Bu Blogda Ara

Anna Karenina etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anna Karenina etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Kasım 13, 2023

Hikaye Yeni Başlıyor




Sevgili meslektaşım, dostum Ayla Ganioğlu’nun yeni yayınlanan kitabını güneşli bir günde, İstanbul’da, yaprakları pırıl pırıl parlayan bir manolya ağacına karşı okumaya başladım, “Hikaye Yeni Başlıyor”un kapağını açmamla birlikte de, harika, anlatılması güç, belki sadece rüyalarda görülebilecek fantastik bir dünyanın parçası oluverdim.


Uzun zamandır bir roman yazma hayaliyle yanıp tutuşan ama bunu bir türlü gerçekleştiremeyen Sebat ile işte böyle bir günde, kitabın giriş cümlesinde tanıştık. Tanışıklığımız sayfaları çevirdikçe ilerledi ve ona müthiş bir sevgi duymaya başladım.

 

-Kimmiş yahu o Sebat? Niye onca zaman yazamamış romanını? Yazsa bir şeye benzeyecek miymiş bari?


-Ooo, bunları söylemeden önce Sebat’ı tanıman gerekir, bir bilsen önüne çıkan engelleri, Cefakar’ı, hele hele 3 M’yi…


-3 M de neymiş? Yoksa, büyüyüp devleşip 5 M’ye kadar varan o meşhur market miymiş Sebat’a engel olan şey?


-Saçmalama da dinle, Ayla’nın kitabının kahramanlarından söz ediyorum, Melanet, Maraz ve Mahzur onlar…


İşte o güneşli günden sonra Ayla’nın kitabını elimden bir türlü bırakamadım ve soğuk bir Ankara sabahında, kurumuş, renklerini yitirmiş sonbahar yapraklarıyla süslü bahçedeki bankta bugün tamamladım…



Kitabın sayfaları arasında dolaşırken,  yıllardır meslekten tanıdığım sevgili Ayla’yı aslında “hiç tanıyamamış olduğumu” farketmek beni çok şaşırttı. Öyle ya, gazeteciliğimizin en koşturmacalı zamanlarını geçirdiğimiz TBMM koridorlarında, komisyonlarda, kulislerde sürekli rastladığım, hep koyu renk ciddi tayyörleri içinde görmeye alışık olduğum,  genellikle yeni onaylanan bir yasanın maddelerini veya o yasaya dayanarak Resmi Gazetede yayınlanan bir yönetmeliği tartışıp konuştuğumuz Ayla meğer nasıl rengarenk, fantastik bir dünyanın yaratıcısıymış?


Evet,  hem de o kadar renkli bir dünya ki, hemen onun içine dalmanızı, Scala yayıncılıktan çıkan “Hikaye Yeni Başlıyor”u mutlaka okumanızı öneriyorum.


-Peki kitaptaki o kahramanlar da kim? Neyi anlatıyor? Sebat sonunda romanını yazabiliyor mu bari?


Diye soruyorsanız eğer, tabii ki söylemem, “yeni başlayan hikayenin!” tadını kaçırmak istemem.  


Bunca yıllık okuma serüveninizde sizi en çok etkileyen yazarlarla yarattıkları kahramanlardan sizi en çok etkileyenler kimlerdi? Bir düşünün bakalım, aklınıza kimler gelecek… İşte onların çoğuna rastlayacaksınız Ayla’nın kitabında, bu kadarını söylemekle yetineyim…


Düşünebiliyor musunuz? Tolstoy, Milli Kütüphanede tam karşınızda oturuyor, üstelik yanında “ömrünün son günlerinde o karanlık adam! Chertkov yüzünden vedalaşmayı reddettiği karısı Sofia” var. Sofia, Tolstoy’a  günlerce tren istasyonunda kendisini bekletip, görüşmeyi reddettiği o vefasızlığının nedenini soruyor. Tolstoy gerçi kem küm ediyor, çok dişe dokunur bir gerekçe sunamıyor ama zaten Sofia kendi günlüğünde yazmış o gerekçeyi ve ölümünden tam 113 yıl sonra kocasına okuyor:


“Kaçışının bahanesi de, haber vermeden, geceleyin kağıtlarını okumuş olmam. Evet, çok kısa bir süre çalışma odasına girdim ama hiçbir şeyine el sürmedim. Zaten çalışma masasının üstünde tek bir kağıt yoktu. Bana yazdığına göre (bu mektup aslında tüm dünyaya yazılmış oluyor) böyle davranmasının nedeni, bizim şatafatlı yaşamımızdan kaçmak içinmiş, çünkü bir köylü gibi izbe bir kulübede yaşamak istiyormuş.”


