Bu Blogda Ara

Kürt Sorunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürt Sorunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Kasım 05, 2024

Ahmet Türk ve Kürt sorunu



Meslek yaşamımız Kürt sorununa dair her çeşit çözüm önerisini izleyip, dinlemekle, konuşmaları, röportajları kaleme almak, hatta ilgililerin yargılandığı duruşmalara katılmakla geçti. Apo’nun İtalyan makamları tarafından 1998 yılında Roma’da bir villada “misafir edilme”  sürecini izleyen gazetecilerden de  biriydim.  


Elde ne var? Diye düşünüyorum:


Diyarbakır, Van, Batman ziyaretleri, yakılan köyler, Kürt insanının talepleri, Ankara’nın kimi üstenci, kimi kucaklayıcı yanıtları, çözüm önerileri, girişimler, karşılıklı suçlamalar… Cumhurbaşkanından  sokaktaki adama, her taraftan, her fikirden isimlerle konuşmalar… Dünya örneklerini incelemeler… 


-Kürtçe yasak mı değil mi? 

-Televizyon Kanalında Kürtçe var ama okulda neden yok? 


Soruları… 


Kapatılan, yeniden kurulan, yeniden kapatılıp yeniden kurulan  siyasi partiler. Yıllarca “yüksek atlama barı” gibi ta yukarlarda tutulan seçim barajı, baraja takılan oylar, asıl sahibine gitmeyip, birinci parti hanesine yazılan oylar… 


-Kürsüde Kürtçe yemin edişi sonrasında Meclisten polis zoruyla çıkarılıp tutuklanan, yıllarca hapsedilen milletvekilleri, siyasetten men edilen Leyla Zana. Görevden alınan belediye başkanları, kayyımla yönetilen kentler, kasabalar…

Geriye dönük linkleri sildirilen, yasaklanan haberler, tutuklanan hapislerde çürütülen yazarlar, aydınlar. “Bir Kürtçe şarkı söyledi” diye memleketi terketmeye mecbur edilen sanatçılar…

 

-“Dağdan in, düz ovada siyaset yap” diye davet edilip Habur’da davulla zurnayla karşılanan PKK’lılar…


Abdullah Öcalan’ı bir “bebek katili” diye yerin dibine sokup, bir “aman bize yakın mesaj versin” diye umut kapısı yapmalar, hatta meclis kürsüsüne davet etmeler…


Terörün PKK eliyle Demokles’in kılıcı gibi tepede durmadan sallandığı çözümsüzlük ortamı. 

Yıllardır önlenemeyen ölümler, ölümler, sayısız ölüm… Harcanan milyarlar… 


-Sonuç?

-Elde var sıfır…


——Çözümü yaşarken göremeyecek miyiz?——




Bu kaos ortamında, Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün “üçüncü kez” görevden alınıp yerine kayyım getirilmesi beni, “yaşarken Kürt sorununun çözümünü göremeyecek miyiz” diye kara kara düşündürürken, eskiye de götürdü. (12 Ekim 2005)



The New Anatolian gazetesinde zamanın DTP (Demokratik Toplum Partisi)  eş başkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’la yaptığımız kapsamlı bir konuşmayı gözden geçirdim:


SORU: 1993 yılında HEP adına randevu alıp, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la görüşmüştünüz. Ardından Bekaa Vadisine gittiniz, Öcalan ile konuştunuz,  detay anlatır mısınız?


