Bu Blogda Ara

Nazlı Ilıcak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nazlı Ilıcak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Aralık 05, 2023

Nazlı Ilıcak’ı recm mi etsek?




Yılmaz Özdil’in 5 yıl önce kaleme aldığı, nedense şimdilerde hep Bülent Eczacıbaşı’na atfedilen bir paylaşım yapma gafletinde bulunduk, Nazlı Ilıcak, rastlantı eseri, hapse girmeden bir gece önce, “herkese açık” bu paylaşımıma ilginç bir düzeltme-yorum yaptı diye sayfamıza ve başımıza atılmadık taş kalmadı… 


Üstelik hatayı “anında” düzeltip, Yılmaz Özdil dahil herkesten özür dilememize karşın.


Özel mesajlar, telefonlar, genel paylaşımlar yoluyla  taş üstüne taş yedik… 


Bazı sözleri, hakaretleri, hele de “belden aşağı” söylemleri burada aktarmayacağım, ancak “kadın”ı hedef alan söylemleri,“belli eğitim ve kültür düzeyinde varsaydığım, her birini, değerli birer aydın olarak” gördüğüm kimi sayfa arkadaşlarıma yakıştıramadım… 


Ben meslek yaşamımda asla eleştiriden kaçmadım, kimi dostlarla anlayış farkımızı telefonlarla, mesajlarla görüşüp, anlaştık, ama hakaret ve tehdite asla yol veremem… 


Neymiş sorun? Yazıda Nazlı Ilıcak’a yer verip, bir sözünü alıntılamışız:


“-Bu yazıyı Eczacıbaşı yazmaz. Eğer bir işadamı bugün Türkiye’de böyle bir yazı yazmışsa boşuna dikta rejiminden söz ediyoruz demektir…”


Bu manidar sözünü alıntılamakla kalmamış, Nazlı Hanımla  bir süre önce çekilen resmi de paylaşmışız…


Değerli sayfa dostlarım, bana dürüstçe söyler misiniz? 


O yazıyı (*) siz gerçekten okudunuz mu? 


Okuduysanız o yazıda gazetecilik ilkelerine, mantığına aykırı hangi sözcüğe rastladınız? 



   “O nefret ettiğiniz-öyle diyor kimileri!- Nazlı Ilıcak’ın yeniden hapse girecek olması, sizce haber değil midir?  


Sayfada bile sorulmamış mı? “Neden Nazlı Ilıcak uzun zamandır suskun?” Diye… 


Nazlı Ilıcak’ın Ergenekon, Balyoz dönemindeki yazılarına nasıl atıf yapılmış? 


Hapishaneden Cumhurbaşkanına “el eleydik” diye seslendiği mektuptan link verilmemiş mi?


Eh, o zaman, yazıyı salim kafayla okumadıysanız eğer, siz sahi neye kızdınız? 


Önyargıyla ya da Uğur Mumcu’nun deyimiyle, “bilgi sahibi olmadığınız” halde “fikir yürütmeyi” mi yeğ tuttunuz?


Acaba T24 başta olmak üzere pek çok bağımsız haber sitesi, bu yazıyı alıntılamakla hata mı etti? 


Haber sizce “kişiye özel” mi olmalıdır? 

Sevmediğiniz insanlara haberlerde ambargo mu konulsun? 

Adalet-eşitlik-özgürlük gibi kavramlar ancak “belli kişilerin tekelinde” mi kalsın?


Kısaca Nazlı Ilıcak’ı recme mi tabi tutalım?


(*)https://bennursunerel.blogspot.com/2023/12/nazl-ilcakn-hapse-girmeden-onceki.html


Nazlı Ilıcak’ın hapse girmeden önceki gecesi…




Son günlerde Bülent Eczacıbaşı’na atfedilen, aslında Yılmaz Özdil’in kaleme aldığı bir yazı  (*) dolaşıyordu paylaşımlarda, nefis bir yazıydı, hayran olmuştum,  ben de paylaştım… 


Aslında yazıyı okurken, “ben sanki bu cümleleri bir yerlerden hatırlıyorum” gibi bir kuşku girmişti aklıma ama “esas olan içeriktir,” deyip paylaştım işte…


Derken, Facebook hesabıma çınnn diye bir mesaj geldi :


-Bu yazıyı Eczacıbaşı yazmaz. Eğer bir işadamı bugün Türkiye’de böyle bir yazı yazmışsa boşuna dikta rejiminden söz ediyoruz demektir…


Mesajdaki imza, Ayşe Nazlı Ilıcak…


Başımdan aşağı kaynar sular döküldü… 


Nazlı Hanım, siyasi atmosferin göbeğinde yaşayan, yarım asrı aşan gazeteciliğinin ötesinde İstanbul’daki iş camiasıyla, büyük olasılıkla Eczacıbaşı ailesiyle de yakınlıkları olan bir isimdi çünkü. 


