Bu Blogda Ara

SBF Basın Yayın Yüksek Okulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SBF Basın Yayın Yüksek Okulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Ekim 21, 2023

Günümüzde gazetecilik





Gazetecilik mesleğinde öyle aşamalardan geçtik ki… İçerikle ilgili atmosferi  13 sözcük, 2 rakamla özetlesem  ne dersiniz? 

-12 Eylül koşulları, siyasi yasaklar, kontrollü seçimler, 28 Şubat dönemi, AKP’nin bitmek tükenmek bilmeyen iktidarı… 

E, bunlar işin “neler oldu?” Faslı… Bir de “nasıl bildirdik?” Sorusu var… Daktilo ile başladık, fax çıktı diye sevindik, 14 kiloluk kameralarla görüntülendik,  bugünlere geldik… 

-Peki sonrası?

Diye soruyorsanız, ve de üşenmezseniz, bir doktora tezi için bana yöneltilen soruları yanıtladım, bakıverin derim…

Gazetecilik dijital kuşatma altında. Farklı üretim araçlarının yanında tüketim kanalları da değişiyor. Bu durum gazetecinin ve gazeteciliğin geleceğini nasıl etkiledi/etkileyecek?

 

Alvin Toffler’in deyimiyle “3.Dalga”nın vurmasıyla, teknolojik devrimi yaşadık ve içinde bulunduğumuz yeni uygarlık, bizi artık her sabah büfelerde satılan gazeteleri satın almak yerine oturduğumuz koltukta, kucağımızdaki bilgisayar ya da elimizdeki telefonla dijital gazete okuru yaptı. Aslında ben  kuşatma” sözcüğünü uygun bulmuyorum, teknolojide kaydedilen gelişmelerin gazeteciliği de kaçınılmaz olarak yeni bir şekle soktuğunu düşünüyorum. 17. Yüzyılda ilk sayfalarını topluma sunan geleneksel gazeteler ve geleneksel gazetecilik artık devrini tamamladı, habercilik şimdi yepyeni bir kulvarda, üstelik de ışık  hızıyla ilerlemek durumunda. Bu kulvarda tökezleyen geleneksel gazeteler için kaçınılmaz son, yani “tükeniş” çok yakın. O kadar ki, hem dünyada hem de Türkiye’de bütün geleneksel kuruluşlarda kadrolar daraltılıyor ve istihdam kapıları ancak teknolojiyi bilenlere açılıyor. Dolayısıyla geleneksel gazetecilik öğretilerinin yerini dijitali kucaklayan, yeni öğretileri ve becerileri kazandıran müfredat programlarının alması gerektiğini düşünüyorum. Yani  yeni nesil gazeteciler için, artık iyi Türkçe okur-yazarı olmak, 5 N 1 K’yı haber girişinde düzgün biçimde verebilmek, haber metnini ters piramit ya da piramit yöntemiyle ortaya net biçimde koyabilmek, öyküsel anlatım diline hakim olmak gibi özellikler çok önem taşımıyor, habere konu olan ögeleri,  dijital mecraya kusursuz ve çekici biçimde taşımak, fotoğrafları-görüntüleri cazip hale getirebilmek için geliştirilen özel programları bilmek, algoritmalardan haberdar olup, haberi üst sıralara taşıyacak anahtar sözcükleri bulabilmek, yapay zeka, SEO gazeteciliği, robot gazetecilik gibi unsurları habercilikte kullanabilme gibi yetilere sahip olmak da gerekiyor. 

 

Aynı durum okur için de geçerli.

 

Okur için geleneksel gazete o günün tarihini taşısa bile  artık donuk, geride kalmış, günceli kucaklamayan bir kağıt parçası niteliğinde. Sabah o gazeteyi açmış, satır satır okumuş olsa bile gündemle ilgili fikir sahibi olabilir ama bilgisi artık yetersizdir, çünkü anlık değişimler için dijital mecraları takip etmek zorundadır. 

 

Haber üretiminde yaşanan değişimlerin gazetecilik pratiği üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu gazeteciliğin avantajı mı yoksa dezavantajı mı oldu?