TÜRK: Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sırasında kan hala dökülmeye devam ediyordu, bizler HEP (Halkın Emek Partisi) milletvekilleri olarak barış çağrısında bulunduk ve kendisinden randevu istedik. Bizi Çankaya Köşkü’nde kabul etti. Dedik ki, “bu dökülen kanın durdurulması için biz de sorumluluk duyuyoruz, gerekirse Bekaa’ya bile gideriz.”  Kendisi bize aynen şunu söyledi,  kelimesi kelimesine aktarıyorum, -ben Süleyman Demirel gibi korkak değilim, çünkü ben sadece Allah’tan korkarım. Kendi iç meselelerimiz uğruna birbirimizle savaşarak zaman kaybetmekten artık vazgeçmeliyiz. Kürtler bizim insanımızdır, doğrusu ile yanlışıyla bizim insanımızdır, onları tekrar kazanmamız gerekir. Benim şöyle bir düşüncem var, bir genel af çıkaralım, bu insanların elinden birer dilekçe alalım (tabii ki PKK’yı kastediyordu ) ve onlara özgürlüklerini verelim. Eğer beş yıllık bir zaman sürecinde herhangi bir suç işlemezlerse bu aldığımız dilekçeleri yok edelim, benim planım budur- dedi. Özal’la yaptığımız bu görüşmeden sonra, bir grup HEP milletvekili olarak önce Şam’a gittik Türk Büyükelçisi ile konuştuk, ardından da Lübnan’a, Bekaa’ya giderek Öcalan’la buluştuk. Kendisinin Özal’a yanıtı, yani Özal’ın bu planına bakış acısı son derece olumlu oldu. Fakat ne yazık ki biz tam dönüş yolunda iken Özal’ın ölüm haberi geldi, dolayısıyla bu çözüm politikasının gerçekleşmesi şansı da ortadan kalkmış oldu.

 

SORU: Şu anda da bir genel af beklentisi var, hatta  çözüm önerisi olarak gündemde. Sizce bu katkı sağlarlar mı meselenin çözümüne?


TÜRK: Bu sorun sadece bir af meselesine indirgenemez. Eğer böyle yapılırsa toplumda gerginlik yaratır. Her şeyden önce yeni bir demokrasi yaklaşımı ortaya konulmalı, bütün politik ve psikolojik altyapı çözüm için hazırlanmalıdır. Aksi taktirde, eğer böyle bir genel af gündeme gelirse pek çok çevre tarafından reddedilebilir, toplumu germemek adına bunu hazırlıksız başlatmamak gerekir. Mesela Ermeni meselesi ile ilgili bir çözüm paketi önerdiler. (*) Bunun gibi biz de aslında öncelikle bir Kürt konferansı organize etmek istiyoruz meselenin bütün boyutlarıyla tartışılması için ve bunun çok yararlı olacağına inanıyoruz.


SORU: Bunu partiniz yapamaz mı?


TÜRK: Biz -bu sorunları Kürtler aramızda tartışalım-  peşinde değiliz bütün taraflar olmalı böyle bir konferansta…

SORU: Bunu engelleyen nedir? 

TÜRK: Siz bunun kolay olduğunu sanıyorsunuz ama aslında değil görmediniz mi Ermeni Konferansı ile ilgili tartışmaları…


(*) Dönemin AKP hükümetinin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Nisan 2005 günü Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan´a Gönderdiği Mektup ve ortak konferans önerisini kastediyor. 

(*)Ahmet Türk’ün yapılmasını istediği Kürt konferansı o günlerde Brüksel’de toplanmış, ben de gazeteci olarak izlemiş ve haberleştirmiştim. The New Anatolian gazetesinin arşivleri ne yazık ki dijital olarak muhafaza edilmediği için bu kayıtlara ulaşmak artık mümkün olmuyor. (N.E.) 


Salı, Nisan 04, 2023

Hüda-Par ve Kürt Sorunu… Özür ve Tazminat

 





Hür Dava Partisinin (Hüda Par) “Hizbullah örgütü ile bağlantısı filan yokmuş” diyen AKP tarafından adeta “sevinçle” karşılanıp Cumhur İttifakına kabul edilişi ortaklar tarafından nasıl değerlendirildi acaba? Özellikle de MHP kanadı Hüda Par’ı içine sindirebildi mi? Doğrusu bunu çok merak ediyorum.


MHP lideri Devlet Bahçeli’nin özellikle HDP’ye dönük sert söylemleri dikkate alındığında sormakta haksız mıyım? Şu sözler bizzat MHP lideri tarafından söylenmedi mi:


-“Türkiye'de Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Var diyen, olduğunu ısrarla dayatıp iddia eden kim varsa kalbi Türk milletiyle bir atmayan namertlerdir.” (*)


Bana öyle geliyor ki, seçim arefesinde iktidar ve muhalefet partileri ciddi değerlendirmeler yapmak, kendi özgün planlarını açıkça dile getirmek yerine sadece kamuoyunun nabzına göre hareket ediyor, parti programı gibi uzun metinleri okumak yerine büyük olasılıkla sosyal medyadaki paylaşımlara göre tutum belirliyorlar. 


