Bu Blogda Ara

diploma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
diploma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Nisan 15, 2023

Kime yutturacaksınız?



 

Seçimlere tam 27 gün kala, doğrusu iktidar ortaklarının yerinde olmak istemezdim… 

 

Neden mi? Ankara’ya birbirini ardından sökün eden heyetler tarafından gündeme getirilen sorulara  asla yanıt veremiyorlar da ondan.

 

-Kim yahu Ankara’ya sökün eden bu heyetler? 

 

Diye soruyorsanız, başkente davet edilen Avrupa’nın Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcilerinden, farklı ülkelerden gazetecilere, hukukçulardan, STK (sivil toplum örgütü) temsilcilerine kadar yağmur gibi ziyaretçi akını var. Hepsinin aklında aynı soru:

 

-Türkiye şeffaf, demokratik, sonuçlarına toz kondurulamayacak bir seçim yapabilecek mi?

 

E tabii, 14 Mayıs seçiminin sonucu değil tek merakları, yıllar öncesine kadar uzanan çizgide, Türkiye’deki uygulamaları anlayabilmek adına gündeme getirdikleri sorular herkesi terletiyor:

 

-Anayasada bir kişinin sadece iki kez cumhurbaşkanlığına aday olabileceği kuralı nasıl oluyor da  Mr. Recep Tayyip Erdoğan için geçersiz kılınabiliyor? İlk cumhurbaşkanlığı sayılmıyor mu? 

-Seçimler aslında 18 Haziran’da yapılmayacak mıydı? 14 Mayıs ile 18 Haziran tarihleri arasındaki fark nedir? Neden böyle bir değişikliğe gidildi? Böyle olunca kurallar değişti mi?

-Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kabinesinde yer alan isimler seçimler öncesinde Türkiye’deki tarafsızlık esaslarına tabi değil mi? O halde nasıl oluyor da devlet imkanlarını kullanabiliyorlar?

-Cumhurbaşkanının üniversite diplomasına dair belge neden yıllardır halka açıklanmadı? Seçilme şartları özel yaşamın gizliliği kuralına tabi olabilir mi?

-Sizin seçim kurulunuz gerçekten tarafsız mı? Daha önceki seçimlerde, -mühürsüz oyların geçerliliği ile İstanbul’da aynı zarftan çıkan 4 oydan sadece birinin sorunlu olduğu- kararına nasıl vardılar?

-Anayasa Mahkemesinin yargıçları nasıl atanıyor? Bu yargıçlar tarafsız karar verebiliyor mu?

-Türkiye’de basın ve medya neden tarafsız değil?

-Bazı televizyonlarda ekranlar karartılıp programlar yasaklanıyor. Anayasanızda -basın hürdür sansür edilemez- maddesi varken bu nasıl yapılabiliyor?

-Bazı basın-medya organlarına ait binalar ve kullandıkları teknolojik imkanlar Avrupa’da bile yok. Bu kadar parayı nereden buluyorlar? Türkiye’de basın sektöründe iş yapmak böylesine karlı mı?

-Biz öğrendik ki, büyük holdingler, deneyimleri dışında olsa bile basın sektöründe büyük satın almalar yapmışlar, bunları hükümetin telkini ile ve devlet bankalarından aldıkları kredilerle yaptıkları söyleniyor doğru mu? Doğru ise neden ve nasıl?

-Bu holdinglerin devlet bankalarından aldıkları çoğu teminatsız bu kredileri geri ödeyemedikleri doğru mu? Türkiye’de işadamları için bu kadar büyük krediler kullanıp geri ödememek böyle kolay mıdır?

-Türkiye’de gazetecilerin yasalarla belirlenmiş hakları ve güvenceleri nelerdir?

-Bu haklar ve güvenceler kağıt üstünde midir? Yoksa gerçekten uygulanmakta mıdır? O halde yıllarca hapis yatan gazetecilerin, halen tutuklu gazetecilerin varlığı nasıl izah edilebilir?

-Türkiye’de mahkemeler bağımsız karar verebiliyor mu?

