Bu Blogda Ara

Mehmet Şimşek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmet Şimşek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Mayıs 09, 2024

Eğilmez: “Şimşek’in yerinde olmak istemezdim…”




Gazeteciler Cemiyeti bünyesinde “Çay Sohbetleri” düzenliyoruz, bu kez Mahfi Eğilmez’i konuk aldık, ekonomi bürokrasisinde yıllarca çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Hazine Müsteşarı olarak atanmış ancak yapısal reformlara karşı çıkan hükümetle fazla devam etmek istememiş istifayı basıp ayrılmıştı. (*)

Aralarında eski milli eğitim bakanı Hikmet Uluğbay’ın da yer aldığı, siyasetçiler, bürokratlar, gazetecilerden oluşan kalabalık bir topluluğun izleyip, sorular, yorumlarla katıldığı söyleşi çok renkli geçti.

Eğilmez’le eski yıllarda dayanan bir diyaloğumuz var, onları da konuştuk, şimdilerde kamuda herkesin son model Audiler, Mercedes’ler, hatta Maybachlarla dolaştığı ortam üzerinde bile durduk, hatırlattım:

-Hazine Müsteşarı olarak size Renault mu tahsis edilmişti?

-Ben Renault 12 ile gider gelirdim müsteşarlığa, hepimiz öyleydik, şimdi bakıyorum daire başkanları bile makam arabası olarak Mercedes kullanıyor,  o zamanlar -Ben Mercedes isterim- denemezdi, ayıptı. Hatta bir keresinde hatırlıyorum, başbakan Bülent Ecevit bizi çağırmıştı görüşmek için, Ziya Müezzinoğlu  (dönemin maliye bakanı)  çok uzun boyluydu, baktım önde, Renault’ya binmiş, başı tavana dediği için boynunu yana eğmiş gidiyor… Ben de arkasında…


—-70 arabalık konvoylar—-


Eğilmez, Şimşek’in açıkladığı tasarruf tedbirlerini bu yüzden kabul etmiyor, diyor ki:


-Öyle kağıtla kalemle tasarruf olmaz… Düşünün bir yere gidiyor Cumhurbaşkanı 70 arabalık konvoylar, bin tane korumayla yollara çıkmalar… Önce tasarruf oralardan başlamalı. 

Eğilmez, yaşadığımız ortam ve yapılması gerekenler üzerinde pek çok şey anlattı. Şu anda yaşadığımız enflasyonun neden kaynaklandığını, Merkez Bankasının 818 milyar liralık rekor bir zarara, Kur Korumalı Mevduat yükü yüzünden nasıl uğradığını, Cumhurbaşkanının -faiz sebep enflasyon sonuçtur- dediği Nas kökenli inadının nelere mal olduğunu…

-Peki tepedekilerin bilerek ya da bilmeyerek sürekli hata yapma özgürlüğü var mıdır? Hesap sorulamaz mı?

-Türk halkı hesap sorma yetisini kaybetti, zaten hesap soracak kurumlar da kayboldu ortadan, Sayıştay’ı bile etkisiz hale getirildiler. Esasen Başkanlık Sistemine geçişle birlikte sosyal yaşamdan tutun siyasete kadar her şeyde bir bozulma gözleniyor. En kötüsü de halkın buna alışması. -Bu kanuna aykırı- diyecek olsanız, cevap hazır,-kanun mu kaldı ortada?-


—-10 bin lira dağıtsaydı—-


-Peki bu durumda hesap sormak için elde sadece seçimler mi var? Halk tepkisini burada mı gösterecek? 

Eğilmez;

-Eğer Tayyip Bey mahalli seçimler öncesinde emekliye memura dar gelirliye yani onar bin lira dağıtmış olsa seçim çok farklı sonuçlanırdı… Belki İstanbul Ankara’yı alamazdı ama Kütahya’yı filan pek çok Anadolu kentini alırdı. 

-Peki bürokratlar nasıl oluyor da Cumhurbaşkanını yapılması gerekenler üzerinde ikna edemiyorlar? Doğruları söyleyecek pek çok yetişmiş insan hala devlet kademelerinde yok mu?

Eğilmez’in dediği şu:

-Eskiden bürokratın bir ağırlığı vardı, sözü dinlenirdi, bakın biz Turgut Özal’a özelleştirme yaptırmadık mesela. Yanlış anlaşılmasın ben özelleştirmeye karşı değilim ama yolsuzluğa usulsüzlüğe karşıyım, o sebeplerle itiraz ettik yaptırmadık.


—TOGG marka mıdır?—-


-Peki biz bu sıkıntılı ekonomik durumdan  nasıl kurtuluruz?

