralarda yer almamız da Türkiye için utanç verici bir durumdur. Demokratik özgür bir ülke olacaksak eğer işe basından başlamamız gerekiyor.


—erişim engelleri———


SORU: Gazeteciler Cemiyetinin aylık-yıllık yayımlanan ve Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü ortamını yansıtan “Özgürlük için Basın Projesi Raporları” hakkında size bilgi vermek isterim. Kağıt üzerindeki basın özgürlüğü, Sulh Hukuk Mahkemelerine yapılan başvurularla hemen, -habere erişimi yasaklama- ile sonuçlandırılıyor, hatta erişim engeli kararına ilişkin haberler de engelleniyor, bununla da kalınmıyor ve haber linkleri geriye dönük olarak da sildiriliyor, nasıl değerlendiriyorsunuz?


KANADOĞLU: 66 yıl önce üniversitede eğitim görürken, idare hukuku hocamız Prof. Dr. Ragıp Sarıca, açılış dersine cüppeyle değil, ceketiyle gelmiş ve basın üzerindeki sansüre dikkat çekmek istediği için cüppeyi giymediğini ifade etmişti. 66 yıl önceki bu olay Türkiye Cumhuriyetinde demokrasinin geçirdiği macerayı hatırlatıyor. Türkiye’de basın özgürlüğü konusu sadece bugünün sorunu değil, basın, idare tarafından devamlı olarak tehlike olarak görüldüğü için her dönem farklı baskı yollarıyla kontrol altına alınmaya çalışıldı. Toplum olarak demokrasiyi özümseyemedik. Bu durum nasıl düzelir? Herhalde bu idarenin, yönetimin değişmesiyle ancak mümkün olur.


SORU: Sadece basın değil vatandaşlar da Cumhurbaşkanına hakaret gerekçeli davalarla baskı altında değil mi? Meslektaşımız Sedef Kabaş bu suçlamayla günlerdir tutuklu, vatandaşlara ise yüz binin üzerinde dava açıldı? 


KANADOĞLU: Anayasadaki çelişkilere bakmak lazım. Tarafsız olacağına dair yemin eden ancak partiyle ilişkisi kesilmeyen bir cumhurbaşkanımız var. Böyle bir durumda TCK 299’uncu maddesindeki ‘cumhurbaşkanına hakaret’ ileri sürülemez. Cumhurbaşkanına iki şapka vereceksiniz biri parti genel başkanı diğeri cumhurbaşkanı. Kendisi istediği gibi görüşlerini açıklama, eleştiri yapma imkanına sahip, ancak eleştirilerine cevap verilince cumhurbaşkanına hakaret şapkasıyla bu maddeyi yürürlüğe koyuyor. Tarafsız bir cumhurbaşkanı için bu makul karşılanabilir ama siyasetin içindeki bir cumhurbaşkanına hakaret, ayrıca korumaya ihtiyacı olan bir makam değil. Yargı bağımsız değilse, üzerinde siyasi iktidarın etkisi varsa, işte o zaman cumhurbaşkanına hakaret diye önüne gelen her olayda -cumhurbaşkanı ne ister?-diye düşünen bir hâkim grubu görürsünüz. Bu, Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlı bir suçtur fakat o da bu görevini cumhurbaşkanının takdir edeceği bir şekilde kullanırsa ortaya çıkacak olan manzara budur.


—İstanbul Sözleşmesi———


SORU: Cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesini bir gecede kararname ile kaldırması nasıl değerlendirilebilir? Her gün kadınların uğradığı şiddet ve ölümler karşısında, -keşke sözleşmenin öngördüğü önlemler alınabilseydi- diye düşünülenler var.


KANADOĞLU: Bunun hesabı 40 milyon Türk kadınına verilmelidir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak kadın cinayetleri artırdı veya artırmadı demek veya bunun kontrolünü yapmak güç. Ama şu bir gerçek ki, kadınları koruyan bir sözleşmenin dışına çıkmak bu alanda suç işlenmesinin daha kolay olabileceği intibaını vermiş olabilir. Kadınları koruyan bir şemsiye açılmışken, kapandı. Kabul edilebilir bir olay değil. Kanunla kabul edilmiş bir uluslararası sözleşmedir, üstelik de İstanbul’da imzalanmıştır, siz bir kararnameyle bunu  kaldırıyorsunuz, anayasaya aykırılık durumu var.