Hata yapmıştım demek…Hemen  araştırdım… Yazı gerçekten Bülent Eczacıbaşı’na ait değilmiş, bu ortaya çıktı, Yılmaz Özdil 2018 yılında yazmış bu yazıyı…


Nazlı Hanıma durumu yazarak bildirdim, “Haklısınız, hemen düzeltiyorum” dedim. Benim bu “herkese açık!”paylaşımımı okuyan ve paylaşanlardan da özür diledim ve yazıyı gece yarısı hesabımdan kaldıracağımı bildirdim, bu kez Nazlı Hanımdan yine ama daha sert bir yanıt geldi:


-Bülent Beyin başını belaya mı sokacaksınız?


Ben:


-Böyle bir kastımız olamaz tabii ki…Çok hoşuma gitmişti, çok cesur bulmuştum…


Diye yanıt verdim.


Fakat Nazlı Ilıcak’ın “Eğer bir işadamı bugün Türkiye’de böyle bir yazı yazmışsa boşuna dikta rejiminden söz ediyoruz demektir…” sözü uzun süre kafamı kurcaladı… 


Yıllarını dikta rejimleriyle  ve vesayetle mücadeleye ayıran, bu uğurlarda hapislere girip çıkan Nazlı Hanım’ın sözlerinde bugünkü hükümetin  aslında bir “dikta rejimi” olduğu îmâsı yok muydu?  

Oysa ilk başta Recep Tayyip Erdoğan’la AKP kurucularına sınırsız destek vermemiş miydi? Cezaevinden yazdığı mektupta bile Erdoğan’a (**) “el eleydik” dememiş miydi?


Üstelik Ergenekon ve Balyoz kasırgası sürerken pek çok yazısında,  hapse atılan askerleri acımasızca eleştirmemiş miydi?


Bu düşünceler kafamı kurcalarken, benim özür dileyip, geceyarısı paylaşımdan kaldırma sözü verdiğim yazıya yorumlar devam ediyor, yıllarca ekonominin nabzını en iyi tutan gazetecilerden, meslektaşım Nurhan Yönezer “bir işadamı böyle yazı yazmaz” diyor… Bir dost ise, “Nursun yahu, yazısını Bülent Eczacıbaşı’na mal ettiğin Yılmaz Özdil’e ayıp olmadı mı şimdi?” Diye soruyor. 


Yılmaz Özdil’in de bir Facebook sayfası var biliyorum, “gerçi o bizim paylaşımlarımıza filan bakmaz” diye düşünüyorum, onun için, Özdil’e de telefonla mesaj göndererek düştüğüm hatayı ve Nazlı Ilıcak’ın uyarısıyla düzeltme yaptığımı aktarıyorum, Özdil, teşekkür ediyor, “Nazlı Hanım ne demişti?” Diye soruyor, yazıyorum:


“Eğer bir işadamı bugün Türkiye’de böyle bir yazı yazmışsa boşuna dikta rejiminden söz ediyoruz demektir…


İşte gece bu mesajlar paylaşımlar, yorumlarla o kadar yoğun geçiyor ki şaşırıyorum:


-Demek insanlar gelinen noktada o kadar bunalmış ki, bilgi edinme, söz söyleme, yorum yapma özgürlüğünü artık kendilerini daha özgür hissettikleri sosyal medyada arıyorlar…


Karanlık gece, yerini soğuk, puslu, “kurşun gibi ağır havaya”  4 Aralık sabahına bırakıyor… 


Günün inanılmaz haberi:


Nazlı Ilıcak hapse (***) giriyor… 


Ne oldu, neden? 


