Bu Blogda Ara

Cumhuriyet Ankara Bürosu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cumhuriyet Ankara Bürosu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Ocak 24, 2021

O meşum gün, Uğur Mumcu’nun katledilişi


Uğur Mumcu kimdir? Uğur Mumcu suikastinin 26. yıl dönümü… Uğur Mumcu’yu anıyoruz, işte Uğur Mumcu’nun sözleri…


24 Ocak 1993 Pazar günü çok soğuk, hatta bizim o taraflarda karlı bir gündü, şehrin epey dışında, Eryaman’da oturuyorduk. Öğle saatlerinde  ailece Esenboğa’ya  doğru yola çıktık. Eşim Feyzan  o gün yurtdışına gidecekti, onu havaalanına bırakacaktık, çocuklarımız küçüktü, evde yalnız kalmalarını istememiştik.

O yıllarda, Cumhuriyet Gazetesinin Ankara Bürosunda çalışıyordum. Cep telefonlarının henüz yaygınlaşmadığı dönemdi, zamanla yarışabilmek kaygısıyla gazeteden hepimize birer çağrı cihazı verilmişti. Çantamda duran cihazın mesaj anlamındaki biplerini duyunca çıkarıp baktım:

 

-Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bomba infilak etti... (*)


Tekrar tekrar okudum, inanamıyordum. Sanki okuduklarım kafama girmiyordu. Tam bir dumura uğramışlık haliydi...Çağrı cihazları sadece gelen mesajları gösterebiliyordu, yazışma yapılamıyordu. Kıvranıyordum meraktan, endişeden, ama yer demir gök bakırdı. Esenboğa’ya vardığımızda, arabadan hemen inip, bulduğum telefona sarılıp, büroyu aradım. Dakikalarca uğraştığım halde santrali düşüremiyordum, sürekli meşguldü... Nihayet telefon açıldı:


-Ben Nursun, Uğur Beye ne oldu?

-Bomba.. Mesajı gördün herhalde.

-Evet ama Uğur Bey?

-Ne yazık ki...


              

Cüneyt Arcayürek yönetiminde çalıştığımız o günlerde, Ankara Bürosunda yaşanan süreç çok ağırdı. Herkes yaslıydı ama yas tutmaya imkan mı vardı? Bir kere,  olay yerinde ve aileyle geçirilen acı anlara dayanmak çok zordu, büromuza taziye için gelip gidenin haddi hesabı yoktu. Devletin tepesindekilerden, meslektaşlarımıza, sade vatandaşa, sayısız insanla Kızılay’daki Cumhuriyet Bürosu dolup taşıyordu. 


Hepimiz işin bir ucundan tutabilmek için yanıp tutuşuyorduk, erken saatteki gündem toplantısından başlayarak, gün boyu, hatta geceyarılarına dek süren toplantılarımızın tek gündem maddesi korkunç suikastti... Araştır, konuş, sor... Ona sor, başkasına sor, sor, sor, sor...


Cenaze günü geldi çattı. Cüneyt Bey büro planlaması yaparken benim büroda kalmamı, İstanbul’a haber geçişini yürütmemi istedi, Uğur Mumcu’yu sonsuza uğurlama törenine katılamayacaktım, çok üzülmüştüm.(**)


Çarşamba sabahı (27 Ocak günü)  çocukları komşuma emanet edip (o gün çok yoğun geçecekti, eşim Ankara’da değildi, çocukları okula getir-götür işini yapmak zor olabilirdi)  erken çıktım evden. Cenaze töreni nedeniyle yolların kapalı olabileceğini hesaplayarak (İstanbul yolundan Atatürk Bulvarındaki büroya 30 kilometrelik bir mesafe katedecektim) Ulus taraflarına ulaştığımda trafik iyice ağırlaştı, hele  Kızılay’a vardığımda  trafik tamı tamına kör düğümdü. Ter içindeydim, caddeler, sokaklar insan seliyle dolup taşıyordu. Büroya zamanında varamamak endişesiyle kıvranıyordum. Bulduğum ilk boşlukta arabamdan kurtulup! büroya koştum, çok erken bir saat olmasına karşın içeri adım attığımda Aziz Nesin’i masalardan birinde otururken gördüm, bir kaç sözcükle selamlaştık, karşılıklı taziye diledik, çok durgundu.


