Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Erendiz Atasü etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Biraz terbiye lütfen…

Öğleden sonra hava soğuk olsa da  güneş pırıl pırıldı, yokuşu tırmanırken Fevzi Beye rastladım, bana cebinden pamuklu kumaştan mendilini çıkarıp gösterdi, güldük biraz, Füruzan’ın son kitabı, “ Akim Sevgilim ”i (*) konuşacağımız restorana girip köşede hazırlanan masamıza geçtik.  Erendiz Atasü geldi, hal hatır sorarken, yanımızdaki masaya bir grup “ siyahi erkek ” oturdu… Tuhaf bir İngilizceyle tarla-tapa, emlak işlerinden söz etmeye başladılar. Akşam üstü gelip, koca bir masa işgal ettikleri “ içkili restoranda ” 8-9 adamın sadece “ tatlı” ile “ayran ” istemeleri tuhafımıza gitti, yüksek sesle konuşmalarına da kızdık, garsona söyleyip, yer değiştirdik… Yeni masamızda mutluyduk, peynir tabağıyla içkilerimizi ısmarlamıştık ki, yanımızdaki masaya bir grup genç kadın, anaokulu-ilkokul çağındaki çocukları ve eşleriyle gelip oturdu, tabii çocuklar bir kaç dakika sakin kalıp, hemen ayağa fırladılar, bağırış-çağırış içinde koşturuyorlar…  Oysa bir kaç metre ötede çocukla...

Naftalinin boğucu kokusu!

Anneme hayret ederdim, nedense naftalin kokusunu severdi.  Oysa benim için naftalin demek, yünlü kumaştan paltoların, mantoların, elbiselerin, el örgüsü kazakların kısaca kışın giyilecek ne varsa tümünün sandıktan çıkarılıp, örtülerinden sıyrılıp, naftalinlerinin silkelenip, temizlenip, ütülendiği, gardroba asıldığı günler demekti. O “kış seferberliği ” sırasında ev günlerce naftalin kokardı. Uyumaya çalışırken naftalin, ders çalışırken naftalin, yemek yerken naftalin... İmdaat diye bağırmak gelirdi içimden çünkü, o koku bende boğulma hissi yaratırdı Bir keresinde okulla birlikte Ankara’nın Sıhhiye   Semtindeki demiryolunun tam kıyısına kurulu Hava Gazı Fabrikasına gitmiştik. Göğe uzanan, tam bir hayaleti andıran simsiyah silindirin kapısından içine girdiğimizde gördüğüm devasa boşluktan nasıl da ürkmüştüm. Dev silindirin iç duvarlarını kocaman bir çember gibi çevreleyen bembeyaz naftalin kalıntılarını görüp, o heryeri saran berbat kokuyu duymak nasıl da  mid...

Yabancı Ülkeden Gelen Haber

Bir ay mı olmuştu Demet Hanımla o telefon konuşmasını yapalı: - Gelecek misin toplantıya? -Henüz kitabı alamadım, neydi değerlendirilecek olan kitap? -Yabancı Bir Ülkeden Haber Geldi... Alberto Manguel... Evet, o gün kitabın adını duymuştum ama sonra unuttum... Kitapçıya girince bilmece çözer gibi googıllamak gerekti. Hangi ülkeden selam gelmişti? Selam mıydı haber mi? Hay allah, yazarı Güney Amerikalıydı galiba... Bingo! Buldum... Sonra günlük işler, seyahatler, ziyaretler derken ara ara kitabı ele almalar... Kitap ne kadar da sakin açılmıştı öyle! Kartpostal gibi uzanıp giden deniz, kum, kayalar filan... O küçük kızın sakin duruşu, Josie ile olan sevimli dostlukları, kumsalda koşuşturmaları... Ama küçük kızın annesi neden hiç konuşmuyordu ki? Derken, gümmmm! Olayların perde arkası geri dönüşlerle sökün ediyor, faşizmin kol gezdiği o ülkelerde yaşananlar, kadının suskunluğuna yol açan olaylar, Kaptan’ın bunca yıl sonraki sessizliği, sanki “ sükut ikrardan gelirmiş ” sözü bir...