-Yapısal reformlarla… Öyle borçlanma ile olacak iş değil bu.Tarımdan, teşvik sisteminden başlayacaksınız. Bakın Kore’yi iyi inceleyelim, adamlar 5-6 tane marka yarattılar… Samsung, KIA, Hyundai vs. Oysa Kore’nin 1980 yılında fert başına milli geliri bizden 200 dolar düşüktü,  şu anda biz TÜİK’e göre 13 bin dolar seviyesindeyiz, onlar 37 bin dolarda…

 -Ama biz de TOGG yaratmadık mı?

-Elektrik şarj sistemi başkasının, şusu busu başkasının olur mu öyle marka? Dünyada araba zaten 100 yıldır var, herkes yapıyor, TOGG’da neyi yenilik olarak getirdin? Hani şöyle bir şey yapsan, -yarı suyla yarı benzinle çalışan bir şey- mesela… Olurdu… Tekstilde de 200 yıldır varız ama bir marka çıkaramadık. 1980’de biz Kore’den 200 dolar öndeyiz, kişi başına milli gelirde. Bugün ise TÜİK’e göre 13 bin dolardayız, Kore 37 bin dolar… Neyi yapmışlar da bu noktaya gelmişler? Buna bakmak lazım. Doğru yaptıkları işlerden biri eğitim sistemi. Çocuklar 12 saat okulda. Bunun 4 saati dersle geçse sonrasında kimi keman çalıyor, kim resim yapıyor. Üstelik kendi okullarını çocuklar  hep birlikte temizliyor. Biz ise, eğitimde gittikçe kötüye gittik, seviyede inanılmaz bir düşüş var.  Sınıfta kalma yok herkes mezun oluyor ama, eğitim sistemini mahvettik, katlettik. Bugün herkes çocuğunu dünya para verip özel okullara gönderiyor, lisan öğrensin filan diye değil, sırf imam olmasın diye…


—-çocuklarımız imam olmasın diye—-


Mahfi Eğilmez iyi okullar yapamamış oluşumuza ilginç bir gerekçe gösteriyor:


-Çünkü bizim burjuvazimiz yok, batılı anlamda bir burjuvazimiz. Bizde bir büyük esnaf var  bir de küçük esnaf. Bakın Fethullah Gülen bile Türkiye’de okullar kurdu, koskoca bir sistem yarattı. Peki bizim burjuvazimiz neredeydi? O kadar zenginimiz var, kursaydı  okullarını, yurtlarını…  Ön ayak olamaz mıydı? Ondan sonra şikayet ediyoruz -çocuklarımız imam olmasın- diye…


—-Şimşek’in yerinde olmak—-


-Peki Mehmet Şimşek’in yerinde olmak ister miydiniz?

-Aman kalsın, onun yerinde olmak istemezdim, zaten ben olsam gelmezdim. Adamın işi zor, yapılacaklar belli ama demokratik bir yapıyı ikna etmek başka, bir adamı ikna etmeye çalışmak başka…Oraya isteyerek geldiğini düşünmüyorum. Onlar -gel- denildi mi gelmeye mecburdur, gelecek, onların yapısı, sistemi, ilişkileri farklı. Şimdi Şimşek bir şeyler yapıyor ama yetersiz. Bence zaten her şeyden önce bir tek şey yapılmalı, hukukun üstünlüğü, adaletin  bağımsızlığı. Ama biri çıkıp, -Anayasa mahkemesinin bu kararını beğenmedim…- diyor mesela… Öyle şey olur mu ya? 


—-IMF öcü mü?——


-Acaba IMF gelse yola girer miydi işler?  IMF öcü mü? Neden istenmiyor?

-IMF öcü değildir. Beceriksiz iktidarların bozduğu sistem nedeniyle suçlanan hep o olur.

-Ama Dünya Bankası ile anlaştık, kredi alıyoruz diye sevindik değil mi?

-Türkiye Dünya bankası ile 70 yıldır ilişkide, yeni bir şey değil ki, zaten -bu parayı alacağız, yiyip içeceğiz- diye bir şey yok ortada, proje bazında verilecek o kredi. Sanki havadan bir para geliyormuş gibi anlatılıyor böyle bir şey yok.

-Ya İstanbul’daki Finans Merkezi? 

-Finansın var mı? Yok… Ya finansınız olacak ya merkeziniz olacak bizde ikisi de yok… Çünkü biz borçlanıyoruz, dünyanın borcunu alıyoruz. Varlık Fonu bile…Bakınca bugün özel sektör daha dürüst çalışıyor diye düşünüyorum. 


—-ABD hegemonyası bitiyor——


-Dünya nereye gidiyor acaba?

-Şurası net ki önümüzdeki dönemde, dünyada artık yavaş yavaş Amerikan hegemonyası sona eriyor, Çin önderliğinde yeni bir dünya kuruluyor.

