Bu Blogda Ara

Süleyman Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleyman Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Nisan 16, 2024

Ekose Etekli Levrek mi, Monaco İstakozu mu alırdınız?




İstanbul’dayım, bizim çocukların evinde misafirlikte, telefonum çaldı, arayan Barış Kaşıkçı:


-Şu istakozu filan bir kenara bırakıp İhsan Sabri Çağlayangil’in (*) Ekose Etekli Levrek Daveti olayına baksana…


Barış Kaşıkçı, benim hayran olduğum, çok şey öğrendiğim müthiş bir gazeteci, Anadolu Ajansında mesleğe başladığım yıllarda onun öncülüğünde atlatma haberler yapılıyor, A.A. bütün gazetelerde aynı anda manşetlere çıkıyordu, kimilerine benim de tanıklık etmişliğim, “teyp taşımak” gibi küçük katkılar sunmuşluğum bile var.


Hemen harekete geçiyorum, o tarihi olayı dile getiren bir kitap aklıma geliyor… Ahhh, ne yazık ki Ankara’daki kitaplığımda, olsun, çareler tükenmez, ilk işim kitabın yazarı, meslek büyüğüm Fethi Akkoç’u aramak oluyor:



-Fethi Bey, sizi Ekose Etekli Levrek kitabınız için aradım

-E, ben sana o kitabı imzalayıp vermiştim, açıp bir bak bakalım neler yazmışız? 

-Fethi Beeeeey, ne yazık ki ben İstanbul’dayım, kitabınız Ankara’da kitaplığımda duruyor, sizden rica etsem o olayı konuşabilir miyiz?

-Sor bakalım…

-Bu Ekose Etekli Levrek olayının Türk Siyaseti açısından önemi nedir?

-Ooo, çok önemli, Türkiye 1973 seçimlerine gidiyor… İki büyük parti kıran kırana yarışıyor, Bülent Ecevit liderliğindeki CHP ile Süleyman Demirel liderliğindeki AP (Adalet Partisi…) O sırada iki parti de değişim geçirmiş, Ecevit, CHP’nin efsanevi lideri İsmet İnönü'yü devirip gelmiş, Süleyman Demirel ise 12 Mart muhtırasını yemiş, Ferruh Bozbeyli filan AP’den ayrılıp yeni parti kurmuş. Ayrıca Türkiye haşhaş ekimini ABD talimatı ile yasaklamış… (**)

-Evet peki ekose etekli levrek bunun neresinde?

-Dur işte anlatıyorum, ABD Başkanı Nixon Türkiye’ye özel temsilci gönderiyor Demirel’le görüşmesi için Büyükelçi Parker Hart’ı… Fakat Demirel görüşmek istemiyor, diyor ki, -Bunlar yine bizden bir taviz isteyecekler, haşhaş olayında olduğu gibi bir dayatmada bulunacaklar, söz verip de tutmazsan halin harap, o yüzden ben görüşmem. Ama İhsan bir şey yapsın, bir davet filan versin, neymiş muradı anlayalım…-

-Ekose etekli levrek olayı?

-Ya, amma sabırsızsın dinle… İhsan Sabri Çağlayangil, bu Parker Hart da dahil Türkiye’deki büyükelçileri Yalova Çiflikköy’deki evine davet edip bir yemek veriyor, yemekte kuş sütü eksik, hele masaya tepsi içinde bir levrek geliyor ki muhteşem, yeme yanında yat… Dev gibi balığa yemeğin davetlilerinden İskoç asıllı İngiliz Büyükelçisine jest olarak mayonezle şekil veriyorlar, oluyor sana ekose etekli levrek…

-Peki sonra?

-Sonrası şaşırtıcı… Ben o sırada Tercüman gazetesi adına Bülent Ecevit’le sürekli görüşüyorum, İstanbul’da 1 Mayıs mitinginden dönüyoruz, Bolu’da Koru Motel’deyiz, bana Adalet Partisi’nin seçimlere çok hızlı girdiğini, hatta 300 sandalyeyi bile yakalayabileceğini anlatıyor…Endişeli yani…

-Ama öyle olmadı değil mi? Ben hatırlıyorum, CHP çok güçlü çıktı seçimden?

