Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Erendiz Atasü etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Hele bir altmışıma geleyim!

-Yaşam şansını insan kendisi mi yaratır? -Yoksa rastlantılar mı yardım eder? Sanırım ikisi de geçerli. Dün  uzak semtlerde işlerim vardı, biz de zaten Ankara’nın epey dışındayız, bizim buralara toplu taşım araçları uğramıyor bile! Hani,  “ çıkayım, durağa kadar  güzel bir yürüyüş yapayım,  sonra otobüse biner, oturduğum yerden kah çevreyi izleyerek, kah düşüncelere dalarak, gideceğim yere rahatça varırım ” diyemiyorsunuz.  İşte, yoğun trafik ve otopark sorunuyla cebelleşerek işlerimi tamamlamaya çalışırken, tek hayalim şuydu: -Ah! Saatler çabucak geçse, kitap buluşmamıza bir an önce katılabilsem, dostlarla hasret gidersek…   Yıllar önce Demet Işık tarafından kurulan kulübümüzde öyle değerli isimlerle buluştuk, öylesine derin kitap sohbetleri yaptık ki… Onca yıldır, Türkiye’den, dünyadan pek çok yazarın kalemiyle, ülke ülke gezdik, sayfalar arasında dolaşırken farklı sosyal yaşamlara, anlatımlara, fikirlere, yorumlara  tanıklık ettik....

Biraz terbiye lütfen…

Öğleden sonra hava soğuk olsa da  güneş pırıl pırıldı, yokuşu tırmanırken Fevzi Beye rastladım, bana cebinden pamuklu kumaştan mendilini çıkarıp gösterdi, güldük biraz, Füruzan’ın son kitabı, “ Akim Sevgilim ”i (*) konuşacağımız restorana girip köşede hazırlanan masamıza geçtik.  Erendiz Atasü geldi, hal hatır sorarken, yanımızdaki masaya bir grup “ siyahi erkek ” oturdu… Tuhaf bir İngilizceyle tarla-tapa, emlak işlerinden söz etmeye başladılar. Akşam üstü gelip, koca bir masa işgal ettikleri “ içkili restoranda ” 8-9 adamın sadece “ tatlı” ile “ayran ” istemeleri tuhafımıza gitti, yüksek sesle konuşmalarına da kızdık, garsona söyleyip, yer değiştirdik… Yeni masamızda mutluyduk, peynir tabağıyla içkilerimizi ısmarlamıştık ki, yanımızdaki masaya bir grup genç kadın, anaokulu-ilkokul çağındaki çocukları ve eşleriyle gelip oturdu, tabii çocuklar bir kaç dakika sakin kalıp, hemen ayağa fırladılar, bağırış-çağırış içinde koşturuyorlar…  Oysa bir kaç metre ötede çocukla...

Naftalinin boğucu kokusu!

Anneme hayret ederdim, nedense naftalin kokusunu severdi.  Oysa benim için naftalin demek, yünlü kumaştan paltoların, mantoların, elbiselerin, el örgüsü kazakların kısaca kışın giyilecek ne varsa tümünün sandıktan çıkarılıp, örtülerinden sıyrılıp, naftalinlerinin silkelenip, temizlenip, ütülendiği, gardroba asıldığı günler demekti. O “kış seferberliği ” sırasında ev günlerce naftalin kokardı. Uyumaya çalışırken naftalin, ders çalışırken naftalin, yemek yerken naftalin... İmdaat diye bağırmak gelirdi içimden çünkü, o koku bende boğulma hissi yaratırdı Bir keresinde okulla birlikte Ankara’nın Sıhhiye   Semtindeki demiryolunun tam kıyısına kurulu Hava Gazı Fabrikasına gitmiştik. Göğe uzanan, tam bir hayaleti andıran simsiyah silindirin kapısından içine girdiğimizde gördüğüm devasa boşluktan nasıl da ürkmüştüm. Dev silindirin iç duvarlarını kocaman bir çember gibi çevreleyen bembeyaz naftalin kalıntılarını görüp, o heryeri saran berbat kokuyu duymak nasıl da  mid...