Son soruyu Çiğdem Toker, “Asıl olan siyasal kadroların değişimi değil midir? Bu kadrolarla olur mu değişim? Diye yöneltiyor, Eğilmez:

-Haklısın, bu iktidar bunları yapabilir mi? Çok zor işimiz. Zaten hep söylüyorum, önce hukukun üstünlüğü olacak. Peki bu nedir denildiğinde kısaca diyorum ki, emniyet şeridine bakalım. Eğer o şeritte ambulans itfaiye ve polis dışında giden varsa orada hukukun üstünlüğü yoktur, ama görüyorum bazen, emniyet şeridinden gitmeyen 3 araba var biri benim, ama herkes orada. Kuralı koyanların kurala uymadığı yerde hiçkimse kurala uymaz, işler de düzelmez. 


—-Sinan Ateş cinayeti—


Mahfi Eğilmez’e, “son dönemde başarıyla sürdürdüğü polisiye yazarlığı nasıl gidiyor? Tezgahta ne var?” Diye sormadan olmaz. Keşke diyorum, Sinan Ateş cinayetini bir kitabında ele alsa, savcının çözemediği bu cinayetin failini ortaya koysa? “Aman” diyor, “onu da ben değil başkaları yapsın…”


Söyleşiyi izlemek isteyenler için Link;

https://youtu.be/q4rAxJr6YF4

Pazartesi, Eylül 11, 2023

95. Yaş Hatırası, Eski Maliye Bakanı Kaya Erdem: “Emin Çölaşan’a kırgın değilim…”






Eski Maliye Bakanı Kaya Erdem’in 95. Yaş kutlamasına, bürokrasi temsilcileri, siyaset adamları, ABD’de yaşayan kızı ve torunları ile çok sayıda dostu katıldı. Bodrum’da, bir restoranda gerçekleşen kutlamada Erdem, “Yaş 95 olunca -artık kutlama yapmasak mı?- Diyorum, yoksa 100. Yıl kutlamasında mı tekrar buluşsak”  diye sorunca 40’ı aşkın davetli alkışlarla ve “iyi ki doğdun Kaya” şarkısıyla yanıt verdi. Kaya Erdem, pastasındaki tek mumu üfleyip, bıçakla keserken de konuklarına “Sizler de en az benim kadar, hatta 120’ye kadar filan yaşayın” dedi.




Deniz kıyısındaki kutlamanın davetlilerinden biri de bendim, dalgalar kıyıya vururken, genç bir muhabir olarak Kaya Erdem’i izlediğim yıllar bir bir aklımdan geçti. 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasıydı, Süleyman Demirel’in deyimiyle “70 cente muhtaç” durumdaki Türk halkı, askeri hükümetin Başbakan Yardımcısı olarak atadığı Turgut Özal ile henüz tanışmış, IMF’nin şekillendirdiği “sıkı para politikası” ile dişini ve kemerini sıkmaya başlamıştı. Özal ekonominin direksiyonuna geçince  bürokrasiden ve Dünya Bankası yıllarından tanıdığı isimleri de yanına aldı, hedef, ekonomiyi sabit kur ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu cenderesinden çıkarıp, liberalleştirmekti. Özal, Avrupa’daki finans çevrelerine ve ABD’ye art arda ziyaretlerde bulunuyor, ekonomiye taze kaynak arayışını sürdürüyordu, finansörlerin, “borç verelim vermesine de, geri alacağımızın garantisi var mı?” Sorusuna, Özal, Nasreddin Hoca fıkrasıyla yanıt vermişti. Hani Hoca borç istediği komşusundan “nasıl ödeyeceksin?” sorusu gelince, “merada güttüğü koyunların çitlerden geçerken tellere takılacak yünlerini satarak borçları geri ödeme” taahhüdünde bulunur ya… O fıkrayı anlatıyordu işte… Ama belli ki fıkra tutmuş, belki de dış finansörler “24 Ocak Kararlarının” (*)  ciddiyetle uygulanacağına inanmıştı…


İşte tam o sırada, yüzde 100’leri bulan enflasyonla mücadele eden Türkiye’de bir de “banker furyası” yaşandı.  “Bir masa bir kasa”dan ibaret bankerler, “ayda yüzde 10 faiz” vaadiyle halktan para toplamaya başladılar.  Kolay kazanç herkesin gözünü bir anda kör etmişti, her gün yüzlerce insan emekli ikramiyesini, sattığı evin, tarlanın parasını bu “Saadet Zinciri”ne yatırmaya başladı, ilkokul mezunu bile olmayan bu sözde! bankerlere devlet uzun süre ses çıkarmadıysa da kaçınılmaz son yakındaydı ve zincir koptu, bankerler art arda iflas bayrağını açtı. 