-Ya, işte orası çok ilginç…Gerçekten o sırada AP çok güçlü durumda, fakat Demirel’in Hart’la görüşmemesi yani ABD’ye işbirliği için seçimler öncesinde göz kırpmaması aleyhine oluyor, basında bir “Basma ve Tuz Kampanyası” başlatılıyor… Yani Sümerbank’ın ürettiği basma kumaşın  ve hatta heryerden çıkarılabilen, kolayca elde edilen tuzun bile cepleri yakacak kadar pahalı oluşundan dem vuran bir kampanya… Tabii AP bu pahalılık söylemleri yüzünden seçimi kaybediyor, sadece 141 milletvekili çıkarabiliyor, seçimi CHP kazanıyor 184 milletvekili ile… (***) Yani ekose etekli levrek bile kurtaramıyor AP’yi, olay budur… Aslında bugün yaşanan pahalılık olayının AKP’ye yerel seçimde kayıp yaşatması gibi…

Heyecanlanıp internette arşivlere giriyorum, Olay Tan’ın Günaydın’daki tam sayfa manşetini buluyorum, daha sonra yazılanları inceliyorum, Barış Kaşıkçı’yı arıyorum:



-Barış, Fethi Akkoç’la konuştum, anlattıklarını yazacağım, sen bu istakozla levrek arasında nasıl bir bağlantı kurdun?

-Baksana, işte iki olay benzemiyor mu sence? Pahalılık, lüks merakı siyasetçilere nasıl irtifa kaybettiriyor?


Bu konuşmaların ardından Barış Kaşıkçı bana konuyla ilgili yazıları da gönderiyor fakat ciddi bir sorun var, ben “eski kuşaktanım” önümde F klavye yoksa tek kelime bile yazamam… 


-E, peki, sabahtan bu yana bunca konuşmalar yapılmış, arşivler karıştırılmış, resimler bile bulunmuş, yazma isteğiyle kıvranıyoruz, ne yapacağız?


Haydi misafirliği, kahve höpürdetmeyi, torun sevmeyi filan bırak şimdi… Bavulunu, lap top’unu bırakmıştın ya, oraya gidip geç bakalım klavyenin başına…


O anda telefonum çınlıyor, mesaj yine Barış Kaşıkçı’dan… Hıncal Uluç ve Mehmet Yalçın’ın o günlerin gazetecilik atmosferini, dostluklarını, hatta ekose etekli  levrek olayını dile getiren yazılarını göndermiş, özlem duyarak okuyorum… (****)


-Ah, nerde o eski çalışma ortamımız? O şefler, o meslek büyükleri, o heyecan, o siyasiler, o gazete büroları? 

Ya o okurlar? 


(*)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0hsan_Sabri_%C3%87a%C4%9Flayangil

(**)https://www.kitapyurdu.com/kitap/ekose-etekli-levrek/372112.html

       https://dergipark.org.tr/tr/pub/asm/issue/59793/827640

(***)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/1973_T%C3%BCrkiye_genel_se%C3%A7imleri

(****)https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-yalcin/ekose-etekli-levrek-ii,20402

           https://m.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2015/08/22/ekose-etekli-levrek






Pazartesi, Ekim 30, 2023

SALLA BAŞINI AL MAAŞINI


                                        

                                         


Bu laf dilimize bir güzel yerleşmiştir… 


-Nedir peki kastettiği? 


-Ne olacak? Bir iş bulup başını soktuysan, etliye sütlüye karışma, -gözümü kaparım, vazifemi yaparım- diyerek varlığını sürdür, maaşını al, sesini kes, otur…


Yıllar öncesi… 


Maliye Bakanı Sümer Oral’ın odasındayım, istifa metnimi kendisine sunmak üzere oradayım, tanıdığım en zarif, en düşünceli, insana en değer veren devlet adamlarından biri, kahve söyledi, beklerken:


-Nursun Hanım iyi düşündünüz mü? Üçlü kararname ile atandığınız önemli bir görevden, memuriyetten istifa ediyorsunuz?