-Eğer mahkemeler bağımsız karar verebiliyorsa Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala, AHİM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarına rağmen Cumhurbaşkanının isteği ile mi hapiste tutuluyor?

-Türkiye’de kadına dönük şiddet olaylarını, sürekli duyuyor ve okuyoruz, o halde Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesini neden yürürlükten kaldırdı?

-Türkiye’de kadın haklarında geriye gidişi, dini nikahın yasalaşmasını, okulların kız-erkek diye ayrılmasını savunan hatta şeriat hukukunu isteyen siyasi partiler olduğu doğru mu? 

-Türkiye’de şu anda kadın seçme sayısı erkek seçmenden daha fazlaymış, kadınların eğilimi nasıl? Bağımsız oy verebilecekler mi?

 

Hatta bu soruların bazıları geçen gün TBMM Başkanı Mustafa Şentop’a bile yöneltildi. (*)

 

Şentop, Frank Schwabe başkanlığındaki AGIT heyetinin, “Türkiye’de seçimlerin adil ortamda yapılamayacağı” şeklindeki açıklamalarını “talihsizlik” diye nitelendirdi ama yukardaki sorulara toplantının basına kapalı bölümünde nasıl yanıt verdiğini doğrusu bilmiyorum.

 

Benim tahminlerime göre bu soruların çoğu muhatapları tarafından “yanıtsız” bırakılıyor, öyle ya, somut bilgilere dayanan detaylı isnatlara karşı açıklama yapmak kolay mı? Yabancı heyetlerin sorularıyla “Demir leblebi yutmaktan beter hale gelen yerli muhataplar” şöyle mi deseydi mesela:

 

-Siz ne sorarsanız sorun, bayrak inmeyecek, ezan susmayacak…

 

(*) https://www.cnnturk.com/turkiye/tbmm-baskani-sentop-akpm-secim-gozlem-heyetiyle-gorustu

 

 

 

 

Pazartesi, Mart 27, 2023

Diplomayla imtihanım…



 

Bugünlerde eski diplomalar yeniden kıymete bindi. -Sahteydi gerçekti- tartışmaları sürerken, ben de yıllar sonra yeniden şu diplomamı bir göreyim diye düşündüm. E, kolay değil, önce bizim kitaplığı elden geçirmem gerekti. Söylemesi ayıp, evrakı düzenli tutma konusunda pek titiz değilim, eh! bir de yıllarca süren gazetecilik sırasında raflar doldu taştı, evrak evrak üstünde…

 

Neyse işte, önce bütün rafları elden geçirdim, diploma filan bulamadım, sonra sıra çekmecelere geldi, hepsini boşalttım, derken sonunda bir karton kutu elime geçti…Açtım baktım, ooo, içinde ilkokul, ortaokul, lisede çekilmiş resimlerim, karnelerim filan var, hatta eskiden pek moda olan hatıra defterimi bile buldum, hani hep -sepet sepet yumurta, sakın beni unutma- tekerlemesiyle biterdi yazılanlar, sararmış sayfaların  hepsini tek tek elden geçirdim, kah hüzünlendim, kah  kahkahalara boğuldum… 

 

Sonunda bir sevinç çığlığı attım, işteeee karton kutunun en dibinde duruyordu diplomam…

 

Eşim koştu geldi:

 

-N’oldu yahu, o çığlık nedir?

-Diplomamı bulduuuum, diplomamıııııı…

-Amaan ben de önemli bir olay oldu sanmıştım. Elinde tuttuğun kağıt parçası bir şey ifade etmez ki… Ücret mukabili iki dakikada sahtesini yapıveriyorlar. Sen, -E-devlette diploma kaydın var mı?- ona bir bak bakalım, hani şu barkodla mezun olduğun üniversiteyi gösteren kayıt…

 

Dedi çıktı kitaplıktan…

 

Tuh yahu! diye hayıflandım kendi kendime, demek diploma  artık değerli kağıttan sayılmıyor… 

Bu kez tuttum E-devlet kaydıma girip araştırayım dedim, aaaaa benim mezuniyetim orada da yok… Mezunu olduğum eski adıyla Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulunun- Şimdiki Adı (Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi)  sekreterliğini  aradım, çok şükür bir yetkiliye ulaşıp derdimi anlatabildim, “-biz işleminizi yapalım, bir kaç gün içinde siz E-devletten kontrol edin dedi.