Öyle ya, eğer Hüda Par programını okumuş olsalar acaba ne diyeceklerdi? 


Devleti 21 yıldır yöneten AKP, acaba Hüda Par’ın anlatımıyla:


- “Şeyh Said Kıyamı, Dersim ve Ağrı Ayaklanmalarında öldürülen yüzbinlerde kişiden özür dileyip, ailelerine tazminat ödemeyi kabul edecek miydi?

-Şeyh Said başta olmak üzere Kürtlerin büyük bir saygı ile andıkları Kürt âlimlerine zulmedildiği resmen kabul edilip, yakınlarından ve bütün halktan özür dilenecek miydi?

-Said-i Nursi, Şeyh Said ve Seyyid Rıza gibi şahsiyetlerin mezar yerleri açıklanıp, İstiklal Mahkemeleri ile ilgili arşivler kamuoyuna açılacak mıydı?


—Irkçılık kokan andımız—


Hüda Par laikliği büyük sorun olarak dile getirdiği programında, Kürt sorununun çözümü için şu adımların atılmasını da istiyor:

 

“İlköğretim öğrencilerine okutulan, ırkçılık kokan ‘Andımız’ ve benzeri metinler kaldırılmalıdır. Muhtelif yerlerde yazılan ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ gibi yazılar silinmeli, ‘Bir Türk dünyaya bedeldir.’ şeklindeki ırkçı söylemlere son verilmelidir.

Zulüm ve ayrımcılık uygulamış olan tarihi şahsiyetlerin isimlerini taşıyan okul, kışla, cadde, sokak ve benzeri yerlerin isimleri derhal değiştirilmelidir.

Başta vatandaşlık tanımı olmak üzere, anayasa ve sistemin bütün resmi literatürüne hâkim olan Türklük esaslı dışlayıcı ve ayrımcı söylem terk edilmelidir.

Koruculuk sistemi derhal lağvedilmeli, sayısı binleri bulan kayıpların akıbeti açıklanmalı, faili meçhul cinayetlere ilişkin soruşturmalar ciddiyetle yürütülmeli ve sorumlular bulunup cezalandırılmalıdır. Köy yakma ve zorunlu göç olaylarının hesabı sorulmalıdır. Ergenekon, JİTEM ve benzeri yapılanmaların bölgede yaptığı hukuksuzluklar derinlemesine soruşturulmalıdır.”


—Kürdistan var mı?—


Hüda-Par’ın parti programında ortaya konulan diğer bir yaklaşım ise, Türkiye-Irak-Suriye ve İran arasında bölünmüş durumdaki Kürtlerle ilgili:


“Yüzyıllardır anayurtlarında yaşadıkları halde suni sınırlarla dört parçaya ayrılan, aralarına tel örgüler ve mayınlar döşenen Müslüman Kürtlerin de eskiden olduğu gibi bir halk ve bir millet olarak görülüp suni sınırların kaldırıldığı, ekonomik, kültürel, sosyal dayanışma, siyasal yardımlaşma ve sılayı rahim hukukunun yerine getirilmesi için gerekli adımların atılması gerekir. Bir halk ve yakın akraba olan Müslüman Kürtlerin birbirleri ile yabancılaştırılması ve ötekileştirilmesi büyük bir zulümdür. Siyasi ve idari şekiller ne şeklide olursa olsun kardeş ve akraba olan  Müslüman Kürt halkı arasındaki her türlü sınır ve bölünme kaldırılmalı, insani ilişkilerin rayına oturtulması için gerekli her türlü tedbir alınmalıdır.”


Oysa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir süre önce HDP’li Sezai Temelli’nin Kürdistan’ı dile getirmesi üzerine,”Şimdi bu adam Kürt bile değil. Kürdistan diyor. Şimdi ben söylüyorum. Kürdistan diye bir yer benim ülkemde var mı? Güneydoğu var, Orta Anadolu var. Ege var Marmara var. Ama Kürdistan yok. Ey Sezai sen Kürdistan istiyorsan Irak'ın kuzeyinde var oraya defol orada yaşa.” Dememiş miydi? (**) 


Bu satırları okudunuz gördüm… Peki şimdi sizin aklınızdan da aynı atasözü geçmiyor mu?


-Bu ne perhiz? Bu ne lahana turşusu?