-Düşündüm efendim, mesleğime dönme arzusundayım, Cüneyt Arcayürek’in teklifi üzerine Cumhuriyet Gazetesine geçeceğim…


Sümer Bey, “iyi düşündünüz mü?” Sorusunu bir kez daha dile getirdi ama baktı kararlıyım, üstelemedi, kahvelerimizi içtik, el sıkıştık, vedalaştık, Maliye Bakanlığından böylece ayrıldım…


Bu öykü ile ilgili birbirinden ilginç olayları, değerli meslektaşım Ali Bilge ile kaleme aldığımız Tansu Çiller’in Siyaset Romanı (*) satış rekoru kırarak defalarca basılan ortak kitabımızda bulmanız mümkün. 


Kısaca özetleyeyim, yaşamım boyunca tutkuyla bağlı olduğum mesleğimi  sürdürürken, muhabir olarak çalıştığım gazete zora girdi, batıyordu, aylarca ücret almadan çalıştık, işte o günlerde dönemin Maliye  Bakanı Adnan Kahveci’nin teklifi ile bakanlık danışmanı olarak atandım, “neden beni bu göreve düşündünüz?” Diye sorduğumda, “sen en zor metinleri bile hemen basitleştirip anlaşılır hale getirebiliyorsun, beraber iyi işler yapacağımıza inanıyorum” karşılığını verdi. Hatta Turgut Özal ona, “Ne gerek vardı  Nursun için üçlü kararnameye, düz bir atama yapabilirdin” diye sitem bile etmiş.


İşte üçlü kararname ile devlete atanmamın öyküsü budur…


Gerçekten de Adnan Kahveci ile iyi işler yaptık, sadece birini örnek vermem gerekirse, Türkiye’de bütün taşıtlarda  “emniyet kemeri uygulamasını” Adnan Kahveci zorunlu hale getirmiştir. Bu uygulamayı kabinedeki bakanların “oy kaybederiz” diye ısrarla karşı çıkmalarına rağmen Turgut Özal’ı ikna ederek yapabilmiş, TRT’de yayınlanacak “jinglellar”ı bile bana yazdırarak  bu işi gerçekleştirmiştir. O sayede, trafik kazalarında  kim bilir kaç yaşam kurtuldu ama, yazık ki Adnan Kahveci genç yaşta “kemeri takılı olmasına rağmen” kendi kullandığı arabada eşi ve kızı ile birlikte bir trafik kazası geçirerek öldü…


İşte benim devletteki görevim devam ederken seçimler yenilendi, iktidar Süleyman Demirel genel başkanlığındaki Doğru Yol Partisine geçti. Hem yeni Başbakan Süleyman Demirel hem de Maliye Bakanı olan Sümer Oral ile öteden beri iyi diyalog ve ilişkiler içindeydim, beni makamına davet eden Oral nazik sözlerle “sizi bakanlıkta gördüğüm için mutlu oldum, birlikte çalışmaya devam ederiz” dedi ancak ben gazeteciliği devlette çalışmaya yeğ tutacaktım. Evet, devlette çalışmak  bana adeta “doktora yapmış kadar” büyük deneyim kazandırmış, ekonomi muhabiri olarak yıllarca peşlerinde koşup, bir kelime olsun bilgi almaya çalıştığımız  IMF, Dünya Bankası heyetleri görüşmelerinde hazır bulunup, görüşme tutanaklarını hazırlamaktan  sonsuz keyif almıştım ama gazetecilik tutkumu asla kaybetmemiştim, bu nedenle mesleğime dönmek istedim.


-Nedir seni mesleğine bu kadar tutkuyla bağlayan?