 

Gazetecilik pratiği için gereken altyapı hala gereken bir altyapı. Yani olayları, gelişmeleri sorgulama, analiz etme, okunası bir teknikle düzgün bir dil (ister yazılı ister görsel, isterse işitsel mecrada olsun) kullanarak habere dönüştürme gibi özelliklerden söz ediyorum. Bu özellikleri besleyen pek çok ayrı unsuru saymıyorum ama iyi bir gazeteci olabilmenin temel unsurlarının var olması gerektiğini dile getiriyorum. Dolayısıyla bu özellikleri “olmazsa olmaz” kabul edeceğiz. Ama günümüzde gazeteciliğin  dijital dönüşümünde bu özellikler artık ne yazık ki çok az şey ifade ediyor. İlk sorunuza verdiğim yanıttaki gibi ek özelliklerin de gazetecide mutlaka bulunması gerekiyor. 

 

Dijitalleşmenin getirdiği ortam haber üzerinde editörün varlığını nasıl etkiliyor? Gazeteci haber merkezine bağlı kalmaktan kurtuldu mu?

 

Günümüzde uzaktan çalışma koşulları o kadar iyileşti ki, belli düzeydeki, yetişmiş, başarısını kanıtlamış gazeteciler açısından “büroya gitme” koşulu, ya da “stüdyoda olma” gerekliliği kalmadı. İlk iki soruya yanıt olarak söylediğim altyapı koşullarını taşıyan bir gazeteci, her durumda editöre ihtiyaç duymadan haberini hazırlayıp, seçtiği her mecrada yayınlayabilir. Canlı yayınlar görsel habercilik açısından bu durumun önemli bir örneğidir. Dijital mecrada yayınlanacak haberleri konuştuğumuz taktirde ise editörün varlığı halen bir gereklilik. Haberin sayfada ne şekilde yer alacağı, hangi cazip başlıkla sunulacağı, fotoğraf-görüntü-link desteğinin ne şekilde sağlanacağı gibi unsurlar açısından editör hala kilit isimdir. 

 

Tüketicinin habere yüklediği anlam dijitalleşme ile birlikte değişti mi? Yeni bir tüketici profilinin varlığından bahsedebilir miyiz?

 

Tabii ki çok değişti, hem de pek çok açıdan… Örneğin okuyucu artık pasif bir birey değil, dijital yayınları proaktif biçimde takip eden bir okurdur, gerektiğinde mesajlar yoluyla beğenisini ya da eleştirisini sunar, yanlışlığa dikkat çeker, hatta işin doğrusu neyse bildiklerini bile dile getirebilir.  Eskiden diyelim ki sadece Hürriyet ya da Cumhuriyet Gazetesinin okuru, ya da TRT veya herhangi bir kanalın izleyicisi  olarak gelişmelerden haberdar olan birey artık sınırsız-hiper medyanın nimetlerinden yararlanabilmektedir. Üstelik dijital dünyada sadece metinler değildir karşısında duran. Ses, görüntü, rakamsal veriler gibi sonsuz kaynaklarla da karşı karşıyadır. İstediğini seçer, mecradan mecraya atlar, arşivlere girer, geçmişi irdeler, bugüne döner, dolayısıyla edinmek istediği bilgi açısından önünde uçsuz bucaksız bir dünya vardır. 

Üstelik dijital mecraların karşısındaki bu profil yaş, cinsiyet, yaşadığı yöre, eğitim, kültür düzeyi ve ekonomik durumu açısından da değişiklik göstermektedir, hatta bu değişiklik sabah, öğlen, akşam, gece gibi saatlere göre de farklılaşan bir profildir.    

Yalnız, sanırım dijital mecrayı genel olarak en aktif kullanan profil gençlerdir demek yanlış olmaz. 

 

Dijitalleşme haber üretimi ile birlikte yayılmasına nasıl etki etti? Burada haber tüketicisinin haberle olan tutumu nasıl şekilleniyor? 

 

Dijitalleşme haber üretimini ve yayılımını son derece kolaylaştırdı ve hızlandırdı. Geleneksel medyada diyelim ki bir gazetede muhabirin olay yerinde bilgi toplayıp, merkeze dönmesi, haberi yazması, editöre düzeltme için göndermesi, düzeltilen haberin dizgiye gönderilip, matbaaya aktarılması, haberin sayfada yer bulup basılması, gazetenin dağıtıma-satışa çıkması şeklindeki zincir artık yoktur, bir kaç tıkla haber dijital sayfada yerini alıp okurun tüketimine anında sunulmaktadır.  Üstelik haberin konu edindiği olay ne ise, o olayla ilgili gelişmeler de dakikalar içinde dijital sayfaya metin-fotoğraf ya da görüntü olarak eklenmekte, yani olayla ilgili gelişmeler statik bırakılmamakta, sürekli güncellenmektedir. .