(*) https://www.sozcu.com.tr/2021/gundem/bahceli-turkiyede-kurt-sorunu-diye-bir-sorun-yoktur-6662119/


(**) https://www.sabah.com.tr/video/turkiye/baskan-erdogan-sezai-temelliye-defol-git-iraktaki-kurdistanda-yasa


Salı, Mart 09, 2021

Geçmişimizle yüzleşebilsek parti kapatma huyundan vazgeçer miyiz?

Bilmem kaçıncı kez bir partinin kapatılması gündemde... HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş çoktandır hapiste, partinin pek çok yöneticisi ve seçilmiş belediye başkanı da... Hapse giren başkanlar yerine hooop bir kayyım atanıyor tamam...


Kürt lider Seyit Rıza’nın idamının yıldönümünde de  Dersim odağında,  Kürt Sorunu kemikleşmiş kutupların tartışmalarını yeniden alevlendirmişti.

Acaba bu kutuplaşma bizi nereye götürür? Havanda su dövülerek çözüme ulaşılabilir mi?

The New Anatolian gazetesinde haftalık röportajlar yaptığım sırada AKP Hükümeti,açılım süreci”ni başlatıyordu. Bölgeye gidip, Kürt Sorunu üzerine gözlemlerde bulunup, incelemeler röportajlar yapmıştım. Gazetedeki bu geniş yayın daha sonra kitaba da dönüştü. 

Yıllardır konuşulan, onbinlerce cana mal olan ama  “bir arpa boyu bile yol alınamayan” bu konu,  bence toplumumuzun kutuplaşmasında ve ileriye yol alamamasında  en önemli etken... 

Soruna inatla “takım tutar gibi yaklaşma” alışkanlığından vazgeçebilsek keşke,  bir de “kulaktan dolma bilgiler” yerine, araştırmak, okumak, dinlemekle eksiklerimizi biraz olsun giderebilsek...

İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarında,  Seyit Rıza’nın “hukuk sistemi yerle bir edilerek, “yıldırım hızıyla nasıl idam edildiği” bütün detaylarıyla anlatılıyor... Ama yazılanlarda dikkati çeken nokta, yargılama ve idamın Atatürk’ün bölgeye yapacağı ziyaret öncesinde aceleyle gerçekleştirilmiş olması ve buna gerekçenin Çağlayangil tarafından, “Eğer gecikilirse, Seyit Rıza’nın Atatürk tarafından affedilmesi olasılığı” diye dile getirilmesi... 

-İnsanoğlu nasıl bu kadar acımasız olabiliyor?

Değil mi?

Oysa “ne hikmetse son yıllarda ortaya çıkan kuşkulu! bir  MAH (Bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı) belgesi”ne göre, Seyit Rıza, idam edilmeden önce, bölgeye trenle gelen Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine, kompartmanına getirilerek kendisiyle görüştürülmüş, bu görüşmede Seyit Rıza’ya  “Eğer af dilersen seni idamdan kurtarırız” denilmiş ama Rıza bunu kesin bir dille reddetmiş. Eğer doğru ise, Rıza bu görüşmede Atatürk’e Dersim’de yaşananları, kendisine bugüne kadar söylenen yalanları ve kurulan komploları geniş biçimde anlatma fırsatı da bulmuş. 

İşin ilginç yanı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da zamanında, Dersim araştırmaları yaptığı bir sırada İhsan Sabri Çağlayangil ile üstelik de “bant kaydı” ile bir röportaj gerçekleştirmiş olması...

Gazeteci Hulki  Cevizoğlu’nun yaptığı TV programlarında da konu en geniş kapsamda yer almıştı...

Şu sırada Kürt Sorununa bakışta, CHP’nin mazide kalan Süleyman Demirel- Erdal İnönü Koalisyonunun bile fersah fersah gerisine düştüğü dikkate alınırsa çözüm Kaf Dağının ardında görünüyor.

O halde Pandemi illeti dünyayı kasıp kavururken, bizim memlekette de işler güçler askıda, hepimiz karantina yorganını çekmiş, kış uykularındayken biraz okuyup aydınlansak fena mı olur?