 

Bu kez gece-gündüz telefon elimden düşmez olduE-devlete bakıyorum bakıyorum diploma yok, yoğunluk varmış o nedenle yanıt veremiyorlarmış… Hatta bir keresinde uykum kaçtı, sabaha doğru girdim baktım E-devlet sayfasına, yine  “yoğunluk nedeniyle işleminizi yapamıyoruz” demesinler mi?

 

-Allah allah ya, daha gün ağarmamış, saat 03.00 nedir bu yoğunluk?

 

Yoksa herkes  kendi durumundan kuşku duyup diploma arayışına mı girişti?

 

Uzatmayayım sonunda E-devlet lütfedip benim diplomayı hem de barkodlu olarak sayfama girdi de rahat bir nefes alabildim.

 

—Cumhurbaşkanımızın diploması—-

 

Şimdi belki de diyeceksiniz ki:

 

-Madem bu konuya girdin, söyle bakalım, malum diploma üzerindeki son tartışmalara dair sende yeni bir bilgi var mı? Varsa anlat.

-Son diploma tartışması doğrusu beni de çok şaşırttı, hani o belge aslında  orijinal değilmiş de, 1954 doğumlu Tayyip Beyin önünde arkasında sıralanan sınıf arkadaşlarının  doğum tarihlerinin ta, 2. Dünya savaşına kadar gidiyor olması garipmiş de falan filan… Ha, bir de -diplomanın aslını gören var mı yok mu?- Diye konuşuluyor değil mi?

-Garipliğine garip tabii,  zaten asıl ilginç olan, zamanında  İstanbul 15. Noterinin diplomanın aslını görmeden işlem yapması idi, üstelik bu durum hukuki takibekonu olmuş ve bu konuda bir ceza bile uygulanmıştı öyle değil mi?

-Evet Noterler Birliğine ceza kesilmişti…  Aslında burada yapılması gereken bence şu, Sayın Cumhurbaşkanımız E-devletteki barkodlu diploma kaydını hemen bulsun çıkartsın ve kamuoyuna açıklasın, bu tartışma da bitsin, son bulsun 

-Baksana, Halkın Kurtuluş Partisi başından bu yana uğraşıp durdu, İstanbul Belediyesine, TBMM’ye, Milli Savunma Bakanlığına, Yüksek Seçim Kuruluna başvurup, Cumhurbaşkanının bu kurumlara ibraz ettiği diplomaları sorguladı. Eğer buralardan yanıt alamazlarsa konuyu ta AHİM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kadar taşıyacaklarmış.

 

—İşlemler geçersizdir—-

 

-Evet ben de dün Halkın Kurtuluş Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Sait Kıran’la konuştum, şunları söyledi:

 

Biz bu konuda pek çok kuruma başvurduk (*) askerliğini yedek subay olarak yaptığı söylendiği için, Milli Savunma Bakanlığına, İstanbul  Belediye Başkanlığı sırasında ibraz ettiği belgeleri edinmek üzere İBB Başkanlığına kadar başvuru yaptık. En sonunda işi Yüksek Seçim Kuruluna götürerek, adaylığının reddi başvurusunda bulunduk. Bize genel olarak hep aynı cevap verildi, kişisel bilgilerin gizliliği… Türk halkını ilgilendiren böyle önemli bir konuda gizlilik olur mu? Cumhurbaşkanı seçimi söz konusu ise, Anayasada öngörülen şartlar ihlal ediliyorsa siz halkı -demokrasiyi uygulayacağım- diyenlerin doğru söylediğine nasıl ikna edeceksiniz? Biz bu konuyu en sonuna kadar götürmekte kararlıyız, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de…

-Acaba barkodlu diplomanın açıklanması çok mu zor? Neden diploma bu şekilde açıklanmıyor da fotokopilerle,  birbiriyle  çelişen belgelerle halkın karşısına çıkmak tercih ediliyor?