 

Evet, böylece haberin dijital mecrada, bir başka deyimle yeni medyada yer alışı ve yayılımı olağanüstü hız kazanmıştır ama şunu da unutmamak gerekir… Yeni medyanın dijital altyapısına ilişkin ileri teknikler hala ileri batı ülkeleri kaynaklı… Dolayısıyla  teknolojik olarak geri durumdaki ülkeler, ithal ettikleri bu teknoloji nedeniyle kültürel emperyalizmin de kurbanı oluyor. Hatta yeni medya aracılığı ile az gelişmiş ülkeler algoritmik manipülasyona bile uğratılıyor. O kadar ki, yapay zeka algoritmaları kullanılarak yeni medyadaki her türlü verinin kontrolü bile sağlanabiliyor. 

 

Yani haberin tüketicisi burada “kurban” durumuna bile düşürülebiliyor, bir takım şartlandırmalara uğratılıp, değer yargıları bile değiştirilebiliyor. Bu nedenle medya okuryazarlığının geliştirilmesi bence bütün toplumlarda ön plana çıkmalı, ilkokullardan başlanarak bu bilinç yerleştirilmeli. 

 

Haber okur/izleyici dijitalleşme ile birlikte kendi haber alma tercihini belirleyebiliyor mu? Daha çok hangi mecradan haber takibi yaptığını düşünüyorsunuz?

 

Bu noktada sanırım kişinin “abonelikleri” ya da “seçimleri”hatta “inançları” ve “cinsiyeti” bile etkili oluyor. Ayrıca dijital mecralar, kullandıkları algoritmalar ve “kilit sözcükler” yoluyla hangi kesimi okur yapmak istiyorlarsa onları etkileyip kendi sayfalarına yönlendirebiliyorlar. Kişilerin ideolojik tercihlerini de yabana atmamak gerektiğini düşünüyorum. 

Gördüğümüz kadarıyla son yıllarda internet yoluyla gazete okuyanların çok büyük bir bölümü sosyal medyaya da odaklanmış durumda, özellikle Facebook veya Twitter gibi mecraların büyük oranda tercih edildiğine dair araştırmalar var. (Pew Center’in 2011 yılında yaptığı bir araştırma internet kullanıcılarının yüzde 11’inin Facebook ve Twitter’dan haber okuduğunu ortaya koymuş.)

 

 

Haber tüketimindeki farklılıklar toplumda sosyo-kültürel ayrımın bir göstergesi midir? Neden?

 

Tabii ki. Örnek vermek gerekirse Cumhuriyet Gazetesi okurunun genelde Posta gazetesi okuruna oranla çok daha iyi eğitimli olduğu bilinen bir gerçek. Aynı şekilde Telegram-Tik-Tok tüketicileri arasında da entellektüel düzey ayrımı var. Dijital teknolojinin Türkiye’ye ileri batı ülkelerinden yıllar sonra gelmiş oluşu da etkili. Türk okuru, dijital medya okuryazarlığını öğrenmekte geç kaldı. Bu konuda gençlerin bilgi-becerisinin çok daha yüksek olduğunu söylememe sanırım gerek yok…

Şu anda ortaöğretimde özellikle dar gelirli ailelerin çocuklarına bile yeterli bilgisayar bulunamazken, ailelerin yetişkinlerinin dijital medya okuru olmalarını, en azından bu konuda yeterli bilince sahip olmalarını beklemek de biraz hayalcilik olur sanırım. Yani sadece sosyolojik-kültürel değil, ekonomik yeterlilik açısından da bireyin habere yaklaşımı değişkenlik arz ediyor.

 

 https://www.pewresearch.org/journalism/pj_2022-06-14_journalist-survey_0-07/


Salı, Nisan 26, 2022

Bir çanta öyküsü ve Tevfik’in vedası

 



Tevfik’le SBF Basın Yayın Yüksek Okulunda aynı sıraları paylaştık, çok yakın değildik belki ama severdik birbirimizi. Okul bitti, herkes farklı yerlere savruldu, onun deri işleme merakı olduğunu ta o zamandan bilirdim, yakınlarda ben de merak sardım.


Yıllar içinde pek bir araya gelemedik, o Kaş’ta yaşıyordu, ben Ankara’da,  ama sıkça yazışırdık.



