Bu Blogda Ara

Medya Konferansı 2024 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Medya Konferansı 2024 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Nisan 28, 2024

Partili gazeteciler… Pravda…



Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) ikinci gün oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir?” Başta olmak üzere pek çok soruya yanıt arandı. Yeni mecralarla ilgili bilgi veren konukların anlattıkları, özellikle genç gazetecilerin arayışlarına yanıt niteliğindeydi.

Yıllarca hep Moskova’dan bildirdikleriyle izlemeye alıştığımız gazeteci Hakan Aksayın anlattıkları dinlemeye değerdi. 

Aksay, 12 Eylül sürecinde  kendi deyimiyle “koşar adım gittiği” Moskova’da,  bir zamanların komünist rejiminde, Sovyet sisteminin ilkeleri doğrultusunda  aldığı gazetecilik eğitimini ve pratikte gazeteciliğin o yıllarda nasıl yapıldığını  anlattı. Bir hocasından söz ederken, iç hesaplaşmaya girerek, “Bazen sessiz kalmaktan insan sonradan pişmanlık duyuyor” dedi:

-Beğendiğim bir akademisyendi, aydınlık yüzü, sempatik tavrı, giyim kuşamı ile de beni etkilerdi, hatta bana çay ısmarlamışlığı bile vardı ama, Sovyetler’de -partili gazetecilik- alışılmış bir durumdu, dolayısıyla bizim hoca da gazetecinin zaman zaman halka yalan bile söyleyebileceğini anlatmasın mı?


Aksay, tüm dünyayı ve Türk halkını bir zamanlar dehşet içinde bırakan Çernobil’den örnek verdiği sözlerini şöyle sürdürdü:


-Partili gazetecilik yapılınca demek yalan söylenebiliyormuş. Düşünebiliyor musunuz? Çok önemli bir olayı örnek vereyim, sizlerin  anında öğrendiği Çernobil’deki nükleer patlama olayını biz günlerce duymadık, çünkü  Pravda gazetesi bu felakete hiç yer vermedi, yok saydı.  Bizler, yani o sırada Sovyetler Birliğinde  yaşayanlar Çernobil patlamasını o günlerde değil, çok sonra öğrenebildik.


Aksay halen de Rus basın ve medyasını sürekli izlediğini ancak,  “herkesin aynı fikirde oluşu, benzer görüşleri dile getirmesi” nedeniyle bu durumdan sıkıntı duyduğunu da dile getirdi. Aksay bunu söylerken, Türkiye’deki  kendisini “muhalif” diye adlandıran ya da “iktidar yanlısı” diye bilinen kanalların yayıncılık tarzına gönderme yaparak bu örnekleri verdi, “bütün konuşmacıların aynı fikirde oluşu, aynı şeyleri söylemesi size de garip gelmiyor mu?” Diye de sordu.


Aksay’ın sözleri bana eski bir olayı anımsattı. 12 Eylül yönetiminin “ekonomiden sorumlu” ismi Turgut Özal’ın istifasını… Bülent Ulusu kabinesinden istifa edişi sonrasında bana o sırada çalıştığım Tercüman Gazetesi için Side’de randevu vermişti, foto muhabir arkadaşım Kubilay Çalıkoğlu ile  birlikte  gitmiştik. Özal, istifasının gerekçelerini anlatırken, kendisine yapılan sert muhalefetten yakınarak,  “Bab-ı Ali’nin Pravda’sı” diye adlandırdığı Cumhuriyet Gazetesini hedef göstererek, topa tutmuştu, bizim gazete bu sözleri manşete taşımıştı. Nedense bunu sanki ben söylemişim gibi yıllarca üzülüp durdum, yıllar sonra Cumhuriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek’le çalıştığımız o harika dönemde bile…



Meğer Pravda  Rusçada, “gerçek” anlamına geliyormuş, bunu dün Hakan’dan öğrenmiş oldum, “tuh” dedim, kendi kendime, demek yıllarca boşuna vicdan azabı çekmişim … 


O zaman, yaşasın  “Bab-ı Ali’nin Pravda’sı” 

Cumartesi, Nisan 27, 2024

Kim bu medyanın prenslerle prensesleri?


Gazeteciler Cemiyetinin iki gün süren “Medya Konferansı” (*)  mesleğimizle ilgili pek çok ilginç tartışmanın, görüş alış-verişinin adresiydi. Sonuçta bir kez daha uzlaşıldı ki, gazetecilik bugünün koşullarında tam bir “tutku işi…” 


-Dikkatimi çeken bir oturumdan izlenimleri sizlerle paylaşayım mı? 