Detaylar  ortaya çıkıyor, Nazlı Ilıcak,  2016 yılında yazdığı bir yazı nedeniyle Orhan Kapıcı ismindeki Cumhuriyet savcısının açtığı davayla ilgili hüküm giymiş,  istinaf  yeni onaylamış… İşin ilginç yanı Nazlı Ilıcak’ın o tarihli yazısını bulmak imkansız, yazdığı gazete bütün yazılarını sayfalarından çıkarmış…


Benim aklımda bir önceki gece var…  Nazlı Hanım, “Bülent Beyin Başını belaya mı sokacaksınız?” Derken kendisinin ertesi gün hapse gireceğini demek biliyordu…


Keşke o yazıyı “Bülent Eczacıbaşı yazmış olsaydı” diyorum… 


Ya da o yazıyı hepimiz bir kez daha paylaşsak, yüzler, binler, milyonlar  yeniden paylaşsa… (****)



(*)https://www.sozcu.com.tr/turk-tabipler-birligi-wp2198008

(**)https://t24.com.tr/haber/nazli-ilicak-cumhurbaskani-erdogan-a-mektup-yazdi-size-cok-haksizlik-ettim-ozur-dilerim,840813

(***)https://www.diken.com.tr/nazli-ilicak-yeniden-cezaevine-girdi/

(****)https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/turk-tabipler-birligi-2198008/

Salı, Kasım 10, 2020

Zarif bir hanımefendi Dânâ (Dana) Noyan...



O zerafet timsali hanımefendiyi gençlik yıllarımda tanımıştım, onun şen şakrak kahkahaları ile renklenen muhabbetimiz yılllarca devam etti.

Dânâ Noyan aslında diş hekimiydi fakat anlattığına göre çok kısa bir süre Ereğli’de (Demir Çelik fabrikasında mıydı yoksa?)  görev yaptıktan sonra “diplomasını duvara asıp,” evlenip, Ankara’ya yerleşmişti. Son derece şık giyinen, dikiş nakışını kendi yapan, örgüleriyle ünlü, unutulmaz sofraları hep konuşulan bu güzel kadın, tanıştığımız sırada, gazetemizin Müessese Müdürlüğünü yürütüyordu.

Güneri Civaoğlu’nun (*) Genel Yayın Müdürlüğünde tirajı 1 milyon aşan, ünlü yazarlarının vurucu makaleleriyle etkili olan muhafazakar gazete Tercüman (**) 80’li yıllarda basın sektöründe büyük atak yapmıştı. Civaoğluözel haber”e çok değer verdiği için farklı görüşlerden gelen gazetecileri el üstünde tutar, iyi koşullarda çalışmalarını sağlardı. Anadolu Ajansının en yeni muhabiri, asgari ücretle çalışan bana, dört kat maaşla Tercüman’dan teklif gelince “hayatta okumadığım” bu gazeteye geçmekte çok tereddüt etmiştim ama Barış Kaşıkçı:

-Gazetecilikte imza sahibi olacaksın, sen boşver siyasi duruşunu, Güneri Bey için haber çok önemlidir... Mutlaka kabul etmelisin

Deyince, Tunus Caddesindeki büroda (Nur Batur’la birlikte)  çalışmaya başladık. Bence büromuz o yılların “en güzel gazete bürosu”ydu. Muhabirlerin ve istihbarat şeflerinin birlikte çalıştıkları salonumuz Büyük Ankara Otelinin Havuzuna bakardı. Yaz aylarında havuz çevresindeki şezlongların pek çok ünlü ziyaretçisi olur, Güneri Bey Ankara’ya geldiğinde randevularını otelde verirdi. Ne yazık ki çok değerli meslektaşımız ve çalışma arkadaşımız Mevlüt Işık da otelin lobisinde korkunç bir suikaste (***) kurban gitti. Salonun diğer ucundaki pencereler ise Rus Ticari Ataşeliğinin küçük koruluğunu görüyordu. 

Binamızın girişinde sol tarafındaki bahçe içindeki villayı bir ara mafya lideri İnci Baba (****) kiralamıştı. Leopar yavrusu hatta ceylan  beslediğini gözlerimle görmüştüm. Birgün oğlum Ali’yi iş çıkışı ana okulundan almıştım, kestirmeden otobüs durağına ulaşmak için, İnci Babanın bahçesinden geçelim dedim fakat yarı yolda aklıma leoparlar geldi, ‘Ya bize saldırırlarsa?” Diye ecel teri döktüm, koşarak geçtik bahçeden.