Tolstoy’a hesap soranlar bundan ibaret de değil, Anna Karenina da çıkışıp, “Bana haksızlık ettiniz” deyiveriyor ünlü yazara, sonra Kont Vronski ile birlikte Milli Kütüphane’den çıkıp gidiyorlar. 


Ayla’nın kitabı, beni özellikle Ankaralı şairler ve şiirlerle ilgili anlatımıyla, bir Ankaralı olarak da çok etkiledi, Atilla İlhan ile meslektaşım Barış Kaşıkçı sayesinde, bir zamanların ünlü “Set Kafeteryasında” tanışıp çay içtiğimiz gün gözümün önüne geldi. 


Sayfaları çevirirken, Ulus’taki Evkaf Apartmanında uzun yıllar oturan Ahmet Hamdi Tanpınar da hayalimden geçti,  acaba “Mimarilerin En İlahisi” şiirini orada mı kaleme almıştı?  Orhan Veli’nin “Lapinaların En Harelisi” şiiriyle kendisiyle dalga geçişine üzülmüş müydü? Diye düşündüm…


İşte böyle…


Bilmem Hikaye Yeni Başlıyor’u okurken siz neler düşüneceksiniz?




Pazartesi, Ağustos 05, 2019

Anna Karenina

Tolstoy’un toprağı bol olsun (100 yıl kadar önce öldü.) Anna Karenina’yı yazarken, kendi deyimiyle “mürekkep hokkasındaki kanına batırmış” ya kalemini... O kadar eziyet çekmiş yani... 

Aslında bir tek kendisi değil, karısı Sofia da en az onun kadar eziyet çekmiş... Kolay mı Tolstoy’un o kargacık burgacık yazısını okumak, o tuhaf giriş çıkışlarını, eklemelerini, çıkarmalarını filan algılayabilmek? 

-E, o zamanlar bilgisayar mı vardı? Sil, yap, boz, copy paste et!!! Nerdeee? 

Günlüklerinde anlatıyor Sofia, Tolstoy yazı masasından kalkınca, o alıyor kalemi kağıdı, başlıyor temize çekmeye. Böyle böyle derken Anna Karenina tam 8 (SEKİZ!) kez baştan temize çekiliyor...

-Eee, bu biçerdöverin, biçilmiş tarla resimlerinin ne ilgisi var?

Diyeceksiniz...


Var vaaar... Çünkü Tolstoy Anna Karenina’nın kayınbiraderi Levin’in, köyde orakla ekin biçme macerasına sayfalar sayfalaaaar ayırmış... Orağı nasıl ustaca kullandığını, biçilen ekinlerin nasıl bir simetrik düzen içinde kenara yatıverdiğini anlatıp durmuş. Aslında bu ekin biçme olayı belki de bir metafordu... Soğuk, itici ve sevimsiz Aleksey Aleksandroviç’e karşılık, sade, çalışkan, kendine güvenli kardeşi Levin... Aleksey orak kullanmada beceriksiz, aşkta da öyle, Anna Karenina onu terkediyor... Oysa Levin orağı öyle mahirane kullanıyor ki, karısı Kiti’yle de çok sıcak, sevgi dolu bir aşk yaşıyor.


 




Sonuçta insan “zamanın ruhu” denen şeyi burada da çok net görüyor... Orak filan kalmamış artık ortada... Bugünün biçerdöverleri o gün var olsaydı Tolstoy, belki de Anna Karenina’yı çok farklı kaleme alacak ve de epey sayfadan da tasarruf edecekti.

Pazar, Eylül 05, 2010

Anna Karenin





Bugünün dünyasında, yani Tolstoy’un ölümünden bir asır sonra Anna Karenin’i (*) okumak hem keyif verir insana, hem de pek çok şeyi sorgulamasına yol açar... 

Bir kere Anna Karenin, insanın iliklerine kadar hissedeceği bir aşkın hikayesidir. Yani “başından aşk geçmiş!” insanların çok iyi bildiği duygulardır o kült romanda anlatılanlar. O kadar ki, romanın üstüne kurulu olduğu kadın Anna, Kont Vronski’ye olan aşkı uğruna her şeyden hatta yaşamaktan bile  vazgeçmiştir... Küçücük oğlu Serjoya’yı, herkesin saygı duyduğu kocası Aleksey Androviç’le gah Moskova’da gah Petersburg’da sürdürdüğü, hiçbir olanaktan yoksun kalmadığı o renkli yaşamı, herkesin hayranlıkla izlediği güzelliğine çok yakışan, en iyi terziler elinde, gerçek dantellerle dikilen  tuvaletleriyle boy gösterdiği suareleri, kuş sütünün eksik olduğu evinde kitap okuyarak geçirdiği huzurlu saatleri ve büyük aşkı Vronski’yi, hatta küçücük kızını bile geride bırakıp gitmiştir...