Bir yandan ajansları izliyor, büroya ulaşan haberleri düzenleyip İstanbul’a geçiyor, bir yandan camdan dışarı bakarak, çevremizdeki hıncahınç dolu sokakları izliyordum. Sağanak yağmur altında, Selda Bağcan’ın “Uğurlar Olsun” diyen  o unutulmaz şarkısı (***) çınlıyordu hoparlörlerde... Kızılay’daki yoğunluk saatlerce sürdü, binlerce kişilik insan seli, ancak Cebeci’ye yönelince sesler azaldı... 


-Peki, Cumhuriyet Ankara Bürosunun tam kadro haftalarca sürdürdüğü takip, araştırma, inceleme çabası ortaya ne çıkardı? 

-Hiçbir şey...


Uğur Mumcu’nun şu sözü, yıllar sonra kendi kaderini de mi anlatıyordu?


-Biz unutkan bir ulusuz. Olanları bitenleri çabuk unuturuz. Bugün yarın kanlı olaylar için yas tutarız sonra daha önceki olaylar gibi bu son kanlı olay da unutulur...


 

İçimden Geçen Zaman

Güldal Mumcu’nun “İçimden Geçen Zaman” kitabının sayfalarını, yayınlanışından 8 yıl, Uğur Mumcu’nun katledilişinden 28 yıl sonra yeniden çevirirken, toplum olarak aydınlığa çıkış umutlarımızın iyice tükendiğini hissediyorum.


Hele Uğur Mumcu’ya,  “rahat uyu” diyememenin yarattığı azap, hançer gibi yüreklerdeyken, bu korkunç cinayeti aydınlatma sorumluluğundaki herkese uyku haram olmalıydı...


(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Uğur_Mumcu

(**) https://www.gercekgundem.com/galeri/medya/8316/on-binlerce-kisi-ugurlamisti-ugur-mumcunun-cenaze-toreninden-kareler

(***) https://youtu.be/F7GwScr3Mys



Salı, Haziran 23, 2020

NERDESİN CÜNEYT AĞABEY?

Son yaşananları, Sedat Peker imzalı oyunu (*) izlerken ne düşünüyorsunuz? Tam bir kara komedi değil mi sizce? Mafya üyeleri başrolde, koca koca devlet adamları, siyasetçiler ikinci rollerde, gazeteciler ise birer figüran. Oyuncular sahnede bir anda birbirine giriyor, küfürün tehdidin bini bir para... Perde hala açık, koltuklarda seyirci  şaşkın... “Burada bir yanlışlık var” diyorum, “gazeteci figüran olmamalıydı” diye düşünüyorum ve aklıma Cüneyt Ağabey geliyor. 


Cüneyt Arcayürek, meslekte büyük hayranlık duyduğum bir gazeteciydi... “Haber”, onun kıblesiydi, daha iyi nasıl söylesem  bilmiyorum ama haber, damarlarında dolaşan kan gibiydi. Hayranlığım bundandı, çünkü ben de hep öyle hissetmiş, öyle yaşamaya çalışmıştım...