——ekonomiye Nass ayarı—


SORU: Laik bir ülkede -Ben faize karşıyım, Nass Suresine göre hareket ederim- diyen Cumhurbaşkanı nasıl değerlendirilebilir?


KANADOĞLU: Dinin siyasete alet edilmesi durumu. Kendisi Nass’a uymamakla beraber söylediği sözün boşa çıkmasını kanıtladı. -Nass öyle diyor ben ne yapayım- dedikten sonra faizler durmadan arttı, kendi sözünün bumerang gibi gelip kendisini vurduktan sonra inşallah bir daha dini siyasete alet etme yoluna gitmez.


SORU: Yaşanan hayat pahalılığı büyük sıkıntı yaratıyor, doğal gaz elektrik faturalarındaki rekor artış CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu bile bunaltmış ki, elektrik faturasını ödemeyeceğini açıkladı? 


KANADOĞLU: Hayat pahalılığını konuştuğumuz bugünlerde -cumhurbaşkanlığına tekrar aday olur mu? konusunu da tartışıyoruz veya tartışmayı bu yöne çekme çabaları var. Bunlara uymamak lazım. Ana muhalefet lideri ise bu çerçevede sivil itaatsizlik hakkını kullanacağını belirtti ancak parti sempatizanlarının da benzer tutum sergileme ihtimali beni korkutuyor. Sivil itaatsizlik yoluyla netice almanın olanak sağlayacağını sanmıyorum. Yurttaşlarımızın bu şekilde genel başkanın giriştiği sivil itaatsizliği kişisel olarak düşünmelerini isterim. 


SORU: CHP lideri aynı zamanda  Erdoğan’ın 3. Kez aday olmasının sorun yaratmayacağını da söyledi?


KANADOĞLU: Keşke demeseydi, -anayasaya göre üçüncü kez aday olamaz, yüksek seçim kurulu bu yönde karar verirse seçim gayri meşru olur- deseydi dava biterdi.


——-10 milyon göçmen—-


SORU: Komşularımızda dramatik gelişmeler yaşanıyor, ama Türkiye’ye gelen düzensiz göçmen sayısını 10 milyon olarak tahmin edenler var. Seçimler yaklaşırken siz Anayasadaki Türk vatandaşı tanımı ile Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün -Birlikte acı çekmiş, birlikte sevinmiş, ortak bir tarihe sahip, gelecekte beraber yaşama amacında olan insan topluluğu milleti oluşturur- şeklindeki sübjektif milliyet anlayışını dikkate alarak neler söylersiniz? 


KANADOĞLU:  Anayasa 66’ncı maddedeki Türk tanımı değişti, 250 bin TL veren her insan Türktür. TC vatandaşlığına getirilen kişilerin adını, adedini bilmemekle beraber seçmen olup olmayacaklarını veya bunun seçimlerde nasıl kullanılacağını da bilmiyoruz, yanlışlık burada başlıyor. Muhalefet partilerinde de egemen olan düşünce, sandığa sahip çıkmak, fakat bu tek başına seçimin güvenliğini sağlamaz. Seçimin adil, dürüst, eşit olabilmesi için bakmamız gerekilen şey, sandığa atılan oydan önceki dönemdir. Seçim güvenliği Türk vatandaşı yapılmış kişilerin seçmenliğiyle de ilgilidir. Prensiplerin İçişleri Bakanlığı’na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün elinde olması, seçim sonuçlarının birleştirilmesinin Adalet Bakanlığı’na bağlı UYAP’ta çözülmesi, Yüksek Seçim Kurulu’nun kararlarıyla beraber düşünüldüğünde, aslında bizim için erken seçim bir  kurtuluştur. Ancak erken seçimin gerçek biçimiyle adil ve dürüst olmasını sağlayacak olan şey seçim güvenliğidir. Bunu nasıl sağlayacağımızı bugünden planlayıp hazırlamak gerekiyor.” 