Büromuzun her yerini süsleyen makramelerle tavana asılı saksılar Dânâ Noyan’ın el emeğiydi. O güzelim süs bitkileri stresli çalışma saatlerimizi renklendirirdi. Dânâ Noyan onca hobisinin yanında Ankara’da defalarca “briç şampiyonu” olmayı başarmış, Türkiye çapında da dereceler almıştı. Bir gün bana “arkadaşlarını ikna et, size briç öğreteyim” dedi ama kimse istekli olmayınca vazgeçtik.  Çekişmeli tavla partilerimiz ise Ankara’da da Bodrum’da da keyifle devam etti. Bir sohbetimizde anlatmıştı:

-Biliyor musun? Bana bir şarkı yazılmıştı.

-Aman ne güzel. Hangi şarkı?

-Pek sayılmaz, daha doğrusu şarkı güzel olabilir ama sözleri çok sitemkar, baksana:

Sen kimseyi sevemezsin
Sevmeyeceksin sevmeyeceksin
Rüzgarlarin önünde
Kuru bir yaprak gibi
Sürüklenecek sürükleneceksin
Sefkat nedir ask nedir
Ömrünce bunu bilmeyeceksin
Rüzgarlarin önünde
Kuru bir yaprak gibi
Sürüklenecek sürükleneceksin

https://youtu.be/5CC8W0NMbYE


Belli ki güftekar Dr. Doğan Işıksaçan bu sözleri, aşkına karşılık alamadığı için yazmış, Kamuran Yarkın notaya dökmüş. Şarkı enfes ama, haksızlık etmemiş mi Dânâ Hanıma?

Bir keresinde (1989) yılbaşı yaklaşırken, Ankara Büromuzdaki bir grup arkadaşımıza imkan doğdu, Uludağ’a gidilecekti... Fakat, Dilek Akerdem’le birlikte  aldı mı bizi bir düşünce:

-Yahu tam da kayak mevsimi, iyi peki Uludağ’a gidince hoca tutar, ders mers alırız da, doğru düzgün kıyafetimiz yok ki, neyle kayacağız?

Dânâ Noyan bizi duymuştu:

-Aa, hiç düşünmeyin, benim kıyafetlerim ne güne duruyor? Yarın hepsini getiriyorum. 

Ertesi gün gelen son moda kayak takımlarını, hele benim ayağıma tam gelen tilki kürkünden apreskilerin güzelliğini unutamam, bütün şıklığımızla Uludağ’a gidip, düşe kalka kahkahalara boğulduğumuz kayak denemelerini, oğlum Mehmet’in diş çıkarırken yeni yeni emeklediği (7 aylıktı)  gecelerde bize uykuyu haram edişini de. Orada da haberciliği bırakmamıştık, bir bakanla (Yusuf Bozkurt Özal) karşılaşıp yaptığımız röportajın bandını çözerken, Mehmet daktiloya asılıp duruyordu.

Yıllar içinde Dânâ Hanımla dostluğumuz hep sürdü. Bir ara Başbakan Yardımcısı  Tansu Çiller’in danışmanı idim.  Dânâ Noyan da ekipteydi. O yılları, Ali Bilge ile kaleme aldığımız “Tansu Çiller’in Siyaset Romanı”nda anlattık, hala bulunuyor kitapçılarda. Dânâ Hanımın Tansu Hanımla ilgili gözlemleri, anekdotları ise bende saklı kaldı. 

Dânâ Hanım’la bir gün Bodrum’da sohbet ederken:

-A, bak sana ne göstereceğim. Şu sayfalara bakar mısın? Nazlı’nın (Ilıcak) benim için 13 yaşındayken yazdığı şiir...

Gözlerime inanamadım, “Nazlı Çavuşoğlu” imzalı, uyaklı şiir Dânâ Hanımı çok iyi anlatıyordu. Resmini  de çektim:







Geçen zamanda Dânâ Hanım zerafetini hiç yitirmedi ama şen kahkahası soldu sanki. Olayları, isimleri hatırlamakta zorluk çektiği anlaşılıyordu. 



Onu yitirdiğimizi öğrendiğimde ne kadar üzüldüm...  İlk aklıma gelen, kendisine yazılan şarkı oldu ama ben onun sözlerini değiştirdim:

Rüzgarla sürüklenip aramızdan bir yaprak gibi ayrıldınız belki ama şefkati de aşkı da umarım  gittiğiniz yerde bulmuşsunuzdur sevgili Dânâ Hanım”


(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Terc%C3%BCman_(gazete)

(**) https://www.biyografi.info/kisi/guneri-civaoglu

(***) https://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1988/6/2/10.xhtml

(****) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Mehmet_Nabi_%C4%B0nciler

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...