Seyahatler beni çok heyecanlandırıyor, kendimi şanslı sayıyorum. Yıllarca okuyup, fotoğraflarını görüp, filmler izleyip, üzerine düşler kurulan bir ülkeye, Güney Afrika Cumhuriyetine ayak basmak kimi zaman kabusa dönüşse de, o düşün parçası olabilmek büyük bir şans değil mi?
-Kabus mu? Neden?
Diye soruyorsanız, Pretoria’dan başlayayım anlatmaya…
Jakarandalardan dökülen çiçeklerin caddeleri mor halılarla kapladığı, yasemin esintileriyle mis gibi kokan başkente eylül sonunda ayak basmıştım. Gecenin geç saatiydi, über çağırıp otele ulaştığımda motor gürültüsü ve mazot kokusu hiç hoşuma gitmedi ama, saatler süren yolculuğun etkisiyle valizimi bile açmadan yatıp uyudum.
Küçük otelimde uyandığımda artık motor susmuş, mazot kokusu yok olmuştu, bahçeden sızan yaseminlerin esintisi ferahlatıyordu. İlk kez ayak bastığım ülkeyi tanıma hevesiyle alelacele bir şey atıştırıp resepsiyona yöneldim:
-Kent planı var mı sizde? Yürüyerek civarı dolaşmak istiyorum…
Resepsiyon görevlisi şaşkınlıkla:
-Yürümek mi? Pek güvenli olmaz. Bu semtte hep beyazlar oturuyor ama yürümenizi tavsiye etmem, en azından üstünüzde para veya değerli bir şey olmasın.
-Ne yani, burada kalacağım 10 günü otel odasında mı geçireceğim?
Elimde plan yola düştüm.
Her yere sessizlik hakim, sabahın erken saatlerinde sadece “hadida kuşlarının” (*) cırlak ötüşleri duyuluyor. Gölgeli korulukların ardında saray yavruları farkediliyor. Ne var ki, yüksek duvarlarla çevrili bu saraylar, birer hapishaneyi çağrıştırıyor. Çin Seddi’ni andıran duvarların tamamını kaplayan dikenli tellere elektrik verildiği, bunun ölüm riski yarattığı uyarılarda belirtiliyor, önlerindeki silahlı nöbetçi kulübeleri cabası. Kimi sokaklara giriş tümden yasak, sadece orada oturanların otomobille girişine izin var.
-Demek beyaz ahali bu derece endişeli, can korkusu yaşıyor, o yüzden sokaklarda köpek gezdiren bile yok, zaten kaldırım bile yapmamışlar.
-Kim bilir? Yüzyıllardır sürdürdükleri sömürgeciliğin ardından, belki de beyazlar ektiklerini biçiyor.
-Nasıl yani? Zenginler kendilerini altın kafeslere mi kapatmış?
-Aynen öyle… Güney Afrika nüfusunun sadece yüzde 9’unu oluşturan beyazların milli gelirden aslan payını (yüzde 80-90) aldığı dikkate alınırsa, eğitimsiz, işsiz, fakir halk üzerinde yarattıkları öfkeyi-nefreti tahmin etmek güç değil.
-Peki, yüksek duvarların tepesindeki elektrikli dikenli teller beyazları ne kadar koruyabilir?
Onu bilmiyorum, fakat bindiğim überin “beyaz!” şoförü şunu söyledi:
-Artık burada yaşamak giderek zorlaşıyor. Her yıl ülkeyi beyaz nüfustan yüzlerce insan terk ediyor, üstelik bunlar eğitimli, mesleği olan insanlar. Kalanlar ise genellikle eğitimsiz, niteliksiz. Siyah nüfusun eğitim düzeyi çok düşük. Ülke yönetimi onlara geçtiğinden bu yana ne doğru dürüst yatırım yapabildiler, ne var olanı koruyabildiler. Günde 8-10 saatlik elektrik kesintileri yapılıyor. Böyle bir ortamda sanayi, üretim mümkün mü?
Genç şoför karamsar bir ifadeyle bunları anlattı, arabadan indiğimde ekledi:
-Sakın herhangi bir taksiye binmeyin, über tercih edin, çünkü sadece sabıkası olmayanlara faaliyet izni verir.
—-Mandela boşuna mı yattı?—
Bu tablo karşısında 15. Yüzyıldan bu yana süren “sömürge sisteminin” ülkeyi ve halkı silindir gibi ezip geçişini, ırkçı politikalara karşı çıkan aydınları, 30 yıl hapis yatan efsanevi lider Mandela’yı düşünüp “boşa mı kürek çektiler?” Diye soruyor insan.
