Ana içeriğe atla

Hele bir altmışıma geleyim!




-Yaşam şansını insan kendisi mi yaratır?

-Yoksa rastlantılar mı yardım eder?


Sanırım ikisi de geçerli. Dün  uzak semtlerde işlerim vardı, biz de zaten Ankara’nın epey dışındayız, bizim buralara toplu taşım araçları uğramıyor bile! Hani,  “çıkayım, durağa kadar  güzel bir yürüyüş yapayım,  sonra otobüse biner, oturduğum yerden kah çevreyi izleyerek, kah düşüncelere dalarak, gideceğim yere rahatça varırım” diyemiyorsunuz. 


İşte, yoğun trafik ve otopark sorunuyla cebelleşerek işlerimi tamamlamaya çalışırken, tek hayalim şuydu:


-Ah! Saatler çabucak geçse, kitap buluşmamıza bir an önce katılabilsem, dostlarla hasret gidersek…


 




Yıllar önce Demet Işık tarafından kurulan kulübümüzde öyle değerli isimlerle buluştuk, öylesine derin kitap sohbetleri yaptık ki… Onca yıldır, Türkiye’den, dünyadan pek çok yazarın kalemiyle, ülke ülke gezdik, sayfalar arasında dolaşırken farklı sosyal yaşamlara, anlatımlara, fikirlere, yorumlara  tanıklık ettik. Aramızda başta Erendiz Atasü olmak üzere yazarlar, çevirmenler, editörler ve pek çok değerli isim vardı. (**) 


İşte aklımdan bunlar geçerken Şelale’den (Özmen) bir telefon:


-Nursun bir erken doğum sürprizi çıktı, Ünal Beyi sen alabilir misin?

-Ah tabii, severek, bana adresi, konumu geçer misin?


“Ooo! Ne hoş, bebek sağlıkla doğsun, Şelale bu işi başarıyla sonuçlandırır ama bu ne harika bir durum. Barış Özçelik’ten rol çalacağım, Ünal Beyle buluşacağız,  yolda onunla baş başa geçecek zaman benim için ne kadar büyük bir şans…”







Ünal Aytür (**) edebiyat dünyasında iyi bilinir. Necla-Ünal Aytür çifti,  Amerikan edebiyatının önde gelen yazarlarını o kusursuz çevirileriyle Türkçeye kazandırdılar. Necla Hanımı bir kaç yıl önce yitirdik ama çevirileriyle hala aramızda yaşıyor. 


Yola çıktığım anda bir telefon daha geldi, bu kez arayan Ünal Bey:


-Nursun Hanım tarih gerçekten tekerrürden ibaret, bir keresinde Necla ile beni yine evden almıştınız…


Ah o günü hiç unutur muyum? Evinizin salonuna buyur edildiğim anda gördüğüm, belleğime yerleştirdiğim o resmi… Evinizin kapısını çalıp, içeri girdiğimde kendimi bir roman sayfasında bulmuştum…  Geniş, aydınlık salonunuzun uzak köşesindeki yemek masasında karşılıklı oturmuş, gülümsüyordunuz, Necla Hanımla, hiç konuşmadan birbirinize acaba neler söylüyordunuz?

Salonun çeşitli köşelerine serpiştirilmiş yetişkin  devetabanı ve difenbahyaların koyu yeşil yaprakları, eve asla bozulmayacak gibi duran huzuru aşılıyordu. Kendi varlığımı gereksiz bulduğumu çok iyi hatırlıyorum, o dinginliği yaratan iki kişinin oradaki varlığının sonsuza dek sürdürmesi gerektiğini düşünmüştüm. Geldiğimi fark edip, nezaketle selamlamıştınız beni, masaya buyur edilmiştim. Kahve ikramının ardından evden birlikte ayrılmıştık…

O dakikalar aklımdan hiç silinmedi.”






-En son Vejeteryan’ı okumuştuk, üzerinde konuşamadık, üstelik yazarı (Han Kang)  Nobel aldı, Erendiz Hanım onunla tanışıyormuş bize biraz anlatsa…


Bu düşüncelerle Ünal Beyin evine ulaştım, hiç eksik olmayan nezaketiyle beni kapıda karşıladı, kahveye davet etti, alt katın serin, gölgelik salonuna geçtik. Ünal Beyin kitaplığını, çalışma masasını, kutudaki kemanını, sehpasında açık duran “1 No’lu Konçerto”nun notalarını görmek (Bach mıydı?)  çok hoş duygular yarattı içimde. Hem de o anda, iki değerli armağanla beni sevindirdi, Henry James’den, “Bir Kadının Portresi” (çevirisi Necla Hanımla birlikte) ile George Eliot’tan “MiddleMarch” (Ünal Bey çevirmiş)


Ardından yol çıktık… Yol boyunca sürdürdüğümüz daldan dala sohbetin izleri, etkisi hala belleğimde:


-Okuduğumuz çeviriler, yazarını tam anlamıyla yansıtıyor mu? 