——Cumhurbaşkanının 3. adaylığı—


SORU: Cumhurbaşkanı seçilmenin şartlarından biri de yüksek okul mezunu olmak. Peki adayların bu durumunu biz öğrenemeyecek miyiz? Belgeleri, diplomaları  YSK’da mı saklanacak? Kamuoyuna açıklanmayacak mı?


KANADOĞLU: Eğer elinizde varsa gösterirsiniz, bugüne kadar birbiriyle çelişen, aslı olmayan diploma örnekleri öne sürüldü, Yüksek Seçim Kurulu’nun bunları incelemesi lazım. Kamuoyunda var olan birtakım kuşkuların giderilmesi gerekiyor. Bu tartışma konusu olacak bir iş midir? Anlamak mümkün değil. Saklanacak, gizlenecek bir olay olmaması gerekirken kaç yıldır gündeme gelen çözülemediği ileri sürülen bir konu, çözülmesinde yarar var. Tekrar bunun gündeme getirilmesinin yeni mağduriyete yol açmasından endişe ederim. Demokratik, çağdaş bir ülkede böyle bir konunun tartışılması herhalde hayretler içinde karşılanacak bir şey. 


SORU: Cumhurbaşkanı 3. kez seçilebilir mi? Anayasanın 101. Maddesinin bunu mümkün kıldığını söyleyenler var?


KANADOĞLU: Üçüncü kez cumhurbaşkanı olma konusunda Anayasada bazı değişiklikler yapabilirsiniz. Bu değişiklikler içerisinde dört yılı beşe çıkarabilirsiniz ama bunu yapmanız ikinci fıkradaki durumu değiştirmez. Bir maddenin belirli fıkralarında yapılan değişiklik, bütün maddenin değiştiği anlamına gelmez. Meclis başkanı buna dayanarak -madde bütünü itibariyle değişti- diyor fakat durum değişmez. Değiştirilmeyen fıkra, o hükmü olduğu gibi tekrar uygulanacak bir hüküm olarak taşır ve yeni bir madde, yeni bir rejim sistemi getirmez, bu çok açık. Adaylığını koyabilir, çünkü herkesin anayasayı yorum yetkisi vardır. Başvurusunu yapabilir, bu, Yüksek Seçim Kurulu’na gider. Anayasada hüküm çok açık. Yüksek Seçim Kurulu’nun vermiş olacağı anayasaya aykırı bir karar, yapılmış seçimi gayri meşru bir hale getirir.  Şimdiden bu kararın sonuçlarının ne olacağının düşünülmesinde yarar var. Aslında Yüksek Seçim Kurulu kararlarının başka bir denetimden geçmesinde büyük bir yarar olacak, anayasa değişikliği yapılacaksa ilk yapılacak şeylerden biri de bu olmalı


SORU: Sizin Cumhurbaşkanı seçimi için bir makalenizde ortaya attığınız 367 oy formülü zaman içinde çok tartışıldı, eleştirenler çok oldu? Ne dersiniz?



KANADOĞLU: Toplantı sayısı olduğunu düşündüğüm için,- 367 ile eğer toplanabilirseniz o zaman üçte ikiyi arayabilirsiniz, ama eğer 367 kişi yoksa üçte iki hükmünü neden koydunuz ki?- Ana fikriyle yazdığım bu makale, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yani bu dönemin başlangıcı oldu. Bu sadece benim görüşüm olarak kalmadı, buna Türkiye’nin çoğunlukta kalan anayasa hukukçuları da katıldı, bir kısmı karşı çıktı. Anayasa Mahkemesi de 11’e 9  oy ile -toplantı karar sayısıdır bu ve bu toplantı 367 kişi gelmediği için yapılmadı- kararını verdi. Bunu görüş olarak ortaya attım, ana muhalefet, kamuoyu ve Yüksek Mahkeme kabul etti, ama fatura bana kesildi. Bugünkü iktidarın bu hale gelmesinin müsebbibi tek başına ben değilim herhalde, buna oy veren vatandaşlar, halkı aydınlatamayan ana muhalefet, demokrasiyi özümseyememiş toplum da düşünsün. Her toplum layık olduğu yönetimle yönetilir sözünde olduğu gibi.


SORU: Efendim yıllarınız mücadele içinde geçti, Siirt’te Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığına karşı çıkmanızdan bu yana… Kendinizi hiç yalnız hissettiniz mi?


