Bu Blogda Ara

Beyhan Cenkci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Beyhan Cenkci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Mayıs 30, 2024

Portreler… Can Pulak, 82 yaşında bir delikanlı

Gazeteciler arasında Can Pulak’ın yeri farklıdır, pek çok konuda kendine sorumluluk biçmiş, mücadele vermiştir. Çevreyi, yeşili, denizi korumak başta olmak üzere… Bir dönem milletvekilleri Marmaris’te çok geniş bir alanda yazlık yaptırmak istemiş, onun mücadelesiyle Marmaris betonlaşmaktan kurtulmuştu. 

Şimdilerde Can Pulak Bodrum’da yaşıyor, bu kez mandalinayı korumak istiyor ancak mandalina bahçelerinin ranta karşı korunması o kadar kolay değil:

-Bodrum’un mandalinası o kadar değerli ki, ama şimdilerde para etmediği için o güzelim bahçeler bozuluyor, ağaçlar kesiliyor, yerlerine habire villa yapılıyor. Ben şahsi uğraşımla kurtarmak istesem de olmuyor, örneğin mandalina yetiştiren bir bahçe sahibinden mandalina ağaçları kiraladım, kendim toplayıp eşe dosta mandalina dağıtmak için, ama bir tek benim çabamla ne olabilir ki?

Can Pulak’la bir ağaç altı bulup yerleştik, gölgede eskileri konuştuk, yeni dönemi, AKP iktidarını değerlendirdik. Pulak, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’nin 22 yıldır süregelen iktidarını eleştiriyor, “AKP basına engel koymak yerine aklı varsa basındaki eleştirilerden ders alıp, kendine çeki düzen versin” diyor ama “22 yıldır ben bu iktidarda aklın A’sını filan göremedim” diye ekliyor. 

Peki basın neden eleştiri görevini yeterince yapamıyor? İşte Pulak’ın anlattıkları:

—-Yılmaz Özdil’in eksikliği——

-Basın için söylenecek çok şey var da, birini söyleyeyim, örneğin şu anda Yılmaz Özdil’in yazı hayatının dışında kalması bence büyük eksiklik, onu sürekli izliyorum, doğrusu gazeteci olarak heykeli dikilecek adam.

-Bu iktidarla basının sorunlarına çözüm bulunamaz, basın hürriyeti şurada dursun vatandaşın söz hürriyeti yok, hürriyete izin vermez. Bu durumda kim ortaya çıkaracak yolsuzlukları usulsüzlükleri? İşte şimdi kalkmış 45 bin nüfuslu Bayburt’a havaalanı yaptırmaya kalkıyorlar, yılda 2 milyon yolcu garantisi vermek koşuluyla. Oysa Bayburt’a çok yakın mesafede iki ayrı havaalanı var. 

—-İktidar denetlenemiyor—-

-AKP Genel Başkanı diyor ki -biz Sayıştay denetimine açığız, saygı duyuyor, önem veriyoruz.- Peki doğru mu? Hayır, tam tersine, Sayıştay görevini yapamıyor çok hazin. Zaten bu iktidarın gündem değiştirme taktiği çok, bir Anayasa tartışması başlatıyor o arada müfredat işini gözlerden kaçırıp kesinleştiriyor, devleti adeta kendi şirketiymiş gibi yönetiyor. Şu anda FETÖ’den daha tehlikeli bir tarikat Menzil, devletin neredeyse tamamına hakim olmuş…

—-Asker üniformayla çıkamıyor—-

-Neden ses çıkartılamıyor? Çünkü  herkesin kaybedecek bir şeyi var, bu yüzden şimdi korkaklar, ödlekler, suskunlar toplumu haline geldik. 

-Zaten vatan sevgisi, milliyetçilik duygusu yerle bir edildi, bütün değer yargılarımız, milli kurumlarımız tepe taklak oldu. Dikkat ederseniz ortalarda üniformalı asker artık göremiyoruz, insan içine üniformayla çıkmıyor asker artık. -Vesayetten kurtardık- diyorlar. Neyin vesayeti peki? 22 yıldır siz yönetmiyor musunuz?