Şu listeye göz atmaya ne dersiniz?


https://birikimdergisi.com/guncel/452/shp-nin-kurt-raporu


https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Seyit_R%C4%B1za


https://m.sabah.com.tr/gundem/2015/04/20/mustafa-kemal-ataturk-ve-seyit-riza-gorusmesi-belgelendi/amp


http://cevizkabugu.com.tr/gundem.asp?procid=218

Pazartesi, Şubat 15, 2021

Kara Delik mi yuttu?



13 şehit haberlerini okuyoruz, paylaşımlara bakıyoruz, savrulmalar yaşıyoruz... Öğreniyoruz ki bu 13 vatandaş, 6 yıldır PKK elinde rehin. Aralarında asker, sivil, polis memuru ve MİT mensubu olanlar var. Nedense (!) Malatya Valisinin açıklamasıyla isimleri (MİT görevlileri hariç!) açıklanıyor.

Peki:

-Bu insanlar kara delik tarafından mı yutulmuştu?

-Neden bugüne kadar kayıp olduklarından haberimiz olmadı?

-Ailelerinin “6 yıldır uğraştık ama kayıplarımızın duyurusunu bile yapamadık. Kamuoyunda, basında sesimizi duyuramadık” yakınması neden tam 6 yıldır yankı bulmadı?

-Ya polis memuru Vedat Kaya? PKK tarafından 6 yıl önce rehin alınmış, sonra açığa alınmış, sonra bir KHK ile meslekten ihraç edilmiş... 

-Ya şimdi?

-Tam 6 yıl sonra Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü tarafından “şehidimizin kanı yerde bırakılmayacak” diye duyuruluyor şehadeti...

Oysa aileler 6 yıldır başvurmadık kapı bırakmamışlar ama sonuç alamamışlar, herkese ama herkese başvurmuşlar, hatta Cumhurbaşkanına bile... Çareyi Kürt yöneticilerde de aramışlar...Aldıkları cevap şu:

-Yapacağımız bir şey yok. Olay bizi aştı...

Oysa 6 yıl önce kaybolanlardan biri olan Sedat Yabalak’ın ailesine yazdığı mektubu gazeteci Müyesser Yıldız (*) o zaman paylaşmış... O günden bu bugüne hiçbir açıklama yapılmamış Yabalak hakkında.

Duruma bakılacak olursa, yetkililer seyirci konumunda... Olayların seyri bunu ortaya net biçimde koyuyor. Oslo’lardan yola çıktılar, İmralı’da Abdullah Öcalan’la yıllarca  süren görüşmeler,  açılım süreçleri, akil adamlar, 6551 Sayılı Yasayla kendilerini suç çemberinden çıkarmalar vesaire vesaire derken oradan oraya savrulup bugünkü “sessizlik” noktasına ulaştılar...

Yani çözüm için kafalar bomboş, masa çoktan devrildi, yalnız “bizler”e ne demeli?

Kamuoyu olarak sessizliğimize ve vurdumduymazlığımıza hayret ediyorum.


NOT: Emniyet’ten yapılan resmi açıklamada Vedat Kaya’nın KHK ile işten atıldığı haberi yalanlandı ve “Şehit polis memuru Vedat Kaya'nın memuriyet hakları, PKK terör örgütü tarafından kaçırıldığı günden bu yana kesintisiz olarak devam etmiştir. Menfur olayın ardından şehitlik işlemleri de başlatılmıştır" denildi.


 https://muyesseryildiz.com/2015/09/12/pkknin-kacirdigi-polisten-mektup-var/

https://m.haberturk.com/hain-infaz-son-dakika-11-sehidin-kimligi-tespit-edildi-haberler-2972674-amp



Salı, Temmuz 14, 2020

Adalet Ağaoğlu ve nostaljik tatil sofraları



Bence yazarları yazdıklarıyla değerlendirmeli... İşte Adalet Ağaoğlu... O Köşk ziyaretini, Başbakanlığa gidişini “yetmez ama evetçiler”arasında  (*) yer alışını ne kadar eleştirmiştik. “Ne diye Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasının ekmeğine yağ sürüyor?” dedik durduk.

Dün aramızdan ayrıldığını duyunca aklımdan bunlar da geçti. 


Oysa gençliğimin en önemli yazarlarındandı o ve Füruzan... Nasıl unutabilirdim ki Ölmeye Yatmakı? Bir Düğün Gecesi’ni?


