Bu Blogda Ara

Aldatmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aldatmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Eylül 05, 2010

Anna Karenin





Bugünün dünyasında, yani Tolstoy’un ölümünden bir asır sonra Anna Karenin’i (*) okumak hem keyif verir insana, hem de pek çok şeyi sorgulamasına yol açar... 

Bir kere Anna Karenin, insanın iliklerine kadar hissedeceği bir aşkın hikayesidir. Yani “başından aşk geçmiş!” insanların çok iyi bildiği duygulardır o kült romanda anlatılanlar. O kadar ki, romanın üstüne kurulu olduğu kadın Anna, Kont Vronski’ye olan aşkı uğruna her şeyden hatta yaşamaktan bile  vazgeçmiştir... Küçücük oğlu Serjoya’yı, herkesin saygı duyduğu kocası Aleksey Androviç’le gah Moskova’da gah Petersburg’da sürdürdüğü, hiçbir olanaktan yoksun kalmadığı o renkli yaşamı, herkesin hayranlıkla izlediği güzelliğine çok yakışan, en iyi terziler elinde, gerçek dantellerle dikilen  tuvaletleriyle boy gösterdiği suareleri, kuş sütünün eksik olduğu evinde kitap okuyarak geçirdiği huzurlu saatleri ve büyük aşkı Vronski’yi, hatta küçücük kızını bile geride bırakıp gitmiştir...

Çünkü, görünürde pek çok kadın ona öykünse de bir şeyler eksiktir sanki Anna’nın yaşamında:

Petersburg’da trenden iner inmez ilk gördüğü kocası oldu. Kocasının soğuk, dikkati çeken görünüşüne bakarak, ‘Aman Tanrım’ diye geçirdi içinden. ‘Kulaklarına ne olmuş öyle?’ Kocasının, melon şapkasının kenarlarına dayanan kulakları pek garibine gitmişti o anda. Kocası onu görünce dudaklarında her zamanki alaycı gülümsemesi, yorgun, iri gözleriyle yüzüne bakarak ona doğru yürüdü. Kocasının yorgun, esrarlı bakışıyla karşılaşan, onu başka türlü bulacağını umuyormuş gibi, tatsız bir duygu doldurdu yüreğini Anna’nın. Kocasını görmekten duyduğu hoşnutsuzluk şaşırtmıştı onu.Çok iyi bildiği bir duyguydu bu. Kocasıyla arasındaki ilişkilerde hissettiği yapmacıklığı anımsatıyordu.”

İşte  Anna’da o eksikliği gideren Vronski ile karşılıklı yaşadıkları aşk olmuştur ve kadın bunu  kocasına açıkca itiraf edip ayrılma isteğini” dile getirmiştir. 

Tolstoy,  ustaca kurguladığı romanında,  “aşkı uğruna lanetlenenAnna’ya karşılık,  tüm dünyada halen de erkek egemenliğinde olan “özgür aşk arayışını” karısına sadık! Levin’e akıl veren Oblonski’nin sözleriyle dile getiriyor:

“Karınla arandaki ilişkilerin farkında değil miyim sanıyorsun? İki günlüğüne ava gidişinizi ne büyük sorun yaptığınızı gördüm. Aşk dolu bir yaşam biçimi olarak güzeldir bütün bunlar. Ama bütün bir ömür için bu yetmez. Erkek özgür olmalıdır. Erkeklere vergi zevkler vardır. Erkek tam erkek olmalıdır.

Yaşamında din olgusu daima ağır basan Tolstoy, romanında da dini unsurları gözaltı etmez, sık sık dile getirir.  Aleksey belki Oblonski tarafından dile getirilen “tam erkek olma” ilkesiyle, belki de dini kaygılarla hareket edip Anna’yı cezalandırmak ister:

“Ayrılma girişimi, düşmanlarını sevindiren, dedikoducuların yüzünü güldüren bir skandala yol açardı ancak. Onun toplumdaki önemli yerini sarsmaktan başka bir işe yaramazdı. Olanları toplumdan sosyeteden gizleyerek yanında alıkoyacaktı Anna’yı. Bu ilişkiye son vermek, en önemlisi de -bunu kendine de itiraf etmiyordu- karısını cezalandırmak için elindeki olanakları kullanacaktı... ‘Ancak böyle yaparsam dinin buyurduğu gibi davranmış olurum’ dedi kendi kendine...

Ve Anna’nın kendini trenin rayları arasına attığı, hepimizin acıyla anımsadığı son an:

“Başını omuzlarının arasından çekip yüzükoyun vagonun altına attı kendini. Yaptığından o anda dehşete düştü.”neredeyim? Ne yapıyorum? Niçin? Kalkmak, kendini geri atmak istedi ama kocaman, acımasız bir şey çarptı başına. Devirdi onu. Bu kocaman şeyi karşısında güçsüzlüğünü bir anda anladı. Tanrım affet bütün yaptıklarımı” diye mırıldandı. 

Bu büyük romanı, Rusça aslından çeviren Ergin Altay’dan okumak bir şans, sanki Tolstoy, yazdıklarını bizim hatırımız için kendisi okuyormuş gibi... Ama İletişim Yayınlarından edindiğim kitabın bence çok değerli bir özelliği daha var, Vladimir Nabokov’un “sonsöz”ü ile  ile sunulmuş oluşu. 

Belki bir gün “Lolita” yüzünden epeyce önyargılı olduğum Vladimir Nabokov’un Anna Karenin’e dair değerlendirmesini ve Tolstoy ile ilgili görüşlerini de kaleme alırım... 

(*) Rus asıllı yazar ve bir Tolstoy uzmanı olan Vladimir Nabokov’a göre, eğer Rusça yazılmış bir roman ve romanın başkişisi olarak da bir Rus kadın söz konusu ise kadının kocasının soyadıyla, “Karenin” olarak anılması doğru olurmuş!


 

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...