Sevgili dostum, meslektaşım, komşum! Metin Uca’nın en zor anlarda bile gülümseyerek içinden geçtiği yaşama böyle erken, hem de doğum gününde! veda edeceği aklıma gelir miydi?
Asla…
Neleri neleri dert edip, kızarak ama sonunda hep gülerek paylaştık yıllar içinde, İstanbul, Bodrum, Ankara buluşmalarında… İlk fırsatta arardı:
-Komşuuuum evde misiniz? Geliyoruuuum…
-Ne hazırlayalım sana?
-Bi menemen yap yeter… Bi de enişteye sor, o şaraptan kaldı mı?
“O şaraptan” demesi, şaraba düşkünlüğünden değil, bizdeki şarabın tuhaflıkları çağrıştıran adındandı…
Cumhuriyet’te çalıştığım yıllardı, o Kanal D’deydi, Kızılay’daki binanın üst katındaydı bürolarımız… İkimiz de sigara içmezdik ama her fırsatta buluşup, aşağıdaki trafik keşmekeşini, yukardan, yangın merdiveninden izlerken, günün haber “kıraatını” yapardık:
-Sen ne üstüne çalışıyorsun?
-Şu yeni kültür bakanından randevu aldım, ona gideceğim…
Gitmişti de Kültür Bakanına…
TBMM Bahçesinde neredeyse 1 saate yakın mikrofon tutmuştu o kültürlü! bakana, anlatmıştı da anlatmıştı adam, kültürümüzü nasıl yücelteceklermiş, neler neler yapacaklarmış.
O uzun süren röportaja Metin’in son sorusu damga vurmuştu:
-En son okuduğunuz kitap neydi?
Adama birden gençlerin deyimiyle “kal gelmişti!” Susup kaldı, nedense bir türlü hatırlayamıyordu o son okuduğu kitabı, tam 40 saniye süren bir “Eeeeeeeee” nidası çıkmıştı dudaklarının arasından… Haber öyle bitiyordu…
İki dakikalık haberin 40 saniyesi böyle geçince patron katında tabii kıyamet kopmuştu!
Metin’in suyu böyle böyle ısınmaya başladı.
Köprülerin altından işte böyle çok sular geçti, ben önce Milliyet’e sonra Kanal D’ye transfer oldum, masalarımız yan yanaydı, birbirimize “komşum” deyişimiz bundandı…
Ortaklaşa pek çok işler yaptık. Sayfa başında, time-code alırken, kurguda görüntü seçerken filan ikide birde, kahkahalara boğulurduk.
Soğuk bir kış günüydü, Metin büroya erken gelmiş, çay ocağında salep kaynatırken, cezveyi taşırmış, ocağı batırmıştı… Bizim çaycı kriz geçirip, üstüne yürüyünce Metin’i elinden zor kurtarmıştık… Ertesi sabah bürodaki ortak haberleşme panomuza bir baktık, hınzır Metin, çaycımızla aynı ismi taşıyan PKK elebaşıyla ilgili bir haber kesiği koymuş:
Unutmadığım ortak haberlerimizden biri Tansu Çiller’in mal varlığı soruşturmasıyla ilgiliydi.
TBMM’de kurulan komisyonda DYP Genel Başkanının mal varlığı sorgulanıyor, ABD dahil, pek çok yerdeki sayısız tapuları, masalara yayılmış, tartışılıyordu. Çiller’e, bir de tespit edilen milyonlarca dolarlık “nakdi varlığı” üzerinde, “nereden buldun?” sorusu yöneltilmesin mi? Tansu Hanım, 7.5 milyon dolarlık parayı izah ederken, “annem ölünce yastık altından çıktı” demesin mi? O açıklamaları sırasında paranın bir kısmını da oğullarına sünnetlerinde takılan altınlara bağlamasın mı?
Ben işin bu ciddi tarafını kotarırken, Tansu Hanımın annesinin, ölmeden önce kirada oturduğu Mecidiyeköy’deki dairenin kapıcısı ve ev sahibiyle konuşmuş, ödenmeyen kira borcu nedeniyle icraya uğradığını haberleştirmiştim.
Metin ise, haberi çok daha çarpıcı bir açıdan ele aldı, mikrofonu kaptığı gibi Çıkrıkçılar Yokuşuna koştu, esnafla yaptığı röportajlarla kurguladı haberini… Dükkanlara girip çıkıp, tezgah arkasındaki adamlara yönelttiği sorulara aldığı cevaplar, akşam bülteninde reyting rekoru kırdı…
-Size sünnet düğününüzde kaç milyon dolarlık altın taktılar?