Ölmeye Yatmak’ta  Doçent Aysel’in ölüm kararını alması bir yana, geçmişini değerlendirip kendisini yargılaması o kadar etkilemişti ki beni... Onca yıl sonra, uzun süren monoton evliliğinin ardından Aysel aşkla başka birisiyle beraber oluyordu da “bakirenin kanaması” ile eş tutmuştu suçluluk duygusunu büyük yazar... Sadece kullandığı sözcüklere karşı çıkmıştım içimden... “Kanar mı? Sorusunun yanıtını verirken, Ayselkanar, hem de şorul şorul” diyordu... “Şorul şorul” bana çok kaba gelmişti, başka bir sözcük olmalıydı sanki...


Neyse işte,  “onca yılın emeğine o Başbakanlık ziyareti ile neden yazık etti?” diye düşünmüştük Adalet Ağaoğlu için.


Bugün de sofra hazırlıyordum tam, Ağaoğlu’nun  eskilerden  başka bir paylaşımı aklıma  geldi... Yazlığa gidişlerini anlatıyordu eşiyle birlikte... Evlerine vardıklarında hemen yumurta haşlar, domates biber sövüş ve belki biraz peynirle sofra hazırlarlarmış... “Ne çok severdik o soframızı” diyordu...


Bizde de durum bugün pek farklı değil... Dün gece geldik Ortakent’e, evden ufak tefek erzak getirmiştim, onlarla acele bir sofra hazırladım, domatesli bulgur pilavı, göçmen usulü sote çarliston, biraz yoğurt ve salata...

O anda radyoda Nesrin Sipahi’den güzel bir şarkı başlamasın mı? (Bir yandan da TV’de Kemal Kılıçdaroğlu konuşuyor ama sesini kısıyorum...)


Hemen eskiye gittim... Çocukluk gençlik yıllarımıza.


Ah, düşünüyorum da, ne fedakar kadınlardı annelerimiz... Diyelim ki  ailece küçük bir tatile çıkılmış, kendilerini sürekli arka planda tutup, bizleri mutlu etmek için didinip durmaz mıydı o becerikli anneler? 

Beş yıldızlı otellermiş, binbir çeşit yiyeceğin sunulduğu büfelermiş, hiçbiri yoktu yaşamımızda... Erdek’te mi ev tutulurdu bir aylığına? Konyaaltı’nda bir kampa mı gidilirdi ya da pansiyona? İşte tatil buydu... Bavullar hazırlanırken erzaktan bir kaç takviye yapılır, binbir  hevesle düşülürdü yola. 



Varan biraz pahalı gelirdi kalabalık aileye, o yüzden Kamil Koçtan alınırdı otobüs biletleri...


Hangimizin evine çarşıdan reçel girerdi ki? Konu komşudan alınan tariflerle çeşit çeşit  reçeller hazırlanır, sigara börekleri önceden sarılıp hazırlanmış olarak buzdolabında tutulur, beklenmedik bir konuk geldiğinde hemen çıtır çıtır kızartılıp sunulmaz mıydı çayın yanında? 


Adalet Ağaoğlu derken, ooo hayalimde nerelere uzanmışım...


“Ne güzel günlerdi” deyip bırakayım, sofrayı toplayıp Elif Şafak’ın son romanına (**) döneceğim... İntihal filan laflarına pek takılmadım da romanın “düzeltme”lerinin yetkin bir elden çıkmadığı düşüncesine saplandım... “Acaba İngilizce mi kaleme aldı?” Diye düşünüp duruyorum her sayfada... 


(*) https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/07/14/adalet-agaogluna-veda-bir-de-yumurta-yedim/

(**) https://www.amazon.com.tr/Dakika-Otuz-Sekiz-Saniye/dp/6050963096/ref=asc_df_6050963096/?tag=googleshoptr-21&linkCode=df0&hvadid=355076337726&hvpos=&hvnetw=g&hvrand=17499124002462957169&hvpone=&hvptwo=&hvqmt=&hvdev=c&hvdvcmdl=&hvlocint=&hvlocphy=9056737&hvtargid=pla-766696965049&psc=1

2023 YILINDA BASIN SEKTÖRÜ

  Türk Basını , 2023 yılı boyunca  usulsüzlük ve yolsuzluk haberlerini büyüteç altına almakla birlikte, çoğu kez bu haberlere yayın yasağı g...