Ana içeriğe atla

Partili gazeteciler… Pravda…



Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) ikinci gün oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir?” Başta olmak üzere pek çok soruya yanıt arandı. Yeni mecralarla ilgili bilgi veren konukların anlattıkları, özellikle genç gazetecilerin arayışlarına yanıt niteliğindeydi.

Yıllarca hep Moskova’dan bildirdikleriyle izlemeye alıştığımız gazeteci Hakan Aksayın anlattıkları dinlemeye değerdi. 

Aksay, 12 Eylül sürecinde  kendi deyimiyle “koşar adım gittiği” Moskova’da,  bir zamanların komünist rejiminde, Sovyet sisteminin ilkeleri doğrultusunda  aldığı gazetecilik eğitimini ve pratikte gazeteciliğin o yıllarda nasıl yapıldığını  anlattı. Bir hocasından söz ederken, iç hesaplaşmaya girerek, “Bazen sessiz kalmaktan insan sonradan pişmanlık duyuyor” dedi:

-Beğendiğim bir akademisyendi, aydınlık yüzü, sempatik tavrı, giyim kuşamı ile de beni etkilerdi, hatta bana çay ısmarlamışlığı bile vardı ama, Sovyetler’de -partili gazetecilik- alışılmış bir durumdu, dolayısıyla bizim hoca da gazetecinin zaman zaman halka yalan bile söyleyebileceğini anlatmasın mı?


Aksay, tüm dünyayı ve Türk halkını bir zamanlar dehşet içinde bırakan Çernobil’den örnek verdiği sözlerini şöyle sürdürdü:


-Partili gazetecilik yapılınca demek yalan söylenebiliyormuş. Düşünebiliyor musunuz? Çok önemli bir olayı örnek vereyim, sizlerin  anında öğrendiği Çernobil’deki nükleer patlama olayını biz günlerce duymadık, çünkü  Pravda gazetesi bu felakete hiç yer vermedi, yok saydı.  Bizler, yani o sırada Sovyetler Birliğinde  yaşayanlar Çernobil patlamasını o günlerde değil, çok sonra öğrenebildik.


Aksay halen de Rus basın ve medyasını sürekli izlediğini ancak,  “herkesin aynı fikirde oluşu, benzer görüşleri dile getirmesi” nedeniyle bu durumdan sıkıntı duyduğunu da dile getirdi. Aksay bunu söylerken, Türkiye’deki  kendisini “muhalif” diye adlandıran ya da “iktidar yanlısı” diye bilinen kanalların yayıncılık tarzına gönderme yaparak bu örnekleri verdi, “bütün konuşmacıların aynı fikirde oluşu, aynı şeyleri söylemesi size de garip gelmiyor mu?” Diye de sordu.


Aksay’ın sözleri bana eski bir olayı anımsattı. 12 Eylül yönetiminin “ekonomiden sorumlu” ismi Turgut Özal’ın istifasını… Bülent Ulusu kabinesinden istifa edişi sonrasında bana o sırada çalıştığım Tercüman Gazetesi için Side’de randevu vermişti, foto muhabir arkadaşım Kubilay Çalıkoğlu ile  birlikte  gitmiştik. Özal, istifasının gerekçelerini anlatırken, kendisine yapılan sert muhalefetten yakınarak,  “Bab-ı Ali’nin Pravda’sı” diye adlandırdığı Cumhuriyet Gazetesini hedef göstererek, topa tutmuştu, bizim gazete bu sözleri manşete taşımıştı. Nedense bunu sanki ben söylemişim gibi yıllarca üzülüp durdum, yıllar sonra Cumhuriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek’le çalıştığımız o harika dönemde bile…



Meğer Pravda  Rusçada, “gerçek” anlamına geliyormuş, bunu dün Hakan’dan öğrenmiş oldum, “tuh” dedim, kendi kendime, demek yıllarca boşuna vicdan azabı çekmişim … 


O zaman, yaşasın  “Bab-ı Ali’nin Pravda’sı” 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

Yekta Güngör Özden’e geçmiş olsun

Geçen hafta Anayasa Mahkemesinin eski başkanlarından Yekta Beyi ziyaret etmiştik. Bugün öğrendik, küçük bir ev kazası yaşamış, ameliyat olmuş, iyiymiş. Kendisine acil şifa diliyoruz.  Aslında Ankara’da gündem o kadar yoğun ki, Yekta Beyle yaptığımız söyleşiyi bu sabah kayda geçiriyordum tam, o anda başka konular araya girince yarım bıraktım…  O halde şimdi tamamlayayım: “Güngörmüş” dostlarla bir araya gelebilmek, yakın tarihin sayfalarını gözden geçirebilmek ne kadar büyük bir şans. Geçenlerde Ali Bilge  ve Feyzan Erel ile birlikte Anayasa Mahkemesinin eski başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret etmiştik, sohbetimiz sırasında notlar aldık, “ yazabilir miyiz anlattıklarınızı ?” Diye sorduğumuzda, “istediğinizi yazın” yanıtı vermişti. İşte o gün bugünmüş…  Yekta Güngör Özden ’in o gün söylediklerine şimdi biraz kulak verelim mi? SORU: Ülkede büyük bir gerilim yaşanıyor şu anda. Aydınlar, gazeteciler politikacılar tutuklanıyor, herkese gözdağı veriliyor, nas...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...