Bu Blogda Ara

Covit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Covit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Şubat 19, 2021

CUMANIZ MÜBAREK OLSUN!




Geçenlerde bir gecemizi heyecan, hayranlık duygusu ve ne yazık ki epey de hayıflanarak  geçirdik... Şu Perseverance’tan (sebatkar-gayretli demekmiş!) söz ediyorum. 

Hani, bizden fersah fersah uzaktaki Mars’a tam 7.5 aydır yol alıyordu da, keşfedilmemiş, “havasız mı susuz mu” tam bilinmeyen, engebeli, kıpkırmızı topraklara “şıp” diye konuveren Perseverance’tan. (*)




Onun Mars’a yumuşak inişini kıskançlık, pişmanlık, hayret, saygıyla karışık hayranlıkla izliyorduk...

NASA’nın sözcüleri (çoğu da kadındı,) teknik ekip üyeleri ile yapılan röportajları izledikçe gözlerime yaş doldu... Gülümseme o bilimin aydınlığı ile pırıl pırıl parlayan gururlu yüzlere nasıl da yakışmıştı.

-Zavallı ülkemiz

Diye düşündüm... Bu ortak sevinçten, başarıdan, gururdan ne kadar uzak... 

Liderler bırakın aydınlığa, bilime kafa yormayı, kafa yorana destek çıkmayı, birbirinin gözünü oymacada... 

Kötü söz, küfür, hakaret, beddua kıyamet gibi, havalarda uçuyor... Trilyonlar boşa savruluyor havaya.

Bugün Cuma mesela... 

Yobazı, cahili, şakşakçısı birazdan sahne alacak... Körlerle sağırlar o ipek seccadelerde birbirini ağırlayacak... 

-Acaba “TC bütçesinin üçte birini yutan eli kılıçlı Diyanetin”  dikte ettirdiği hutbede bugün bilimin B’si yer alacak mı? 

-Hiç sanmam...

Biliyorum, birazdan sokakları caddeleri, simsiyah camlarından içi görünmeyen son model resmî arabaların dizildiği dev konvoylar basacak... Covit movit tanımaz onlar, kalabalık şakşakçı destekçiler (varsın ölsünler!) en sevdikleri şeydir, zaten onlar seçim sonrası hep yok sayılır... 

İşte o burnundan kıl aldırmayan, kerameti kendinden menkul, ağır ol molla desinler tarzı bir sürü adam öğle vakti, alayı vala ile ulaşacakları altın kaplama  kubbelerin altında  saf tutup, “saltanatım sürsün” duası edecek...

-Ha, kadınlar mı? 

-Olmaaaaz, onlara yer yok o saflarda... 

Gidip evlerinde “ablaları”nın dizinin dibinde etsinler dualarını... 

Ne mi dileyecekler? Bilmem artık, daha donanımlı, özgür, aydınlık yaşam hakkı gibi soyut kavramlar yer almaz herhalde dileklerinde. Kocalarına, oğullarına ekmek, aş, işe indirmişlerdir beklentilerini... 

-Kızları mı? 

Okuyamadılar... 

Zaten kadının yeri işyeri değil evidir... Şöyle paralı pullu, sırtı sağlam, az döven, dövse de öldürmeyen  koca beklesin dursunlar köşelerinde... 

AKP’li Özlem Zengin’in hayali ise farklı... Başörtülüler eskiden belli makamlardaki erkeklerle evlenemiyormuş, bundan şikayetçi... Acaba düzelmiş mi şimdi?

Neyse işte. Perseverance’dan hayal mi olurmuş? Güzel kızlarımız, çeyizlerini işlerken, demli çaylarını yudumlayıp, televizyondaki takma kirpikli gelinler gibi bilezik şakırdatacakları, mutfaklarında (Country tarzı olsunmuş, ille de ondan isterlermiş!) börek açacakları günlerin hayalini kursunlar.

Ne diyeyim Cumanız Mübarek Olsun! 

Ben mi? 

NASA yayınını izlemeye devam edeceğim... Perseverance’tan bakalım daha  ne haberler, görüntüler gelecek? Farklı atmosferde helikopteri uçurabilecekler mi?

(*) https://youtu.be/LuITORqYgoE



Cuma, Temmuz 10, 2020

Başkentten komik bir Covit hikayesi




Bir yakınım anlattı, dinlerken çok  güldüm, sizlerle paylaşayım istedim:

-Benim genç yaştaki spor hocam biraz evhamlıdır, bizi çalıştırırken neredeyse 15 dakikada bir dereceyle ateşine bakıyordu -Covit mi oldum?- diye... Derken başına gelenler geldi...

-Ne oldu? Yoksa Covit’e mi yakalandı?

-Dinle bak, neler neler yaşadı... Bu böyle ikide birde ateşini ölçüp dururken bir gün gerçekten ateşi yükselmiş ve tabii müracaat Şehir Hastanesi... Orada insanı burnundan genzinden şişledikleri o meşhur tahlili yapmışlar.

-E sonra?

-Sonra eve gelmiş... Sonucu beklemeye başlamış. 

-Hay allah, sonuç nasıl çıkmış peki?