KANADOĞLU: Kendi düşünceme inanıyorsam, yalnız da kalsam inanmaya devam ederim. Yanlış olduğunu kabul etsem, -yanlıştır- derdim. Fakat Siirt Seçimi diye sordunuz, Türkiye’nin kaderi zaten orada değişti. Genç Parti, Hasan Celal Güzel’in partisini satın aldı, amblemini, ismini hatta genel başkanını değiştirerek seçime girdi, yüzde 7.25 oy aldı. Aslında seçime girme yeterliliği yoktu. HADEP de seçime girme yeterliliğine sahip değildi. Bu iki partinin seçime girmesiyle DYP ve MHP barajın altında kaldı ve aslında Türkiye’yi yönetmeye hiç de hazır olmayan AKP, 20 Ağustos’ta kurulup 3 Kasım’da iktidara üstelik de yüzde 64 ile geliverdi. Bunlar YSK sayesinde yaşandı, kendisi rüyasında görse inanamazdı. Yani hukuka karşı hilenin daha doğrusu hukuku arkadan dolanmanın daniskası yaşandı…


SORU: -Ben AHİM’i tanımam, Anayasa Mahkemesi Kararlarını tanımam- diyen bir Cumhurbaşkanı eğer Anayasayı ihlal ediyorsa, buna karşı yapılabilecek bir şey yok mudur?


KANADOĞLU: İktidar değişir, hesabı sorulur. Bunu yapacak olan yargıdır.  



Sabih Kanadoğlu kimdir?


1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu.

Burhaniye hakim adayı olarak mesleğe başlamış; sırasıyla Orhaneli ve Erzurum Cumhuriyet Savcılığı, Bingöl Sulh Hakimliği, Tokat ve Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, İzmir Ceza Hakimliği ve Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi ile Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlıkları görevlerinde bulundu. 19 Temmuz 1984 tarihinde Yargıtay üyeliğine seçildi. Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından ilki 26 Aralık 1994 tarihinde, ikincisi de 28 Aralık 1998 tarihinde olmak üzere iki kez Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanlığına seçildi. Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından gösterilen adaylar arasından 21 Ocak 2001 tarihinde Ahmet Necdet Sezer tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına atandı. 20 Mayıs 2003 tarihinde yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrıldı.

2006 yılında YARSAV'ın kurucuları arasında yer aldı.[1] 26 Mayıs 2012 tarihinde Türk Hukuk Kurumu Başkanlığına seçildi.

Evli ve üç çocuk babasıdır.


Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Hukuku, Alaturka Demokrasi ve Unuttuk adlı üç eseri ve çeşitli yerlerde yayımlanmış makaleleri vardır.






 





Cuma, Eylül 24, 2021

Yahşi’deki İslami Külliye ve çocuklarımız

Bodrum’un “en güzel plajları”nın yer aldığı Yahşi Sahilinde devam eden İslami Külliye inşaatını  başından bu yana yakından izledik. Önceleri “küçük bir mescid!” diye başlanan, sonra “dev! binalara dönüşen yapılar grubu”Bodrum halkının yasal yollarla itirazlarına ve protestolarına rağmen bitmek üzere.  İnşaat yasağının devam ettiği günlerde bile, hatta yaz boyunca beton pompası sahilde “harıl harıl” çalışıp, resmi adıyla “İslam Tanıtım Merkezi” (*) olarak bilinen külliyeyi tamamlama telaşındaydı… 



“Tanıtım Merkezi” deyince insanın aklına ne geliyor? 


-Yöre insanı İslamiyet üzerine hiçbir şey bilmiyormuş da onlara mı tanıtılacakmış İslam?

-Yoksa başka ülkelerden gelen turistlere, şu hiç bilmedikleri İslam, denize girip güneşlenmeye ara verdikleri sırada külliyede mi öğretilecekmiş?


Başka ne gibi bir nedenle böyle bir merkezi “kumsalda” inşa ederler diye düşünmez misiniz?


