Daha sonra inşaat alanının önüne “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” yazan bir tabela konuldu... Pandemi sürecinde o yolu daha seyrek kullanır oldum. Geçenlerde baktım ki binanın önüne “Altın gibi parlayan harflerle” YARGITAY yazılmış...
Benim Bildiğim, Bu Türden “Dev Binalar” için yıllarca süren planlama söz konusudur. Öyle ya, binanın ulaşım durumu, trafiğe etkisi ve pek çok açıdan konumu incelenir, araştırılır. Oysa bu bina İncek Bulvarında “Çok ani” biçimde ortaya çıktı, Üstelik önce Çevre Bakanlığı'na ait olacağı ifade edilirken sonra Yargıtay’a ait olacağı anlaşıldı.
Bu konuda Yargıtay’ın saygın eski başkanı Sami Selçuk’un görüşünü almak istedim; şöyle dedi:
“Böyle bir binanın yapıldığını duydum. Ancak ayrıntıları bilmiyorum. Aslında binada kubbelerin olmasında bence bir sakınca yok. Bu, mimarlık sanatının bir yansımasıdır. Önemli olan o kubbenin altında kotarılacak olun hukuk ve adalet dağıtımının içeriğidir. Ne yazık ki bugünkü durumda adli sistemimizin işleyişinde büyük sıkıntılar var. Özellikle ilk mahkemelerin durumu yürekler acısı. Yargıçlarımızın bilimsel donanımları üzücü. Savcılar da öyle. Savcı karar organı değildir. Ama bizde sanki karar organı gibi. Üstelik bir kovuşturmaya yer olmadığı görüşünü (kararını) yansıtırken bile üç yanlışı bir arada görmek, insanı kahrediyor. Öğrencilerime bu yanlışları örnek olarak sunuyor ve dikkatlerini çekiyorum. Bu konudaki sorularıma yanlış yanıt veren öğrencilere geçer not vermiyorum…”
Şu sırada Bilkent Üniversite’sinin Hukuk Fakültesinde ceza ve ceza muhakemesi hukuku dersleri veren Profesör Selçuk’la konuşmamız, HDP’nin İzmir’deki binasına yapılan saldırı ve yaşanan acı ölümün hemen sonrasına denk geldi, sordum:
-Bu türden bir saldırının tam da HDP’yi kapatma davası gündemdeyken yaşanmasına ne dersiniz?
Selçuk: Ben hep şunu söylerim: “Yargılama erkinin el koyduğu olaylarda asla konuşmam, görüş bildirmem. Anca karar verildikten sonra konuşurum. Şunu kimse unutmamalı. Bu konuda Avrupa ülkelerinde yapılmış incelemeler bulunmakta. Bu tür davranışların yargılama üzerindeki etkileri çok olumsuzudur.
-Efendim bir anayasa değişikliği planı da gündemde, Cumhurbaşkanı da ifade etti, ayrıca MHP’nin hazırladığı bir taslaktan söz ediliyor ne dersiniz?
Selçuk: Ben bu tür taslaklardan hiçbirini görmedim. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin kaldırılması gibi saçmalıklardan söz ediyorlarmış. Son “başkanlık sistemi” öngörülen bunalımı yaratmıştır. Bundan ders alınmalı. Anayasa bilinci olmayanlar, olsa olsa yeni bunalımlara gebe bir babayasa yapabilirler. Bu bilinç önemli. İngiliz halkı bu bilincin somut örneği. Bu bilincin yetersiz olduğu ülkelerde yazılı anayasalara bile uyulmuyor. Anayasa’nın 153’üncü maddesini kendinden menkul gerekçelerlem çiğneyen yargıçların bulunduğu bir ülkede anayasa yapmak çok zor. Bu güç işi bugüne değin başaran biricik demokratik anayasa, 1961 Anayasası’dır. Ondan esinlensinler ve temellerine dokunmadan yeni bir anayasa yapsınlar yeter.
-Babayasa dediniz de... Bugünlerde adalet arayışında adeta mafya babalarına bel bağlayanlar var... Sedat Peker’i kastediyorum. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Selçuk: Cumhuriyet savcısı teriminin başındaki “Cumhuriyet” sözcüğü, sanıldığı gibi, yönetim biçimine değil, cumhurun, halkın, kamunun adına yasaları uygulamak için harekete geçen insana vurgu yapmaktadır. Bu yüzden eskiden kullanılan “cumhuriyet müddeiumumisi” teriminin “ay mehtab”ından farkı yoktu, yanlıştı.
Savcıların cumhurun, yani halkın, kamunun adına yasaları uygulamak için harekete geçme konusunda hiçbir takdir yetkileri yoktur. Bizim sistemimiz kural olarak “mecburilik sistemi”dir. Yasa, yalnızca yasalarda belirtilen kişisel cezasızlık (yanlış adlandırmayla etkin pişmanlık dâhil) nedenleri söz konusu olduğu zaman sınırlı bir takdir yetkisi tanımıştır (CMK, m. 171). Bu yüzden savcı, herhangi bir biçimde, yasanın deyişiyle “bir suçun izlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlamak; “yeterli kuşkuya ulaştığında" da cumhuriyet yasalarının uygulanması için kamu davasını açmak zorundadır (CMK, m. 160, 170/2).
Bu ihbarın kaynağı isterse bir cani ya da çete başı olsa böyledir. Savcı, bu kişilere inanılmaz demeyecek ve gerçeği araştırdıktan sonra ancak dava açılıp açılmaması konusunda bir görüşe ulaşacaktır.
Eğer bu bir uyuşturucu madde ile ilgili ise, durum daha da ciddidir. Çünkü dünyanın neresinde işlenirse işlensin, parada sahtecilik, işkence, ulaşım araçlarının kaçırılması ve suçlar uyuşturucu ticareti vb. kimi suçlara el koymak, küresellik ilkesine –ki öğreti buna evrensellik diyor- göre, kural olarak o olaya el koymak savcıların kaçınamayacakları bir görevdir. Bu türden suçlar, yasaya göre eğer Türkiye’de işlenmişse savcı hemen el koyacaktır ve buna mecburdur. Buna karşılık Türkiye sınırları dışında işlenmişse, sözgelimi, Çin karasularında işlenmişse adalet bakanı istediği takdirde, o suça savcı yine el koymak zorundadır (TCK, m. 13).
Suçlunun kişiliği, yargılama yapılırken değil, ceza verilirken değerlendirilir. O kadar.
Bu konuda TV’lerde açıklanan kimi görüşler hukukla ilgili değildir. Kimileri de saçmadır.
NOT; Bu yazıyı 18 Haziran 2021 tarihinde kaleme almıştım…