Çünkü, görünürde pek çok kadın ona öykünse de bir şeyler eksiktir sanki Anna’nın yaşamında:

Petersburg’da trenden iner inmez ilk gördüğü kocası oldu. Kocasının soğuk, dikkati çeken görünüşüne bakarak, ‘Aman Tanrım’ diye geçirdi içinden. ‘Kulaklarına ne olmuş öyle?’ Kocasının, melon şapkasının kenarlarına dayanan kulakları pek garibine gitmişti o anda. Kocası onu görünce dudaklarında her zamanki alaycı gülümsemesi, yorgun, iri gözleriyle yüzüne bakarak ona doğru yürüdü. Kocasının yorgun, esrarlı bakışıyla karşılaşan, onu başka türlü bulacağını umuyormuş gibi, tatsız bir duygu doldurdu yüreğini Anna’nın. Kocasını görmekten duyduğu hoşnutsuzluk şaşırtmıştı onu.Çok iyi bildiği bir duyguydu bu. Kocasıyla arasındaki ilişkilerde hissettiği yapmacıklığı anımsatıyordu.”

İşte  Anna’da o eksikliği gideren Vronski ile karşılıklı yaşadıkları aşk olmuştur ve kadın bunu  kocasına açıkca itiraf edip ayrılma isteğini” dile getirmiştir. 

Tolstoy,  ustaca kurguladığı romanında,  “aşkı uğruna lanetlenenAnna’ya karşılık,  tüm dünyada halen de erkek egemenliğinde olan “özgür aşk arayışını” karısına sadık! Levin’e akıl veren Oblonski’nin sözleriyle dile getiriyor:

“Karınla arandaki ilişkilerin farkında değil miyim sanıyorsun? İki günlüğüne ava gidişinizi ne büyük sorun yaptığınızı gördüm. Aşk dolu bir yaşam biçimi olarak güzeldir bütün bunlar. Ama bütün bir ömür için bu yetmez. Erkek özgür olmalıdır. Erkeklere vergi zevkler vardır. Erkek tam erkek olmalıdır.

Yaşamında din olgusu daima ağır basan Tolstoy, romanında da dini unsurları gözaltı etmez, sık sık dile getirir.  Aleksey belki Oblonski tarafından dile getirilen “tam erkek olma” ilkesiyle, belki de dini kaygılarla hareket edip Anna’yı cezalandırmak ister:

“Ayrılma girişimi, düşmanlarını sevindiren, dedikoducuların yüzünü güldüren bir skandala yol açardı ancak. Onun toplumdaki önemli yerini sarsmaktan başka bir işe yaramazdı. Olanları toplumdan sosyeteden gizleyerek yanında alıkoyacaktı Anna’yı. Bu ilişkiye son vermek, en önemlisi de -bunu kendine de itiraf etmiyordu- karısını cezalandırmak için elindeki olanakları kullanacaktı... ‘Ancak böyle yaparsam dinin buyurduğu gibi davranmış olurum’ dedi kendi kendine...

Ve Anna’nın kendini trenin rayları arasına attığı, hepimizin acıyla anımsadığı son an:

“Başını omuzlarının arasından çekip yüzükoyun vagonun altına attı kendini. Yaptığından o anda dehşete düştü.”neredeyim? Ne yapıyorum? Niçin? Kalkmak, kendini geri atmak istedi ama kocaman, acımasız bir şey çarptı başına. Devirdi onu. Bu kocaman şeyi karşısında güçsüzlüğünü bir anda anladı. Tanrım affet bütün yaptıklarımı” diye mırıldandı. 

Bu büyük romanı, Rusça aslından çeviren Ergin Altay’dan okumak bir şans, sanki Tolstoy, yazdıklarını bizim hatırımız için kendisi okuyormuş gibi... Ama İletişim Yayınlarından edindiğim kitabın bence çok değerli bir özelliği daha var, Vladimir Nabokov’un “sonsöz”ü ile  ile sunulmuş oluşu. 

Belki bir gün “Lolita” yüzünden epeyce önyargılı olduğum Vladimir Nabokov’un Anna Karenin’e dair değerlendirmesini ve Tolstoy ile ilgili görüşlerini de kaleme alırım... 

(*) Rus asıllı yazar ve bir Tolstoy uzmanı olan Vladimir Nabokov’a göre, eğer Rusça yazılmış bir roman ve romanın başkişisi olarak da bir Rus kadın söz konusu ise kadının kocasının soyadıyla, “Karenin” olarak anılması doğru olurmuş!


 

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...