Bugün plajda güneşlenip, tam karşımda çalışan beton pompasını izlerken aklımdan bunlar geçiyordu. Şezlongda uzanmış Cumhuriyet’i okuyordum, Erdal Atabek,(**) “Diyanetin yeni girişimi” için diyordu ki:


“Yeni girişim şuymuş: 4 ile 6 yaş arasındaki yuva çocuklarına Kuran kursları ve değerler eğitimi yoluyla dinini öğretmek, bu eğitimi alan çocuklara da okul öncesi eğitim almış olma hakkını vermek…Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı bu yaş çocuklarını hedef alıyor, gelişmek üzere çalışan çocuk zihinlerine dinsel kalıp yargılarını yerleştirmeye çalışıyor. Dinsel kalıp yargılar, günah-sevap,haram-helal,cennet-cehennem kavramlarını çocuk zihinlerine yerleştirerek onları koşullandırmayı hedefliyor. Bu yaş çocuklarının bilinçaltına yerleştirilecek kalıp yargılar artık oradan çok zor çıkarılır. Böylece koşullanmış zihinler, bu çocukları geleceğin düşünmeden , sorgulamadan inanan yetişkinlerine dönüştürecek. Onlar da şeyhin, emirin, imamın her dediğine itaat edecek, yap dediğini yapacak, yapma dediğini yapmayacak kulları olacak…


-Çocuklarla İslami Külliye’yi nasıl mı bağladım?

-Bir ara okullarda başarılı çocuklar, hatta kimi ana okullarından çocuklar “yarıyıl armağanı” olarak “Hac farizası” için Mekke’ye Medine’ye de götürülmemiş miydi? Artık Suudi’ler Türkiye’yi bu kapsamdan çıkardıklarına göre, Diyanet belki Külliye tamamlandığında Mekke Medine yerine başarılı çocukları burada ağırlayıp “İslam tanıtımı” yapabilir diye düşündüm.


Bodrum Kaymakamlığınınİslam  Tanıtım Merkezi” başlıklı sayfasına girdiğinizde, hem dev külliye projesinin fotoğrafını hem de merkezde yer alacak bölümler, 10 maddede detaylı biçimde anlatılıyor:


1-Görsel eğitim ve uygulama mekanları, 

2-Çeşitli konularda yapılacak çalışmaların eğitim mekanları,

3-Camii ve müştemilatı,

4-Konferans Salonu,

5-Çeşitli Türk İslam eserlerinin görsel olarak tanıtılacağı küçük cep sinemaları,

6-Seyir mekanları,

7-İdari Binalar,

8-Turizm tanıtma mekanları,

9-Halk Eğitim Kurslarının uygulanacağı mekanlar (el sanatları, tezhip,hat, kilim)

10-Türk İslam eserlerinin sergilendiği milli müze…


Bu mekanlarda  ayrıca “lokma, gözleme, mantı, yaprak sarma” gibi geleneksel lezzetlerin yapımı yabancı misafirlere öğretilecek ve hatta  “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözünden hareket edilerek, uzun yıllar hatırda kalınması sağlanacakmış…


Peki, kumsalda inşaa edilen külliye için yukarıda sayılan 10 madde arasında unutulanlar yok mu?


Olmaz olur mu? 


Nerede tahta perde ile güneşlenmek isteyen kadın ve erkekler için ayrılmış plajlar? Nerede kadın ve erkeklerin denizde ayrı ayrı “İslami kurallara uygun içimde yüzebilecekleri” bölünmüş alanlar?

Ha, geleneksel lezzetler deyince Bodrum’da aklınıza sadece mantı ve dolma mı gelir yahu? Hem, yaprak sarma yerine bari kabak çiçeği dolması deseydiniz, Bodrum’a bu kadar mı uzaksınız? Yabancı misafir, haydi geçtik günah sayılan bir kadeh rakıyı, Bodrum’a  gelmişken çıtır çıtır ızgara edilmiş enfes bir dil balığını tatmak istemez mi?


Çocukların kampa alındığını farz edelim… Kaymakamlık açıklamasında “seyir mekanları” deniliyor ya, çocuklar denizi uzaktan o mekanlardan mı seyredecekler? Orada vızır vızır jetskilere binen, yelken öğrenen, denizde özgürce kulaç atan diğer çocukları gördükçe, “ben de, ben de” demeyecekler mi?