-Ehliyet, liyakat bir kenara atıldı, heryere imam hatiplileri doldurdular evlere şenlik…Böyle bir skandal görüldü mü?

-Türkiye şu anda kendisini yönetenlerden hesap soramıyor, tasarrufmuş, meclisteki su bidonlarını kaldıracak arıtma koyacaklarmış, çocuk tiyatrosu yapsalar güler geçersin. 13 uçaktan vazgeçemiyorlar ama.

—-Cumhurbaşkanlığı harcamaları—-

-Cumhurbaşkanlığını denetleyen bir kurum var mı ortada? Harcamalar nasıl yapılıyor? Kim tarafından denetleniyor?

-Emekli askerleri susturacaklarmış. Onlar yerine, TV’lerde her gece boy gösteren, bilgisi liyakati ortaokul düzeyindeki  profesörleri sustursunlar. Her sokağa üniversite açarsan olacak budur. Bunlardan mezun olanlar işsiz aç… 

-AKP nin kuruluş bildirgesine tüzüğüne bazen bakıyorum, orada şunlar yazmıyor:

-Memlekete milyonlarca sığınmacı yerleştireceğim, (ki tam bir faciadır,) referandum yapmadan anayasayı defalarca değiştirmeye kalkacağım, cumhurbaşkanlığı için en fazla iki kez seçim diyen anayasaya uymayıp üçüncü kez seçime gireceğim…

—Özal’ı tehdit eden gazeteciler—-

-Fakat CHP’ye bakınca orada da pek bir fark göremiyorsunuz, işte Ekrem İmamoğlu, Osman Gökçek’in dilinde, adam babasının yolsuzluklarını hırsızlığını unutmuş kalkmış İmamoğlu’nun dağıttığı ihaleleri diline dolamış…

-Eskiden basın çok mu cesurdu? Sayın Başbakan diye yarım sayfa mektupla seslenebiliyordu?

Bu olayın perde arkasını anlatayım, Özal, Erol Simavi, Dinç Bilgin, Kemal Ilıcak, Asil Nadir gibi gazete sahiplerini İstanbul’da topladı dedi ki, -size kağıdı sübvansiyonlu veriyoruz, fabrikalar zararda, bu yüzden kâğıt sübvansiyonunu kaldıracağız, işinize geliyorsa, yoksa ithal edin.  Ayrıca hepinizin bankalara çok ağır kredi borçlarınız var, bankaları sıkıya aldık, borçlarınız ödenmeden size yeni kredi açılmayacak.  E, ondan sonra tabii ki gazete sahipleri kıyameti koparttı, Özal’ı tam sayfa yazılarla tehdit etmeye kalkıştılar.

——Memurlara gelen hediyeler—-

-Özal beni müşavirliğe atadı, emrime arabalar sekreterler tahsis etmek istedi. Dedim ki, -bana bir Murat 124 yeter, 3 kişiyle çalışırım fazla oda da istemez.- Ama bir gün sekreter geldi, -Can Bey bize ilave odalar lazım- dedi, -neden?- Diye sordum, -çok fazla hediye geliyor size- dediler. Gülersin, kondisyon bisikleti, saat, televizyon bile var. Özal’a gittim dedim ki -bu hediye işine son verelim. Amerika’ya gittik ipek halı hediye götürdük, adamlar iade ettiler, 200 dolardan fazla değerli hediye alamayız diye. Biz de hediye işini yasaklayalım.- Ama, Özal karşı çıktı, -nasıl takip edeceğiz? Bu sefer evlerine gider hediyeler- dedi. Ben de sekretere dedim ki -gelen hediyelerin hepsini toplayın bir çuvala da çalışanların isimlerini yazın, kura çekilsin,  bana gelen hediyeleri dağıtın.- Öyle yaptık. 