Gökmen Karadağ benim beğendiğim bir gazeteci ve TV programcısı. Son yıllarda, haber mutfağından çıkıp, televizyonlarda tartışma programları yönetir olmuştu, en sonunda da akademisyenlikte karar kıldı.


-Neden beğenirdim?


Bir kere, saatler süren, canlı programına “dersini çok iyi çalışmış” olarak çıkar, bilmediği bir ayrıntıya denk gelirse ahkam kesmez, lafı muhatabının ağzına tıkmaz, ama inisiyatifi asla bırakmaz, konuşmaların sakız gibi uzamasına izin vermezdi. Hele son dönemde, hukukçu Salim Şen’le birlikte yaptıkları programın tadına doyum olmuyordu. Şunu da eklemek gerekir, basın sektörünün “en zor” alanlarından biridir yayıncılık, hele de canlı yayınlar…


Derken bir baktık Gökmen Karadağ Tele 1’den ayrılıyor.


-Aaaa, niçin, neden, nereye transfer oldu? 


Diye hayıflandık…


Medya Konferansında  karşılaşınca Gökmen Karadağ ile önce kahve molasında ayak üstü görüştük, sonra baktım, Erhan Karadağ ile “Gazeteciliğin Zorlaşan Koşulları” başlıklı oturumda  konuşacak. O etkileyici ses tonu, gündem hakimiyeti, kusursuz tonlama ve diksiyonu ile “tam da ekran için yaratılmış” dedirten Karadağ acaba şimdi neler söyleyecekti? 

Gökmen Karadağ“kardeşi” zannedilen Erhan Karadağ’ın ilginç sorular, anekdotlarla 

 hareketlendirdiği oturumda o kadar çok “bilinmeyene açıklık getirdi ki…” Zaman zaman yayın sırasında izleyicilerden gelen “yahu sen ne korkak adamsın, niye şunu açıkça sormuyorsun?” Şeklindeki mesajlardan bile gülerek örnekler verdi:


-Evet böyle mesajlar da yazdılar,  yalan değil korktum, neden? RTÜK cezaları malum… İşi, mümkün olduğu kadar  kimseye zarar getirmeden sürdürmek gerekiyordu, o yüzden çok dikkatli seçmek durumundaydım sözcükleri. Gelgelelim, bana da günün birinde adeta -biz seni de alırız- dercesine Ağır Ceza Mahkemesinin yolu gözüktü. AYM üyesi İrfan Fidan’la ilgili başka birisinin sözlerinden yaptığım alıntı nedeniyle… Tamam, yatarım yatmasına da bizim ikizler var… Sonunda beraat kararı verildi. 


Karadağ, “ Neyse ki ikizler 6 yaşına geldi” deyince boğazıma bir şey takıldı ki, anlatması zor… Oğullarımın küçüklüğünde ben de az mı aşındırmıştım Ankara Adliyesinin, hatta, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin kapılarını... 


Karadağ son yıllarda görev yaptığı Halk TV ve Tele 1’i de ima ederek, sözlerine  şunu da ekledi:


-Bizim çalıştığımız kurumların mali durumu el vermiyor diye, aslında bir kaç kişinin yapması gereken işi tek başımıza kotardığımız da çok oldu ama kimi zaman gördük ki bu durum bazen suistimal boyutuna da gelebiliyor… Aaa, bir bakıyorsunuz o güne kadar adını sanını duymadığınız, meslekte karşılaşmadığınız birileri patron katından indirilip, sizden çok farklı imkanlarla çalıştırılabiliyor. Yani medya kurumlarının prensleri prensesleri de olabiliyor, bilmem anlatabildim mi?


Karadağ böyle tamamladı konuşmasını ama ben sormak istedim:


-En son çalıştığınız kurumdan neden ayrıldınız?


Karadağ, “Bu da ikimizin arasında kalsın” deyip, gülerek,  bir de adeta “hınzırlık etme” gibilerinden bir işaret çakarak indi sahneden… Benim de kayda geçmesini istediğim açıklama havada asılı kaldı böylece…


-Kimdi acaba medyanın prenslerle prensesleri?


(*) https://www.facebook.com/gazetecicemiyeti


Piyonlar ve Şahları

  Geçenlerde değerli politikacı, iş insanı ve gazetecilik deneyimimin başlarında  tanıdığım   Mehmet Yazar ’ la sohbet ettik. Türkiye’yi ko...