-Bu olay 23 Nisan günü yaşanıyor... Anlatıyorum işte... Herkes balkonlarda, şarkılar, marşlar çalınıyor, bayraklar asılı heryerde... Millet pür neşe yani...  Bizimki de balkona çıkmış, seyrediyor... Derken kapının önüne bir ambulans yanaşıyor, içinden beyaz koruyucu elbiseli, maskeli adamlar pardon hasta bakıcılar iniyor...

-Aaaa, sonra?

-Sonra bu genç arkadaşımızın kapısı -tak tak-çalınıyor. Hasta bakıcılar meşum haberi veriyorlar, -Beyefendi sizi almaya geldik, Covit olduğunuz kesinleşti, karantinaya götüreceğiz...-

-Amanin, çok fena...

-Fena tabii, bizim arkadaşı apar topar evinden alıp ambulansa bindiriyorlar. Bizimki hanımıyla, 2 yaşındaki çocuğuyla doğru dürüst vedalaşmadan -onlara da geçirme korkusuyla- biniyor ambulansa...

-Aaaa, nereye götürüyorlarmış peki?

-Bizimkinin de merakı o tabii... Soruyor, aldığı yanıt, Elmadağ’daki Devlet Hastanesi oluyor...
Sonunda kuş uçmaz kervan geçmez mesafedeki hastaneye varıp, bizimkini kapıda görevlilere teslim ediyorlar, görevliler alıp bir odaya sokup, kapıyı üstünden kilitliyorlar...

-O kilit ne yahu? Adam suçluymuş gibi?

-Hastalar dışarı çıkmasın diyeymiş, usul buymuş. 

-E, sonra?

-Bizimki orada kilit altında 5 gün hapisteymişcesine yatıyor... Arada bir görevliler kapısını açıp tepsiyle peynir zeytin filan getiriyor...

-Nasıl yani ayol? Sıcak yemek yok muymuş?

-Yokmuş canım, çünkü hastanenin mutfağında arıza varmış... Bizimki ile beraber hastanede 7 hasta yatıyormuş, hepsi günlerce bu peynir zeytin ve suyla beslenmiş.

-Sonra iyileşmiş mi?

-Dur işte anlatıyorum, 5. Günün sonunda kapı açılmış artık doktor mu hemşire mi hatırlamıyor, demiş ki, -sizi taburcu edeceğiz- bizimki de sormuş -iyileştim mi de gönderiyorsunuz?- Bilmiyoruz efendim bize gelen talimat böyle. Siz şimdi evinize gidin, evinizin bir odasında kendinizi karantinaya alın- demişler... Adamcağızı hastanenin önünde azad etmişler...

-Aaa ne tuhaf...

-Sorma gitsin... Bizimki çıkmış dışarı, bakmış herhangi bir vasıta yok, uzaaaaak bir yerde... Aileden birine telefon edip yardım istemiş, bir yakını ağzı burnu maskeli, atkıyla sarılı olarak gelip, bizimkini evine götürmüş, tabii o da korkuyla  yapmış bu işi... Ne de olsa Covit’ten herkes endişeli... Bizimki evinde bir odaya yerleşmiş, kapısını içeriden kilitlemiş, kendisini günlerce karantinaya almış... Küçük çocuğu var demiştim ya, o görmüş tabii babasının eve geldiğini, odasının önünde her gün kapıya vurup,- babam babam-diye  ağlayıp haykırıyormuş görebilmek için...

-E sonra ne olmuş?

-O karantina süresi dolunca bizimki kalkmış Şehir Hastanesine gitmiş tabii... Orada kendisinden numune alan bölümün başındakilere ulaşıp sormuş, -nedir benim durumum?acaba hastalığı atlattım mı? Neden beni o gönderdiğiniz hastaneden 5 günde taburcu ettiler?- diye...

-Ne demişler peki?

-Ne deseler beğenirsin? -Kusura bakmayın, sizin testinizle bir başka hastanınki karışmış, yani siz Covit değilmişsiniz, başkasıymış Covit olan- demişler.

-Aaaaaa, korkunç bir olay... Güleyim mi ağlayayım mı?

-Hem gül hem ağla... Çünkü bizimkine Covit teşhisi koyup, asıl Covitli hastaya sağlıklı raporu vermişler. E, tabii o da sevinerek gidip, herkesle bu sevincini paylaşmış, kimbilir kaç kişiye bulaştırmıştır hastalığı...

-Ay korkunç... Günlerce çektiği eziyete mi yansın adamcağız, yoksa asıl Covitlinin ortada gezip millete korona bulaştırdığına mı? Ben olsam mahkemeye verirdim sorumluları.

-Evet, ben de öyle dedim ama bizimki avukatlara danışmış demişler ki, -evet haklısın, durduk yere çok kötü günler geçirmişsin, bunun bir bedeli olmalı, ama burası Türkiye... Sonuç alamaz, uğraştığınla kalırsın, genelde hastanelerle ilgili böyle örnekler çok yaşanıyor ama sonuç alınamıyor... O da -sağlığıma şükür- deyip vazgeçmiş uğraşmaktan.

İşte böyle dostlar, ne dersiniz? Gülmeli mi ağlamalı mı bu hikayeye?


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...