Diye soruyorsanız, ooo, anlatmakla bitmez…


Yaptığımız manşetlerin olay yaratıp gündem değiştirmesini mi, yolsuzluk haberlerimizin TBMM’de “gensoru konusu” olup istifalara yol açmasını mı anlatayım? Bizim liderlerle gazetelerde, dünya liderleri ile ekranlarda yayınlanan röportajlardan duyduğum kıvancın, kazandığım ödüllerin bedeli olur mu? Hele hele, meslekte onca insanla görüşürken, siyasetçilerin dışarıya gösterdiği yüz ile benim gördüğüm gerçek yüz arasındaki farkı görmekle insan sarrafı oluşumuzu mu dile getireyim? 


Ha, bir de mesleğim sayesinde neredeyse bütün dünyayı gezip dolaşmanın keyfine ne dersiniz?


-İnsan sarraflığını filan boşver şimdi, para kazandın mı para?


Diye soruyorsanız, bizim meslek “iyi yaşatsa da!” pek para kazandırmaz, iyi yaşamaktan kastım ise  “bir eli yağda bir eli balda” olmak değildir, olayları ilk duyan siz olur,  gelişmelerin perde arkasını ilk siz dile getirirsiniz, halk adına çalıştığınızın verdiği güvenle yüksek sesle soru sorar, gerçeği didik didik sorğular, bu olağanüstü mesleki tatminle de geceleri huzurla uyursunuz.


E, siz söyleyin şimdi? 


“Salla başını al maaşını” diyenlerden olmaktansa bu daha iyi değil mi?

(*) https://www.simurgkitabevi.com/tansu-cillerin-siyaset-romani-1994








-

Cumartesi, Temmuz 09, 2022

“En baba mafya” Sedat Peker mi?



 

 

Sedat Peker için sık sık Twitter’ı yoklayıbugün yazmış mı?” Diye siz de bakıyorsunuz değil mi? Ben de… Nasıl bir Pandora Kutusuymuş yahu, bir açıldı bütün pislikler ortalığa saçıldıİlginç olan ise, ülkeyi yönetenler cenahındaki sessizlik… Pekerin gündeme getirdiği onca yolsuzluk, usulsüzlükle ilgili soruşturma, araştırma başlatılmasından geçtik, bu ciddi iddialar için ortada yorum bile yok. Dut yemiş bülbüller” gibi susuyor mübarekler. Geçenlerde de Peker, Mehmet Cengizle ilgili bir paylaşım yapmış, demişti ki:

 

-Seni ziyarete geldiğimde -yanındaki arkadaşlara dağıtırsın- diye bana zarfın içinde 200-300 bin doları hediye vermedin mi?

 

Merak da ettim doğrusu, Acaba Peker o parayı arkadaşlarına dağıttı mı? Diye, sanırım dağıtmıştır, 5 milyon dolar için bile fazla önemli değil diyen Sedat Peker için o para, belki de  leblebi çekirdek parası değil midir?

 

-Bu mafya yazısı da nereden çıktı? Pazar günleri sen hani daha yumuşak yazıyordun?

 

Diyorsanız, ben de şimdi sizinle bir anı paylaşmaya niyetliydim. 

 

Bir zamanlar Ankarade bir mafya lideri vardı İnci Baba namında. (*) Ankaradaki kamu ihalelerinin ondan, Mehmet Nabi İncilerden sorulduğu söylenirdi. Asıl Baba! Süleyman Demirel ile yakın olduğu da bilinirdi. İşte tam o sıralarda birgün, öğlene doğru, gazetede hummalı bir çalışmanın içindeyiz. Salona aniden beyaz gömlekli adamlar girdi, ellerinde kapaklı sahanlar var, herkes işini gücünü bıraktı, daktilolar sustu, telefonlar kapatıldışaşkınlıkla adamlara, birbirimize bakıyoruz, garson oldukları anlaşılan adamlar, ellerindekilerde masalara yaklaştılar:

 

-Masanıza örtü serecektim

 

Susup kalmıştık, garsonlar masalarımızdaki daktiloları, telefonları nazikçe kenara alıp, beyaz örtüleri  serdiler, sahanların kapakları açıldı, kebaplar, baklavalar ortaya çıktı.