-Çünkü aksi taktirde evrakta sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık gibi suçlamalar gündeme gelebilir, ayrıca Cumhurbaşkanı olarak kendisinin bugüne kadar  imza attığı bütün işler geçersiz sayılacaktır, ihalelerden tutun, dış borçlanmalara, yaptığı atamalardan aldığı maaşlara kadar…

 

Amanın! Bunu duyunca,  diplomamı gözüm gibi sakınma gereği duydum. Ne olur ne olmaz, iyi saklamak gerek, bakarsınız bir gün biri çıkar bize de şöyle der mi?

 

 Şimdiye kadar çalıştığın gazeteler, dergiler televizyonlar filan sana hiç diploma sormadı mı? Kitaplar da yazdın, tamam onun için diplomaya gerek yok amadevlette bile, üstelik de üçlü kararnameyle atanarak çalışmadın mı?  -İğneyi başkasına, çuvaldızı kendine- diye boşuna dememişler, neme lazım sen şu diplomanı sağlam yere koy”

 

Diplomamı ne yapsam acaba? Bizim evde kasa filan da yoktur, banka kasası kiralayıp oraya mı kaldırsam?


(*) https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/hkpden-erdoganin-cumhurbaskani-adayligina-itiraz-ortada-gercek-bir-diploma-yok-2063744


 

 

 

 

 

Pazartesi, Aralık 21, 2020

Vesikalık fotoğraflar gibiyiz!


-Ne diye süslendin böyle sabah sabah?

-Vize için fotoğraf lazım, vesikalık çektirmeye gidiyorum.

-Boşuna zahmet etmişsin, nasılsa “sabıkalı” gibi çıkacaksın fotoğrafta. Gülümsemek yasak. Direkt vizöre bakacaksın, arka fon beyaz olacak, rötuş filan yapılmayacak, yüz neredeyse çerçevenin tamamını kaplayacağı için suratın kabak gibi görünecek.

Nedir yahu şu vatandaşın çilesi değil mi? Elçiliklerin vize kuyruklarında beklemeler, kaçak muamelesi görmemek için toparlanacak bir sürü evrak, kanıtlanması gereken banka hesapları falan filan. Bu kaçıncı bahardır, hükümetler gelip gidip halka  söz verir dururlar, “Türk vatandaşının onurunu zedeleyen aşağılayıcı vize çilesini çözeceğiz...” diye. 

Vize fotoğrafları kenara bırakılırsa, Türk insanının kendisiyle ve fotoğrafçı ile önemli imtihanlarından biriydi vesikalık çektirmek... İlk kez ilkokula başlarken adım atılır, sonra da yıllarca  diploma hazırlığı, ehliyet evrakı, evlilik yoluna girişteki  gibi pek çok nedenle çalınırdı fotoğrafçının kapısı.  

Her semtin bildik tanıdık kasap, manav, kundura tamircisi gibi esnafının yanısıra , çok saygı gösterilen belli başlı fotoğrafçıları da vardı. 

-Anneeeee bana 20 lira verir misin?

-Hayırdır? Bu ne giyim kuşam böyle? Ooo saçlar da pek güzel taranmış?

-Ayol ben bugüne bugün,  lise mezunu değil miyim? Gidip vesikalık çektireceğim diplomam için. Kazanırsam, üniversite kaydında da lazım olacak tabii ki. 

-Ay maşallah kızıma, daha nice nice hayırlı uğurlu  vesikalıkların olsun inşallah. Bana bak, eğer Foto Bil’e gidersen Altan Beye selam söyle, -annem daha tatil resimlerinin başına geleni unutmamış- diyor de.

-Yok yok, ben bugün Esat Dörtyol’daki Stüdyo L’ye gideceğim. Onların vitrinindeki resimleri  çok beğeniyorum, modern tarzı seviyorum.

Ve fotoğrafçının kapısından içeri adım atılır:

-Buyrun küçük hanım?

-Vesikalık çektirecektim.