-Kitapların isimleri nasıl kararlaştırılıyor? 

-Kadın yazarlar geçen asırda neden erkek takma ismiyle yazmışlar? 

-Middlemarch’ta George Eliot neler anlatıyor?


Orhan Pamuk’u da konuştuk, ben kendi yazdıklarımdan (kimi yayınlanmış, kimi henüz basılmamış olan!) söz ettim, Ünal Bey, cesaretlendirici sözleri, çok değerli önerileri yanında iltifat kabul ettiğim övgüsüyle beni sevince boğdu.   


Yolculuğumuz bu konuşmalarla bize zamanı unutturdu, ardından Biray’ın  (Üstüner) düzenlediği buluşmaya katıldık, kitap kulübümüzün üyeleriyle sarıldık öpüştük, hasret giderdik, şahane bir sohbetle müthiş bir şölene dönüşen masamız, karşılıklı sevgimizi perçinledi, aramızda olamayan dostları da çokça andık. Erendiz Atasü’nün yeni kitabını almayı planladık, Biray yeni okuduğu kimi kitaplardan, henüz bizim tanımadığımız yeni yazarlardan söz etti, Fevzi Yalım’dan yeni döndüğü Bodrum’u dinledik. 


Dönüş yolunda Ünal Beyle sohbetimiz yine çok renkli ve zengindi, vedalaşmamız şöyle oldu:


-Nursun Hanım, yazmaktan vazgeçmeyin. -Teslim ettiğim taslaklar yayınlansın sonra devam edeyim- demeyin, yazmaya devam edin…

-Ünal Bey, mesleğimi çok sevdim ama Çetin Altan’ın şu sözleri hep aklımda, “gazetecilik suya yazmaktır…” Ben hayalim olan habercilikle iç içe yaşarken çok mutluydum ama  zaman zaman -keşke edebi yazılara daha çok yoğunlaşsaydım- diye düşünüyorum…

-Gazetecilerden de iyi yazarlar çıktı. Daniel Defoe onlardan biridir. Gazeteciliği bırakıp roman yazmaya başladığında altmış yaşındaydı, Robinson Crusoe ile okura o hayali dünyayı nasıl gerçekmişçesine yaşatmıştır ama değil mi? Siz altmışınıza gelmeyi beklemeyin yazın…


Sevgili Ünal Aytür’ün bu nazik ve mübalağalı iltifat sözlerini hemen aldım, baştacı yaptım, ayrıca “saatleri geri alıp! durdurmaya da karar verdim…”  


Hele bir altmışıma geleyim, kalemimle neler neler döktüreceğim…


(*) https://erendizatasu.com/en/40th-year-as-a-writer/

(**) https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/aysegul-yuksel/cevirinin-beyefendisi-unal-aytur-1894306

(***) https://www.yapikrediyayinlari.com.tr/yazarlar/necla-aytur-2


Yorumlar

  1. Sevgili Nursun kitap kulübümüze katılmak isterdim Ankara'da yaşamadığım için benim için büyük kayıp ayrıca senin yazmakta olduğun kitabına ne zaman kavuşacağız senin akıcı üslubun ve araştırmacı gazeteciliğin çok merak ettiğim konuyu anlamak için kitabını hasretle bekliyorum. Suya yazsana çok değerli konular yazıyorsun Ünal Aytür'ü tanıtmaya sevindim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Nuran Eran, çok güzel sözler bunlar ne kadar teşekkür etsem az… Yayın dünyası epey bunalımlı. Buna rağmen taslaklarımı bir yayınevina teslim ettim ben de merakla sonucu bekliyorum…
      Tabii ki ilk haber gelir gelmez sana haber vereceğim. Bana verdiğin destek için çok teşekkür ederim.

      Sil
  2. Suya yazılanları suda bırakmıyoruz. Yudum yudum içiyoruz.. Kalemine sağlık yengem...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çooooook teşekkür ediyorum sağol varol

      Sil
  3. Kalemine sağlık Nursuncuğum çok keyifliydi

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...