Geçenlerde kendi yaptığı firuze işlemeli bir deri çantayı Face’de paylaştı, ben de kedigözüyle yaptığım bir deri bilezikle yanıt verdim. Tevfik bu işin ustasıydı, benimkisi sadece çıraklıktı. Epey şakalaştık. Ben o güzelim çantasının resmini hesabımda paylaşıp, tezgahının adresini verdim, o da bana, “beni çalıştıracaksın bu yaz” diye şakayla karışık sitem etti.


Önceki gün, sınıf arkadaşımız Alpaslan, Tevfik’in hastaneye kaldırıldığını haber verdi, bugün onu kaybettiğimizi öğrendik. 


Tam bir şoktu benim için… Tevfik’in yaşama bu kadar erken veda edişi büyük haksızlıktı,  kahroldum desem yeridir.


Bir kaç saat önce ise tuhaf bir şey yaşandı…


Gazeteciler Cemiyetindeki toplantımız sırasında Başkan Nazmi Bilgin, Tevfik’in çanta paylaşımını Face’de gördüğünü, çok beğendikleri için ve eşiyle birlikte dün Kaş’ta  Tevfik’in tezgahını aradıklarını söyledi, bulamamışlar, komşu dükkanlardan, Tevfik’in henüz tezgahını açmadığını söylemişler…


Bu kadar basit mi yaşam?


Bir gün varsın bir gün yok…


Ama günlerce uğraşıp ortaya çıkardığı çanta bir yerlerde hala duruyor.


Çok acı…


Güle güle Tevfik… Sevgili dost❤️

Cumartesi, Mart 21, 2020

Corona... Dünyanın sonu mu yoksa?

Yahu ne felaketmiş  şu eve tıkılıp kalmak? Zaman zaman;

- “Yok canım, bu bir kabus, bal gibi kabus, gerçek olamaz, nasılsa uyanırım yakında”

Diyorum kendi kendime,  ama binlerce, milyonlarca insan, ya da  tüm dünyalılar aynı anda, aynı kabusun bir parçası olabilir mi?

Düşünüyorum da, acaba bugüne kadar buna benzer bir durum yaşamış mıydık hiç?

-Hımmm bir düşüneyim bakayım...  Bir kere nüfus sayımları vardı, o Pazar günü itirazsız sabahtan akşama değin sokağa çıkmak yasaktı. Ne saçma uygulamaydı, neyse ki sonunda vazgeçtiler.
-Peki başka?
-Bunun dışında galiba 12 Eylül Döneminin Sıkıyönetimlerce ilan edilen  sokağa çıkma yasakları vardı...  “İkinci bir emre kadar sokağa çıkılması yasaklanmıştır...”  anonsları filan.... Ama dur, bir dakika, onlar galiba hep gece 24.00 itibarıyla yürürlüğe giriyordu öyle  değil mi? Gençlik yıllarımızın en güzel günleriydi de çok takmazdık ama, şu ”mecbur olmak” var ya...   Diyelim ki arkadaşlarla buluşulacak veya özel birisiyle! Hani saatler uçar gider, sen çok mutlusundur, sonra ding-dang-dong, bir bakmışsın  geceyarısı... Haydi Cinderella, evine...

İşte aklıma  üşüşen yasaklar bunlar...

Başka?

Yasak değil ama aklıma o korkunç gün ve sonrası geliyor...

8 Nisan 1976, çiçeği burnunda üniversite öğrencisiyiz... Okulda bir tören mi vardı? Onun için mi toplanmıştık? SBF, ön avlu, hepimiz oradayız... Ve aniden yaşanan o büyük felaket, Hakan Yurdakuler öldürülüyor... Hemen  büyüyen olaylar, iki öğrenci daha öldürülüyor, okulun kapısına tam 9 ay kilit vuruluyor...

O günlerde “okulsuz yaşam olur mu?” diye düşünüyorduk doğal olarak. Önümüzde uçsuz bucaksız uzanan bir okyanustu okul... İşte her gün aşkla, heyecanla, binbir hayal kurarak içeri girdiğimiz okulun kapısı duvardı artık... Nasıl olabilirdi o hayranlık duyduğumuz hocaların yokluğunda yaşam? Mümtaz Soysal, Bedri Gürsoy, Cemal Mıhçıoğlu, Feyyaz Gölcüklü, Cahit Talas, İlber  Ortaylı, Mahmut Tali Öngören...