Gel gelelim siyahi çoğunluk, yaşanan ortamdan pek rahatsız değilki, bu yıl yapılacak seçimde de mevcut yönetimin devamı için oy kullanacakmış, anketler yönetimdeki partinin yüzde 50’den fazla oyu olduğunu gösteriyormuş. (**)
Lüks mahallelerin birinde şaşırtıcı bir manzara ile karşılaştım. Üstü başı dökülen bir siyahi kadınla erkek, çimenlere uzanmış dikkatle beni izliyordu, “belki eski eşya-elbise-ayakkabı veren olur” diye bekliyorlarmış, soramadım:
-İşler daha kötüye giderken aynı lidere oy vermenin mantığı ne?”
——Safari macerası——
Pretoria’da dünyanın en büyük AIDS Hastanesinin varlığı, “teneke mahallelerde” yaşam sürdürenlerin kalabalık nüfusu çok düşündürücü olsa da, “Safari”ye çıkma hevesinden vazgeçilir mi?
Kruger Park veya Pilanesberg katılabileceğiniz iki önemli Safari seçeneği. Günümüzü Pilanesberg’de (***) geçirmeye niyetlenip yola koyulduk, varışımız 2 saati buldu. Yol boyunca yıkık dökük, viran kasabalardan köylerden geçtik, “bu yüzyılda, bunca zenginliği olan bir ülkede bunların nasıl yaşanabildiğini” aklım almadı.
Pilanesberg’e hava aydınlanmadan vardık, 27 yaşındaki rehberimiz Beny dört çekerli, üstü açık jipinin kapılarını açtı:
-Engebeli yolda az sarsılmak isteyen öne geçsin, fotoğrafa öncelik verecekler arkaya…
Böylece Safari maceramız başladı…
Binlerce dönüme uzanan engebeli arazide geceyarısına kadar dolaşacağız. Afrikanın “beş büyüğü” ile karşılaşabilecek miyiz? Beny:
-Beş büyük hangileri? Sayın bakalım?
Dersimizi çalıştık, bir ağızdan haykırıyoruz:
-Aslan, Leopar, Gergedan, Fil, Zürafa
Beny diyor ki:
-Evet ama zebralar, antiloplar, bufalolar, su aygırları, kartallar, yüzlerce kuş çeşidi de var… Gözünüzü dört açın, ben direksiyondayım, atladığım bir şey olursa siz uyarın, duralım…
Yol engebeli, emniyet kemerine karşın, hoplaya zıplaya ilerlerken içimiz dışımıza çıkıyor, gördüklerimiz karşısında ya nutkum tutuluyor, ya çığlık atmaktan kendimi alamıyorum:
-Hey, filler filler, işte bakın, şuradalar.
Beny gülüyor:
-Filler sulak yerleri sever, yavrularını görüyor musunuz? Bak, biri suya girmemek için direniyor, annesi onu hortumuyla suya itiyor
Bir ara karşımıza salına salına ilerleyen bir zebra çıkıyor, inanılmaz heyecan duyuyorum, mucize gibi bir şey bu.
Beny yoldaki hayvan pisliklerini işaret ediyor:
-Bak, bunlar fillerin biraz önce geçtiğini gösteriyor, bunlarsa yetişkin bir gergedanın. Şşşşşt, aman sessiz olun, gergedan her an karşımıza çıkabilir, bakalım görebilecek miyiz?
-Ah bakın bakın şurada şurada… Aaaaa, boynuzları kesilmiş!
Beny, öfkeyle Afrika’da süren gergedan vahşetini anlatıyor. Zavallı hayvanların 10 bin dolara alıcı bulan boynuzları için öldürüldüğünü, cinsel gücü artırdığı gerekçesiyle en büyük alıcısının Çinliler olduğunu söylüyor. Bu gergedanın böyle bir vahşete kurban gitmemesi için Pilanesberg bekçileri tarafından boynuzları kesilmiş…
Pilanesberg’de 3 büyük göl var, hayvanlar su içmeye çoğu kez göllerin kıyısına gidiyorlar, bakalım hangilerini görebileceğiz?
-Aaaa şuraya bakın. Su aygırı mı onlar?
Kilometrelerce uzanan yolda sarsılarak ilerlerken ağzımız açık kalıyor, izlediğimiz her şeyi belleğimize, telefonlarımıza aktarmayaçabalarken yoruluyoruz, yemek molası veriliyor, “biraz su içeyim” derken nefessiz kalıyorum… Karşımda zürafalar var:
-Ah, fotoğraflarını çekebilecek miyim? Ya kaçarlarsa?