Uzun yıllar aynı ortamda, başkentteydik. Onu ilk tanıdığımda, 12 Eylül sonrasında, Milli Güvenlik Konseyinin bir eğitim bakanının basın toplantısındaydık. Bizim gibi “çömezleri” gönderirlerdi bu türden rutin toplantılara ama koskoca Cüneyt Arcayürek de katılmıştı aramıza. O gün öyle sert söylemlerde bulundu ki, bakana soruları adeta kurşun gibiydi, cüretine hem şaşırmış hem hayranlık duymuştum.
Sonraki yıllarda siyasette Turgut Özal rüzgarı esti, kurduğu ANAP (Anavatan Partisi) ilk başta halk tarafından çok tutuldu, dört eğilimi birleştiriyor, ekonomide cesur çözümler öneriyordu. Demokrasiye dönüş sürecindeki ilk seçimden ANAP herkesi şaşırtarak (çünkü MGK yönetimi kendi kurdurduğu partiyi desteklemişti)  zaferle çıktı. Bu başarıyı haberleştirmek ve müstakbel Başbakan Turgut Özal’ın ilk demecini alabilmek için evinin önündeydik, Cüneyt Arcayürek de aramızdaydı. Saatlerce bekledik, sonunda Özallar lütfedip! hepimizi öğlene doğru evin salonuna kabul ettiler... Olağanüstü bir gün olmasına karşın, Semra Özal da “şeffaf sayılabilecek pembe bir gecelikle” salondaydı, buna hepimiz şaşırdık, hatta Cüneyt Bey pek çok yazısında ve yakın siyasi tarihe ışık tutan kitaplarında bu durumu hicvederek dile getirdi ama, Semra Özal’ın tarihe geçen sözleri, artık başka bir döneme geçildiğini anlatıyordu:

-Alışırlar, alışırlar...

Sonraları ayyuka çıkan yolsuzluk söylemleri ve Özal’ın “Anayasayı bir kere delmekle birşey olmaz” gibi konuşmaları, hatta Yetim Hüsnü’den (akrabası Hüsnü Doğan’ı tarım bakanı yapmıştı)  karısı Semra Özal’a (partisinin İstanbul il başkanı yapmak istemişti) uzanan akraba, eş dost kayırmacı siyaseti halkta düş kırıklığı yarattı. 

O sırada ara seçim gündemdeydi, Özaleğer oyumuz şu oranın altına düşerse istifa ederim” kozunu tekrarlayıp durmuştu, ANAP’ın oyu gerçekten geriledi fakat seçimi kıl payı, ANAP adayları kazandı. 

Ertesi gün Turgut Özal’ın basın toplantısına gittiğimizde en arkada baktım, Cüneyt Arcayürek ve Uğur Mumcu oturuyor. Sorularıyla Özal’ı sıkıştırıp durdular ama ANAP lideri, söylediklerini unutmuş, istifa sözünü yutmuş görünüyordu. Salondan çıkarken, Cüneyt Bey, Özal’ın da duyacağı sesle:

-Yahu, bizim hanıma ben bunun onda biri kadar yalan söylesem be gün kapının önüne koyar...

Bir kahkaha kopmuştu salonda...

Mesleğin pek çok aşamasında Cüneyt Beyle karşılaşıp durduk, hatta bir keresinde bir yazısına alınıp kendisine mektup bile göndermiştim,

Sonra bir gün telefonum çaldı:

-Nursun Hanım?
-Buyrun?

Arayan Cüneyt Arcayürek’ti, Cumhuriyet Gazetesinde çalışmaya davet ediyordu, “havalara uçarak” kabul ettim. Cumhuriyet’in Sakarya Caddesindeki Ankara Bürosunda onun şefliğinde 3 yıl geçirdim... Siyasi açıdan fırtınalı yıllardı, Cumhurbaşkanı Turgut Özal aniden ölmüş, Süleyman Demirel bundan böyle arkama bakmam” diyerek Çankaya Köşküne çıkmış, DYP’de meydanı Tansu Çiller’e bırakmıştı.

Cumhuriyet Ankara Bürosunda ne kadar yazık ki Uğur Mumcu’nun katledilişi de dahil, o kadar çok olayı birlikte yaşadık, takip ettik ve habere dönüştürdük ki yazmaya kalksam sayfalara sığmaz... Hayranlık duyduğum gazeteci Cüneyt Arcayürek’in bürodaki adil, basiretli ve son derece enerjik yönetim tarzı bende hep hayranlık uyandırdı desem özetlemiş olurum... 

Ruhu şad olsun. 

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...