Mıhçıoğlu fantastik bir lugat oluşturmuştu kendine... Televizyon “uzgöreç”miş mesela... Gülüşsek de mecbur tutardı bizi de “ari Türkçe” kullanmaya...
Mümtaz Hoca, bir Pazartesi günü “Kurtuluşçular” (Sahi, amma çok sol fraksiyon vardı, ne işe yarıyordu ki bu ayrımlar?)  büyük anfideki Anayasa dersini basmıştı da, nasıl çınlatmıştı ortalığı  haykırışıyla

 -Hayır, boykot filan yok, izin vermiyorum, defolun gidin, 9 ay yetmedi mi miskinliğinize?... 



İlber Hoca bir alemdi, derse Konya’dan başlar, Hanya’dan çıkardı... Takip etmek zordu.
Mahmut Tali Hoca radyo efektlerini  Serpil Akıllıoğlu’nun ne kadar güzel kullandığını anlatmıştı bir derste... Ağustos’ta mı geçiyor hikaye? Ağustos Böceğini koy gitsin, cır cır cır...
Serpil Akıllıoğlu için Sıdıka (Yılmaz)  ile Milli Kütüphanede soğuktan  donarak haftalarca uğraştığımız arşiv çalışmasını hatırladıkça hala içim ürperir.

Okul açıkken de sanki derslerden çok çevredeki kahvehanelerin müdavimi değil miydik? Bir keresinde Bedri Gürsoy tam arka sokaktaki “Babanın Yeri”nde  king oynayanları eliyle toplayıp sınıfa geri getirmemiş miydi? Nermin Abadan (Unat) da dağınık anlatırdı dersi... Güner Sarıoğlu’na hele Süha Arın’a hayrandım... Pazartesileri 3 ders üst üste  Sinema Tarihi vardı. İlkbahar dalları çiçeklendiğinde sıkılırdık,  sıvışmanın yollarını arardık derslikten. Bir keresinde Ayşegül (Köker) (**) henüz bizim okulda değildi, beni ziyarete gelmişti, ama hoca ikimizi karşısında bulunca saatlerce ders anlatıp durmuştu ... Ne günlerdi, düşünüyorum da, o alt kattaki en küçük derslikte, sinema perdesi filan yok karşımızda ama Alim Bey  (Şerif Onaran) öyle bir ders anlatırdı ki ağzımız açık dinlerdik... Yilmaz Güney filmleri (***)  favorimizdi, Sürü, Yol, Umut...  Habire sansür edilen sahneler bizi nasıl isyana  sürüklerdi...

Ooo, okul anılarına girildiğinde çıkmak zordur.

Sahi ne diyorduk biz? Corona esaretiydi değil mi hepimizin ortak eziyeti?
İyi de bu işin sonu nereye varacak böyle? İtalya’da ölüm o kadar yaygın halde ki, cenazelere  krematoryumlar yetmez olmuş, askeriye devreye girmiş definler için...  Şu işe bak, insanlar en sevdiklerinin ölümünü bile sıradanlaştırmak durumunda kalabiliyor demek ki...




Eh, o halde evlerde hapis yaşasak da sağ kalabilirsek şükredeceğiz demek ki.

Dün zorunlu sağlık kontrolümüz vardı, hastaneye gitmeye korktuk “virüs bulaşır” diye, hemşire geldi eve, üstünde özel dezenfekte edilmiş kıyafetiyle, ağzı burnu maskeli...

-Haydi yiyecek içecek işlerini de sanal marketten karşıladık diyelim, birbirimizden, sevdiklerimizden nasıl uzak kalabileceğiz böyle? Issızlığa mı mahkum olacağız? Yoksa dünyanın sonu geldi de biraz biraz geciktirmeye mi çabalıyoruz hepimiz?

Ha, bir de aklımızdan geçen saçma sapan düşünceler...

-O elbise ne işime yarayacak ki? Bu işler henüz ortada yoktu da, dikilmişti...  Bırak giyinip kuşanıp, keyifle gezip tozmayı, acaba  sağ kalabilecek miyiz?

(*) https://t24.com.tr/amp/haber/hakan-yurdakuler-35-yil-once-olduruldu,137842
(**)Ayşegül Köker benden 2 yıl sonra okula girdi ve çok başarılı öğrenci olarak mezun oldu.
(***) https://en.m.wikipedia.org/wiki/Y%C4%B1lmaz_G%C3%BCney



Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...