—-Özal zengin mi oldu?—-

-Benim memurum işini bilir lafı da yanlış anlaşılmıştır. Milletvekilleri Özal’a şikayette bulunmuştu, -bakanları bürokratları göremiyoruz- diye, o da,-sizin yeriniz meclis, bakanlıklarda ne işiniz var? Ne için oralara gidiyorsunuz? Rahat bırakın memuru, memur işini yapsın- anlamında konuştu, başka yere çekildi.

-Bir de Özal için -devlette zengin oldu- lafları dolaştırıldı. E, öldü, nesi çıktı ortaya?

—-Evren’e adaçayı verilmedi——

-Beyhan Cenkçi (Gazeteciler Cemiyeti eski başkanı)  ile zaman zaman ters düştük, farklı ekiplerin içinde olduk ama birbirimizi çok severdik, bir ara askere gittim beni ilk ziyaret eden o oldu. 12 Eylül sonrası Kenan Evren halk önüne çıkmamıştı, onu ilk kez Beyhan Cenkçi ile biz Gazeteciler Cemiyetinde basın toplantısıyla halkın karşısına çıkardık.  Geldi oturdu, Beyhan -ne içersiniz?- diye sordu, Evren -adaçayı- deyince, -aman onu vermeyelim, adaçayı size iyi gelmez, ıhlamur ikram edelim- dedi, Evren bunun sebebini çok merak etmiş, sonra özel olarak sordu, Beyhan Cenkçi, -performansınız düşer, hanımınıza mahçup olursunuz- deyince bir kahkaha patlattı Evren… Ayrıca Cenkci 12 Eylül öncesi senatör seçilmişti ama olağanüstü durum nedeniyle parlamento toplanamıyordu, yemin edemediği için göreve başlayamamıştı. Evren’e dedi ki, -sizin bana borcunuz var, senatör oluyoruz diye kendime 3 elbise diktirmiştim, giymek kısmet olmadı, terzi parasını isterim.-

——-Dayak da yedik—-

-Dayak da yedik… Talat Aydemir olayında nümayişçilerin fotoğrafını çekme uğruna iki gazeteci bir ağaca tırmanmıştık, Tuncer Tuğcu ağaçtan düştü, onu yakalayıp fena dövdüler, ben ses çıkarmadan ağaçta duruyordum, beni de görüp zorla indirip dayak attılar. 

-Okluk koyunda köşkün yapılmasına ben ön ayak oldum, çünkü Özal dinlenmek, biraz deniz tatili yapabilmek için otellerde kalıyor, otel sahiplerinin ondan bazı istekleri oluyordu. o zamanın devlet istatistik enstitüsüne ait bir kulübeyi genişletip küçük bir yazlık eve dönüştürdük. 

—-Okluk’a kimse giremiyor—-

-Şimdi artık o koya kimse giremiyor, bir de içine Millet Camii diye cami kondurmuşlar ama millet camiye giremiyor ki. Geçenlerde biz karayoluyla oraları gezmeye kalktık, baktık arkamızda beyaz bir jip, sordum -bunlar kim?- diye… MİT denildi, kibarca bize -oradan çıkın- dediler. 

—-Sigarayı 40 yıl oldu bırakalı—-

Zaman zaman Ortakent’te, sabah yürüyüşlerinde karşılaştığımız için Can Pulak’ın 82 yaşına karşın delikanlı duruşu beni şaşırtmıyor, yine de sırrını soruyorum, anlatıyor:

“Sigarayı bırakmaya karar verdim ve 1 hafta içinde  bıraktım, 40 yıldır ağzıma koymuyorum. Yılın 5 ayında hem yüzüyor hem yürüyorum, yılın geri kalanında da hep yürüyorum. Herkese tavsiyem, sigarayı bırakın, bolca yürüyün, yüzün.”