Bir zamanlar Boğaziçi’nde “İslam Felsefesi” dersleri vermiş olan bir sevgili Hilmi hocamıza bunu sorsam acaba ne derdi?” Diye düşündüm de, sanırım şöyle derdi:


-O çocuklara, -siz sakın onlara özenmeyin, size her şeyin en iyisi öbür dünyada bahşedilecek… Haydi Arapça surelerin ezberine devam- diyeceklerdi tabii…


(**)https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/erdal-atabek/dusunmeyi-engellemek-1870214

(*)http://bodrum.gov.tr/islam-tanitim-merkezi

Salı, Eylül 21, 2021

Laikliğin ipine sarılalım



 

Şimdilerde çıkan iktidar cephesi kaynaklı tartışmalara bir bakar mısınız? Laiklik ile ilgili maddeler Anayasadan çıkarılsınmış, yoksa bu ülkede müslümanlar daha  çooooook eziyet görürmüş…

 

-Pardon, ne eziyeti gördünüz?

 

Diye bir soralım değil mi?

 

-Kadının erkekle eşit eğitim hakkı

-İş yaşamında erkekle aynı fırsata sahip oluşu,

-Siyasette kağıüzerinde bile olsa! aktif varlığı,

-Medeni yasada güvence altına alınan, evlilikteki hakları

-Erkeğin gerisine düşmeyen miras hakkı mıdır size eziyet eden?

 

Diye sormayalım mı?

 

Ey sevgili kadınlar! 

 

Bunları sormazsanız sizi elinizdeki hakları yitirmekten kim koruyacak?

 

Çocuk yaşta, doğru dürüst eğitim almanıza bile karşı çıkarak, hatta imam nikahı da olsa olur deyip, evlendirip, sizi eve kapatıp, ille de üç çocuk yap, gün yüzü görmeden yaşa diyenler mi?

 

İstanbul Sözleşmesini bir anda yürürlükten kaldırıp size yaşam hakkını” bile doğru dürüst tanımak istemeyenler mi sizi savunacak?

 

Size hep, kadınların temel rolü anneliktir, kadınlar aile içindeki sorumluluklar için vardır” diye bakanlar mı sizi kollayacak?

 

Size her fırsatta ve sadece, dininizi diyanetinizi bilin, buna uygun giyinin” demediler mi? 

 

-Hangi yüksek okullara gitmeniz, ne gibi ileri eğitimler almanız teşvik edildi? Buluşlarıyla patent alabilmiş kaç kadın var aramızda? 

-Hemcinslerimiz acaba hangi keşifleri yapıp cilt cilt kitaplar yazabildiler? 

-Hakimlikte mi savcılıkta mı kadın kotaları tanındı da Adalet Saraylarında görünür oldunuz?

-Yasa koyucular arasında çok sayıda yer aldınız da sizin haklarınızı düzenleyen yasaları siz kendiniz mi şekillendirdiniz?

-Kocanıerkek doktora gitme” diye ısrar ediyordu da, onbinlerce, yüzbinlerce, milyonlarca kadın doktordan birini seçebilme şansınız mı vardı?

-Kendi iktidarları döneminde yüzlerce hapishane yaptırdılar” da gözünüz arkada kalmadan işe gidebilmeniz için” mahallenizde, sokağınızda kaç kreş, kaç anaokulu açtılar?

Yaşlı annelerinize babanıza şöyle huzur içinde bakılabilsin” diye, işten artan zamanınızda huzurevlerini gezip gezip hangisinde karar kılabildiniz? Yoksa, yaşamınızı kaygıdan uzak sürdürmede kreşler de huzur evleri de, adım başı yaptırılan camiler kadar gerekli” değil miydi? 

 

Soruyorum işte, soruyorum size

 

-Cevabınız nedir?

 

Yoksa yine sessiz mi kalacaksınız? 

 

Yoksa, zamanında dünya kadınlarına bile henüz tanınmamışken! o hakları size gümüş tepsinin içinde getirip sunmuş olan Mustafa Kemal Atatürkü unutturmayı da sonunda başardılar mı?

 

-A, anladım, konuşamıyorsunuz

 

O zaman sessiz kalsak bile hepimiz laikliğin ipine sıkı sıkı sarılalım…” Unutmayalım ki bir oy da olsa, seçme hakkımız” hala var!

 

 

 

 

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...