Rio’ya gitmek aklımın ucundan bile geçmezken, Feyzan’ın büyük sürprizi ile kendimi bir anda Copacabana’ya bakan bir otel odasında buluverdim.
Copacabana Plajı |
Saatler süren
yolculuktan, Sao Paolo’da sıkıcı mı sıkıcı bir duraklamadan, üstelik de yeniden
bavul al-ver telaşından (*) nefes alamaz duruma gelmiştik... Odanın
penceresinden görülen manzara müthişti... Copacabana kumsalını gündüz gibi
aydınlatan dev projektörler öyle nefes kesici bir güzelliği gözönüne seriyordu
ki, yorgunluğumuz uçtu gitti....
Sahile vuran dev
dalgaların sesi, sanki “samba
ritmi”ndeydi, bu ninniyle hemen uykuya dalıp rüya bile gördüm... Rüyamda yemyeşil
çimenlerde koştururken, “nedense”
karla kaplı bir şeve girip, bu kez
daha hızlı koşmaya başladım. Eriyen karlara bata çıka koşarken, ayaklarım
sırılsıklam olup dondu... Uyandığımda farkettim klimanın odamızı buzhaneye
döndürdüğünü...
Sabah kahvaltıya
indik, büfenin en gözalıcı yanı envai çeşit egzotik meyvalarla bezeli oluşuydu.
Hepsini tattım, galiba benim favorim
mango oldu. Feyzan ve Mehmet’in Rio’ya gelişi “iş nedeni” ile olduğu için her
sabah onları yolcu edip, kendimi günler boyu oyalamaya çabaladım.
-“Heeeeeeey...
Beni duyuyor musunuz? Dünyanın en şanslı insanlarından biriyim şimdi ben buraya
gelebildiğim için”
diye haykırmak istedim, ama sustum. Çünkü heykelin
kaidesindeki küçük şapelde sabah ayini vardı... Üstelik de çevredeki
ağaçlardaki maymunlar böyle olur olmaz haykırışlara kızabilirdi.
Üniversitedeki
fotoğrafçılık hocam Hamza İnanç aklıma geldi, “Benim için iyi fotoğrafçı, Ağrı
Dağının tepesine çıkıp, 3 resim çekip dönebilendir” derdi... Ne yazık ki insan
300 resmi bile yetersiz bulabilir burada hocam... Corcovado tepesinden Rio’yu
seyretmek, her açıdan öyle başka, öyle nefes kesici, öyle muhteşem ki...
Corcovado'dan Rio |
Neyse ki erken
saatte çıkmıştık Corcovado’ya, henüz turist istilası başlamadan... İsa’nın
bakışı ile dakikalarca Rio’yu seyredip durduk...
Bir sonraki durak, Tijuca ormanıydı... Yüzlerce hektarlık alana yerleşen ormanda yürümek,
etrafınızda uçuşan kelebekleri izlemek “cennet bu işte” dedirtiyordu... Her
türlü yerleşime, duraklamaya, uzun süreli araç trafiğine kapalı orman,
keşfedilmemiş kuytuluklarıyla nasıl davetkardı. Rio’nun kumsallarında 30
dereceyi bulan o korkunç sarı sıcak buraya ulaşabilir miydi? Sık ve yemyeşil ağaçlar
göğü, güneşi, aydınlığı kayıtsız şartsız engelliyordu... Hele yolların
kıyısındaki kaldırımlar nasıldı? Yosunlar, uzayıp giden taşları nasıl kadife
gibi kaplayıp güzelleştirmişti öyle?
Serinliğiyle orman çok gizemli, çok davetkar ve güzeldi ama asıl sürpriz biraz daha yukarılarda
bekliyordu bizi...
(*) THY, Star
Alliance üyesi olmakla beraber, Brezilya’nın iç hatlarında bavulunuzu son
noktaya kadar götürebilme garantisi vermiyor ne yazık ki... Bu tamamen Sao
Paolo’daki görevlilerin inisiyatifinde...
YARIN: DÜNYANIN
EN ROMANTİK PİKNİK ALANI