Cuma, Aralık 01, 2023

Yıldızın parladığı anlar





Amerikan eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ölümü, Türkiye’de yaşanan pek çok olayı çağrıştırdığı gibi benim için de özel önem taşıyor… 

Hani Kıbrıs Harekatı sırasında kendi gemimizi kendi uçaklarımız “yanlışlıkla” bombalayıp batırıyor, oysa öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Kissinger, Başbakan Ecevit’i arayarak, “hata yaparsınız” diye uyarıyor… (https://bennursunerel.blogspot.com/2023/12/kissingeri-olumu-uzerine-1.html Bu konudaki yazım)


Şimdi ise bu olayın yansımasıyla, aklıma gelen, tam deyimiyle “yıldızın parladığı anlardan birini” paylaşayım sizlerle… 


Önce şunu söyleyeyim, 43 yılı bulan gazetecilik kariyerimde Tercüman ve Cumhuriyet gazetelerinde farklı zamanlarda çalışmış olmak bir onur vesilesidir benim için…


-Neden?


Diye soracak olursanız, bir dönem Güneri Civaoğlu’nun genel yayın müdürlüğü sırasında ülkede en çok okunan siyasi gazetelerden biriydi Tercüman, ama zaman zaman “bağnazlık” düzeyinde “sağ” ideolojinin sesi haline dönüşürdü… Ben o yıllarda ekonomi muhabiri olarak ve zaman zaman da araştırma yazıları hazırlamak için canla başla çalıştığımdan,  bu ideolojik yaklaşıma takılmaz, işimi yapmaya çabalardım. Gazete yöneticilerinin ise hakkını teslim etmek gerekir, yaptığımız haberleri kelimesine dokunmadan yayınlamışlardır…


Cumhuriyet ise bilinir, “sol”daki gazetelerimizdendir, sosyal demokrasiyi, bölüşümü, eşitliği, özgürlüğü savunur… Ne mutlu bana, haberciliğe “yorum bulaştırmadan” iki gazetede de çalışma heyecanını, keyfini yaşamışım… 


İşte Henry Kissinger’in de yer aldığı blog yazımdan da anlaşılacağı gibi, Tercüman için 1988 yılındaTCG Kocatepe gemimizin Kıbrıs Harekatı sırasında kendi uçaklarımız tarafından nasıl bombalandığı ve 54 askere hazin biçimde nasıl mezar olduğu üzerinde bir araştırma dosyası hazırlamıştım, gazetede 7 günlük bir seri olarak yayınlanan bu dosya çok yankı yarattığı gibi bana bir de Gazeteciler Cemiyetinin “yılın gazetecisi” ödülünü kazandırdı…



Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Beyhan Cenkçi ile dönemin Çalışma Bakanı İmren Aykut’un elinden ödülümü alırken resimde görüldüğü gibi! ne kadar mutluydum…


Yıllar sonra yine araştırma dosyaları hazırlamak üzere, efsane gazeteci Cüneyt Arcayürek tarafından Cumhuriyet’e çağrıldım. TCG Kocatepe dosyasını yeniden hazırlamak orada da kısmet oldu… Bu kez Genelkurmay tarafından kurulan soruşturma komisyonunun “gizli” belgelerinden yola çıkmıştım… Cüneyt Bey, iltifatta “cimri” oluşu ile bilinse de o gün beni tebrik etmiş, üstelik Hakkı Erdem ile birlikte ikimizi “biralamaya” Hilton’a davet etmişti.


Meğer parlayan yıldızlar hala sönmemiş!


Deniz subayı Özhan Bakkalbaşı tarafından kaleme alınan “TCG Kocatepe Nasıl Battı” kitabını aralarında değerli Bora Kutluhan’ın da yer aldığı bir kaç dosttan, meslektaşımdan duyup aldım, okurken benim bu dosyalardan alıntıya da  rastlayınca bir mutlu oldum ki, tarifi imkansız…



Size de dilerim, yıldızların parladığı günleriniz çok olsun… 


2023 YILINDA BASIN SEKTÖRÜ

  Türk Basını , 2023 yılı boyunca  usulsüzlük ve yolsuzluk haberlerini büyüteç altına almakla birlikte, çoğu kez bu haberlere yayın yasağı g...