Diye soruyor, adamlar gülerek yanıtlıyordu:
-Ne altını birader, eniştem kendi yaptığı tahta oyuncak arabayı getirip koydu başucuma
-Babam kendi kolundaki Nacar marka saatini bana taktıydı, kayışı bol gelmişti de tornavidayla delik açıp benim cılız bileğime uydurmuştu.
-O zamanlar bi naylon gömlek modası çıktıydı, bana da Sıhhıye’deki Amerikan pazarından bi tane almışlardı. Pek gururlanırdım o gömleğimle, rüzgarda sırtımda balon varmış gibi şişerdi de sokakta dalya filan oynarken koşar, sırılsıklam ter içinde kalırdım.
Metin o unutulmaz haberiyle TBMM’de aylarca devam edip, sonunda sulandırılıp, kapatılan mal varlığı soruşturmasını yerden yere vurmayı başarmıştı.
Gün geldi patron katına şikayetler arttı, Metin’i gündüz bültenine kaydırdılar, orada da yasaklanan “İ” harfini ikide birde Ankara’nın Belediye Başkanlığına yapışıp kalan Melih Gökçek isminin başına getirince, bileti kesildi, kovuldu kanaldan… O sırada ben de benzer nedenlerle işten çıkarılmıştım, arada buluşup dertleşiyorduk, bir gün TBMM’ye, birlikte ortak aldığımız bir randevuya yetişecektik, onu Aşağı Ayrancı’daki evinden arabayla aldım, meclise geldik o kadar çok lafa dalmış, öylesine kahkahalarla dolu bir sohbete girişmiştik ki, tam basın bölümünün karşısında bir taksiyle kafa kafaya çarpıştık, biz Metin’le şok içinde apışıp kalmışken, birisi koşup “olay mahalline” geldi:
-Bir şey yok, bir şey yok, inin inin, bakın, taksi de az hasarlı… Aranızda anlaşıverin…
Bir baktık, gelip bize bu sözleri söyleyen adam, dönemin Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu…
Biz şaşkınlık içinde durumu toparlamaya çalışırken Ömer Bey kahkahayı patlattı :
-İyi iyi, tam yerinde yaptınız kazayı, bana da Ulaştırma Bakanı olarak müdahale edip iş yapma fırsatı doğdu… N’apiyim ya bana da son okuduğum kitabı sorsaydın?
Metin hicivden pes etmedi, başka kanallarda hazırladığı sabah programları, parodiler hele de “Pasaparola” yarışmasıyla ününe ün kattı, bu arada bir de “ampul şeklinde” kitap çıkarıp hiciv nasıl yapılırmış herkese onu kanıtlamasın mı?
AKP yönetiminin hedefine ilk oturan gazeteci olmayı böylece başardı.
Ama işlerinden “kovulmak” asında Metin Uca’yı yok etmek şurada dursun, bereket kapılarını ona ardına kadar açtı.
Metin’in parlak zekasından, hiciv yeteneğinden hiç hazzetmeyen AKP’nin sansürcübaşıları, yasaklamalarla, engellemelerle önüne türlü türlü manialar çıkarttılar. Yıllarını bu mücadelelerle geçirdi.
İşte bu zorluklar içinde debeleniyordu sevgili komşum, 5 Eylül’de Bodrum’da üst üste bir kaç gün bize ziyarete geldi, kah balkonda, kah kumsalda saatler süren sohbetlerde yine kahkahalarla güldük, bir kaç resim gösterdi:
-Bak komşum, yeni oyuncağım.
Resimler nedense bana tekne gibi görünmüştü, “oooo, yat sahibi de oldun hayırlı olsun” dedim, “yok yahu, dikkatli baksana karavan, tatilleri, turneleri artık ucuza getireceğim” dedi… Çok keyifliydi…
Bir ara “ufak tefek sağlık sorunları” olduğundan dem vurdu:
-Ameliyat filan dedi doktorlar ama ben istemedim, o by-passlar filan ağır işler, kimse bana baksın istemem doğrusu…
Ah sevgili komşum, canım kardeşim, değerli unutulmayacak meslektaşım, sana veda etmek ne kadar zor…
Sabah Yasemin (Mıstıkoğlu) aradı, ağlıyordu, rengarenk gömlekleri çok seversin ya, sana Cape Town’dan bir tişört getirmiş, üstünde gergedan resmi varmış…Bilirsin, “paragöz avcılar, 10 bin dolar uğruna, bulup vurmasın” diye hayvanseverler gergedanın yerini gizli tutar… Keşke seni de ecelden saklayabilseydik…
Söz bitti sustum…
Senin için bu akşam o tuhaf isimli şaraptan bir kaç kadeh içeceğim…
————————————-
Cenaze töreni https://youtu.be/G7WbYbvRvIY?si=WTbVQxWv6Ub2AX2U