Beny gülüyor:
-Merak etme bak, oradaki tuz kayasını görüyor musun? Onu yalamaya geliyorlar, biraz daha kalırlar, haydi, çek çek, resimlerini…
Mola bitti, tekrar yollara düşüyoruz, saatler geçti, hava kararmaya yüz tuttu, hala “yırtıcılar” çıkmadı karşımıza… Beny uzağa park etmiş bir jipi gösteriyor:
-Bakın orada durduğuna göre bir şey var.
Biz de yaklaşıyoruz, “oooooo, sonundaaaaa” Ağaca uzanmış, dinlenme molasında bir leopar…
Büyülenmiş gibi izliyoruz, kıpırdamaya niyeti yok, Beny, “saatlerce orada uzanır, ağacın tepesinde, uyuklar, avlanmaya gece karanlığında çıkar” diyor.
Herkes resim çekme telaşında, deklanşörlere art arda basılıyor, leopar kıpırdamıyor bile…
Akşamın kızıllığı vuruyor kayalara, artık yola düşüp otele dönme zamanı… Aslanı göremedik, ne yapalım, şansımız bu kadarına yetti… Daha ne olsun?
——-Küçük Selimiye——-
Pretoria’da görülecekler listesinde Nizamiye Camii (****) de var, gidip fotoğraf çekmeli…
Midrand bölgesinde 100 dönüme kurulu, devasa bir cami ile okul, medrese, hastane, mezarlıktan oluşan “dev külliye”nin Afrika’daki varlığı insanı şaşırtıyor. Külliyeye, Nizam-ül Mülk’ten esinle Nizamiye adı verilmiş. Bir cuma günü öğlene doğru gittiğim külliyede in cin top oynuyor. Bildiğim kadarıyla Pretoria’da yaşayan halkın tamamına yakını hıristiyan…
-Acaba diyorum, Türkiye’de hızımızı alamadık da, Afrikalıları da mı müslümanlaştırmaya niyet ettik?
Cami, işadamı Ali Katırcıoğlu tarafından 34 milyon dolar harcanarak yaptırılmış, Mimar Sinan’ın ileri yaşlarında Edirne’de gerçekleştirdiği, gururla “ustalık eserim” diye söz ettiği Selimiye’nin dörtte bir küçültülmüş örneği imiş.
Öğlen vakti camiyi gezdik, doğru dürüst bilgi alacak kimse bulamadım, cami imamının “ABD’ye göç ettiği” ifade edildi. Bilmem ki, acaba Pretoria’daki “müslümanlaştırma çabasındanumutsuzluğa kapılıp da mı gitmişti?”
Caminin bekçisi olduğunu ifade eden biriyle aramızda şu konuşma geçti:
-Öğlen namaz vakti yaklaşıyor, ezan okunacak mı?
-İmam yok, Amerika’ya gitti
-Ezan okunmayacak mı?
-Okunur, bir Türk var, o okuyacak
-Burada günde 5 vakit ezan okunuyor mu?
-…
Görüştüğüm siyahi bekçi, sorularım okulun müfredatı, medresedeki eğitim sistemi, hastanedeki uygulamalar üzerinde yoğunlaşınca “işim var” diyerek yanımdan ayrıldı.
Sonraki bir gün, önceden sözleştiğim rehberim beni otelden aldı, kentin önemli noktalarını gezmeye çıkardı. Güney Afrika Cumhuriyetinin kuruluşunu anlatan Voortrekker Anıtını, Doğa Tarihi Müzesindeki dinazor kalıntılarını, dev balina kılçıklarını resimledim.
Yolumuz fakir semtlere de düştü, inanılmaz görüntülere tanıklık ettik, havadaki yasemin kokuları çabucak silindi, kayboldu, insanlar yaşamak değil, ayakta kalmak çabasındaydı.
Gezimiz sırasında kimi dergilerde, gazetelerde okuduklarım üzerinde rehberle sohbet ettik. Ülkede önü alınamayan yolsuzluklar belli ki onu da karamsar kılmıştı, umutsuzdu. Eski devlet başkanı Zuma’nın çok sayıdaki eşlerini, 23 çocuğu ile olan ilişkilerini, mahkeme serüvenini ve sürekli “duş kafası” ile çizilen karikatürlerini anlatarak güldürdü beni. Şimdiki Başkanın milyonlarca dolara alınıp satılan heybetli Uganda Öküzlerine olan merakını ve çevresindeki inanılmaz yolsuzluk iddialarını da böylece öğrenmiş oldum. (*****)
(**)https://www.elections.org.za/pw/elections/whats-new-in-the-2024-elections-electoral-amendment-act
(****)https://en.m.wikipedia.org/wiki/Nizamiye_Mosque
(*****)https://www.csmonitor.com/World/Africa/Africa-Monitor/2011/0722/A-president-a-shower-head-and-freedom-of-expression-in-South-Africa