-Tamam, siz aşağı inip hazırlanın, ben geliyorum birazdan.



Aşağıdaki küçük stüdyoda, üç ayağın tepesindeki Hasselblad’ın karşısındaki tabureye oturmadan önce duvardaki aynaya bir bakar, saçının inatçı kıvrımını düzeltirken etrafı incelersin. 

-Şu minik koltuktaki oyuncaklara bak, çocuk resimleri için herhalde. E, benim de var öyle resmim. Hatta o oyuncak bebeği elime tutuşturduklarında nasıl sevinmiştim, hani fotoğraf çekimi bitince alıverdiler elimden de ağlamıştım... Arkadaki dev sonbahar panosu da pek romantikmiş, herhalde nişan resimlerini filan çekiyorlar önünde. 

O yılların önde gelen fotoğrafçılarında, Foto Bil veya Foto Güzel’de, hazırlıksız gelen müşteri için kravat, ceket, hatta saç fırçası, spreyi, hatta ve hatta ruj, göz kalemi bile bulundurulurdu...

-Kullanan olur muydu peki?

-Herhalde olurdu, dur bak, fotoğrafçı iniyor aşağıya şimdi. 

Fotoğrafçı gelir:

-Oturun küçük hanım. Evet, biraz sağa dönün. Yok yok o kadar değil, başınızı döndürün hafifçe...

Bu ilk talimatla iş bitmez, fotoğrafçı defalarca yanınıza gelip, çenenizi kaldırır indirir, başınızı hafifçe sağa çevirir, olmadı sola çevirir, arkadaki spotu yakar, söndürür... Sonra vizörün arkasındaki örtünün altına sokar başını, sonra tekrar çıkarır, talimatlar da devam eder:

-Hafif gülümseyin şimdi, hayır hayır, kaşınızı kaldırmayın, gülümseyin, evet dişleriniz hafifçe görünsün.

Sonra deklanşöre basar, “çat” diye bir ses duyulur, çekilmiştir vesikalık:

-Ne zaman alabilirim fotoğrafları?

-Gelecek Salı günü sabahtan gelebilirsiniz. Kaç tane istiyorsunuz?

-12 tane, ama siz büyüğünü de veriyorsunuz değil mi? Kartpostal gibi olanını? Borcum ne olacak peki?

-20 lira küçük hanım... Evet onu da yapacağız ve para almayacağım hatırınız için

Dükkandan çıkılır:

-Ohhh sonunda bitti vesikalık işi, ama cüzdandaki para da bitti, boşuna heveslendik dönüşte Goralı’dan karışık tosta...”

Evet sizin işiniz artık bitmiştir ama fotoğrafçının işi asıl şimdi başlar. 

Siyah beyaz film önce karanlık odada banyo edilir, sonra agrandizörün altına basılmak üzere gelmeden önce, saatlerce süren rötuş işi başlar. Alındaki ben yok edilir, yüzdeki sivilce görünmez kılınır, dudaklar biraz parlatılır, kirpikler rimel sürülmüşcesine belirginleştirilir... Fotoğrafçı, arada sırada “eserini” gözden geçirip gururla söylenir:


-O kara kuru, sıska kızı ne hale getirdim yahu... Bravo demek hakkımdır vallahi kendime...


Salı günü iple çekilir, sabah erkenden bir koşu fotoğrafçıya gidilir, vesikalıklar alındığında bir heyecanla küçük zarftan çıkarılıp bakılır, gülümsenir, çünkü rötuşlu fotoğraf, “aaaa güzel çıkmışım!” Dedirtecek kadar iyi işlenmiştir, yakın çevrede yorumlar yapılır:

-Ya, sen ne kadar fotojeniksin, bir de benimkilere bak, asla güzel çekmez beni hınzır fotoğrafçılar...



 

Düşünüyorum da dostlar, aslında bizler de hayata “vesikalıklardaki gibi” çıkmıyor muyuz? Pek de kendimizi yansıtmadan? Rötuş yapıp, asıl benliğimize, duygularımıza, hatta mimiklerimize bile...


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...