İşler durmuştu tabii… Kebap servisi tamamlanınca, bir de baktık ki, salona İnci Baba azametle giriyor,  meğer o sırada Ankara temsilcimiz olan Yavuz Donat’ı ziyarete gelmiş, gazete çalışanlarına da jest yapmak istemişöğlen yemeği olarak herkese kebap ve baklava getirmiş, aynı servis Yavuz Beye de yapıldı, hep birlikte kebaplara giriştik. 

 

Yani o zamanlarıen baba mafyası” İnci Babadan böyle bir ikram kabul etmişliğimiz var.

 

-Aaaaa, demek sen de birilerinden, hem de bir mafya babasından prim! almışsın” diyen olursa, yahu adamı o gün, yaşamımda ilk ve son kez görmüş oldum, siz bunu asıl, basındaki herkesin bildiği iş takipçilerine sorsanıza” Diye yanıt verebilirim.  

 

Pekerin yazdıklarını okudukça, düşünüyorum da, o dünyanın insanlarıkaynağı bilinmeyen kimi işlerden kazandıklarını”demek ki böyle cömertçe paylaşma adetindeler diyorum.   

 

İşte İnci Baba böyle ilginç bir insandı,  oturduğu ev bizim gazeteye çok yakındı. Bir sabah erken saatlerde büroya geldiğimde, baktım girişte iki kaplan duruyor, korkudan şoka girdim. Evet evet, yanlış duymadınız kaplanlar… Tamam, yanlarındaki adam yavru kaplanlar”ı zincirlemişti ama kaplan bunlar yahu, şaka yapılır mı

Adam benim şaşkınlığıma bakıp güldü, zincirlerinden tuttuğu kaplanları oradan uzaklaştırdı, ben de şaşkınlıktan dilim tutulmuş halde binadan içeri girebildim. Meğer İnci Baba, evinde kaplan, leopar hatta akvaryumlarda pirana balığı bile beslermiş, ben ne bileyim?

 

Bir gün de oğlumu yakındaki kreşten almıştım, arka caddedeki duraktan otobüse binip evimize dönecektik, birden sağanak yağmur bastırınca, (şemsiyemiz de yoktu,) kestirmeden mi gitsek? Diyerek oğlumu bir bahçeden geçirmek istedim, tam orada koştururken kafama dank etti, yahu burası İnci Babanın evinin bahçesi değil miydi? Kaplanlarından biri ya zincirinden kurtulup bize saldırırsa? Aliyi bir lokmada yutmaz mı?” Diye korkuya kapıldım, yüreğim buz kesti. Neyse ki böyle bir şey olmadı, oğlumla otobüse bindik, evimize sağ salim döndük.

 

-Peki İnci Baba yanındaki çalışanlara ve herkese öyle cömert davranırken sonu ne oldu?

 

Diye soruyorsanız anlatayım.

 

Bir güyanında çalışanlardan biri tarafından silahla vuruldu. Silahtan çıkan kurşun, İnci Babanın dizinin biraz altına denk gelmişti ama atardamarı” koparmıştı, kan kaybından öldüİnci Babaya, o çok cömert davrandığı ama pek cahil! çalışanları, basit bir turnike yapıp kan kaybını önlemeyi düşünememişti çünkü.

 

-Şimdi bu anlattığın olayda bir kıssadan hisse var mı? diye soracak olursanız… 

 

Damat Bey tarafından bile At izinin it izine karıştı” diye yorumlanan bir ortamda ben size ne söyleyeyim? 

 

İnşallah o izler” iyi sürülür de ülke bataktan kurtulur, hepimiz aydınlığçıkmayı başarırız.

 

İyi bayramlar olsun… 

 

(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Mehmet_Nabi_%C4%B0nciler

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...