Ege’nin öbür yakasındaki kente ismini veren tanrıça Athena’yı Atina’ya gelip de anmamak olur mu? Hani Athena, kentin tanrıçası olabilmek için Poseidon’la yarışmış da asasını vurduğu yerde dev bir zeytin ağacı çıkıvermiş… İyi ki de öyle olmuş, zeytin ağacı kadar zarif, güzel, üstelik de yüzyıllarca ayakta kalıp, o kadar lezzetli, yararlı meyve veren başka bir ağaç var mı? Hele de Atina’nın Kalamata bölgesinin zeytinleri… Mor rengiyle göz alan, kokusu, rayihasıyla damakları mest eden zeytinler… Peki yüzyıllar önce düzenlenen o yarışı Denizler ve Deprem Tanrısı Poseidon kazansaydı ne olacaktı? Asasını vurduğu yerden fışkıran tuzlu su neye yarardı? İçilmezdi bile! Sabahın erken saatlerinde ağzıma attığım zeytin tanesi beni Atina’nın yüzyıllar öncesine, geçmişine sürükledi. “Bu güzel kentin eski sakinleriyle keşke buluşabilseydim ” dedim. Platon’nun akademisine devam eden iki kadından biri ben olsaydım mesela, yaşlı filozof şunları söylerdi belki: -Dünya dön...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.