O günlere damgasını vuran haber Milliyet gazetesinde Maliye Bakanı Kaya Erdem’in, “Halkımız kumar oynamıştır” (**) manşetiydi ve Emin Çölaşan imzasını taşıyordu. Oysa aynı gün Erdem bana da demeç vermiş ve benzer bir anlatımla, “Halk parasını böylesine büyük bir riske atıyorsa biz ne yapalım?” Demişti ama “kumar”  sözcüğü benim haberimde yer almadığı için sadece Çölaşan’ın haberi ortalığı kasıp kavuruyordu.


Kaya Erdem’e, tam da 95. doğum gününü kutladığı akşam bu konuyu açmak belki hoş olmayacaktı ama kendimi tutamayıp sordum:


-Efendim, banker krizi ile ilgili Emin Çölaşan’ın haberine o günlerde epey kızmıştınız, o kızgınlığınız hala devam ediyor mu?


-Yok, yok, ben kırgınlıkları kızgınlıkları sürdüren bir insan değilim, geldi geçti, gerçi Çölaşan bana kumar lafını kendisi söyletmiş oldu ama…


Erdem bu kadarını söylemekle yetindi ama yanında oturan eski Maliye müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu devamını getirdi:


-Bizim devlet olarak bu bankerler meselesinde, mevzuatta geç kaldığımız doğrudur, bu bizim hatamızdı, ancak dönem 12 Eylül dönemi, askeri hükümet var, biz bakanlar kurulunun dikkatine bu konuyu sık sık getiriyor ama bir türlü karar çıkarttırmıyoruz, o batış bundan kaynaklandı. 



Kaya Erdem’in doğum günü kutlaması neredeyse bir “kabine toplantısı” gibiydi, davetliler arasında eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın eşi Berna Yılmaz’dan, eski bakanlar İmren Aykut, Lütfullah Kayalar, Şinasi Altıner’e, dönemin Toplu Konut İdaresi Başkanı Vahit Erdem’den Maliye Bakanlığı müsteşarı Ertuğrul Kumcuoğlu’na kadar pek çok isim yer alıyordu. Erdem’in ABD’de yerleşik kızı, torunları hatta torununun minik kızı Riva da kutlamadaydı. Erdem’in ABD’de yaşayan torunu Kaya Erdem bir ara bana, “Gazeteci olduğunuza göre, belki de büyükbabamla ilgili olumsuz yazılar da yazmışsınızdır” deyince, güldüm, “o yıllarda bugünkünden çok daha demokratik bir ortam vardı” demekle yetindim.


Kaya Erdem enerjisinden, hafızasından ve Türkiye meselelerine ilgisinden hiçbir şey kaybetmemiş biçimde herkesle ayrı ayrı sohbet ederek masaları dolaştı, bir ara 14 şeker fabrikasının kapatılması olayını değerlendirdi:


“Bundan büyük bir hata yapılamaz, o 14 fabrikayı satmaları o kadar önemli sorunlara yol açtı ki, sadece fabrika çalışanlarını değil, pancar ekicisini hatta pancar tarlaları hep nadasa bırakılır o yüzden halkın neredeyse tamamını da mağdur etti, yani bütün Türkiye kaybetti.” 



Gece boyu masalarda eski bürokrat ve siyasetçiler arasındaki  sohbetlerde hep “ekonomi” ile yaklaşan “mahalli seçimler” konuşuldu, genel izlenim “muhalefet toparlanamazsa İstanbul, İzmir bile kaybedilebilir” şeklindeydi, sohbetlerde İyi Parti  lideri Meral Akşener de bolca eleştiriliyordu.

Tayyip Erdoğan’ın A takımı, Mehmet Şimşek ve arkadaşlarının açıkladığı “orta vadeli ekonomi program” ise hiç gerçekçi bulunmamıştı. 


Tayyip Erdoğan tarafından “ısrarla davet edildiği” AKP’de bir dönem milletvekilliği yapan ancak aslında Turgut Özal’a yakınlığı ile bilinen ve ekonomide yıllarca önemli kararlara imza Vahit Erdem son sözü söyledi:


-Orta Vadeli Program böyle mi olur? Bir vaatler dizisine, hatta bir masala benziyor, -şunları şunları yapacağız- demekle yetinmişler, bütün bunların -ne şekilde, hangi yöntemlerle, hangi zaman dilimlerinde yapılacağı- ise açıklanan metinlerde tek satır olarak bile yer almamış…


 (*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/24_Ocak_kararlar%C4%B1

 

(**) https://bennursunerel.blogspot.com/2021_04_24_archive.html


2023 YILINDA BASIN SEKTÖRÜ

  Türk Basını , 2023 yılı boyunca  usulsüzlük ve yolsuzluk haberlerini büyüteç altına almakla birlikte, çoğu kez bu haberlere yayın yasağı g...