Bu Blogda Ara

Jackie etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jackie etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Kasım 03, 2010

New York Üçlemesi 2- Bu şehirde camlar nasıl silinir?



Ön not: Ne güzeldi eskiden seyahatlerimiz. Pandemi filan yoktu, hele hele  kur patlaması da yaşanmamıştı… Sizlerle o güzel  günleri paylaşayım istiyorum Pazar kahvenizi içerken. N.E.


Bütün gece yağmur yağdı. New York'a mahsus kesintisiz siren sesleri ise dün gece yoktu nedense. Jetlagı (*) atlatamayıp TV’lerde  ne kadar haber, dizi, talkshow varsa izledim.

-Hay Allah, ne olacak bu Amerikanın hali? New Yorklular da bu yüzden mi kendilerini viskiye vurdular acaba?

Ne yağmurdu ama... Şemsiyeler gündüz de dayanmadı, kahvaltı için arkadaşlarımızla buluşmaya çıktık, bizim bir gün önce de takıldığımız kafeye gelecekler. Girip oturuyoruz.


-Aaa aynı karı koca değil mi?


-Evet dün de buradalardı (onlar da bizim için aynı şeyi düşünüyorlardır!)


-Evet ama bu bizim burada geçireceğimiz topu topu son 72 saatten biri, oysa onlar belli ki buralı, baksana köpekleri ayaklarının dibinde.

“Yaşlı çift yanyana kahvaltı ediyor. Ne var bunda diyeceksiniz?”  İkisi de kulaklıktan müzik dinliyor, birbirlerine tek kelime bile etmiyorlar. Dün de aynı durumdaydılar. Demek ki bu da “iki kişilik bir yalnızlık.”

Arkadaşlarımız geliyor, sarılıp öpüşme, hasret giderme faslı, anlatıyorlar:


-İkimiz de dur durak bilmeden çalışıyoruz, evimiz İkinci caddeyi kesen sokaklardan birinde, 48. Kattayız. Evde hiç yemek pişirmiyoruz, zaten New York'ta hiçkimse yemek yapmıyor. Kahvaltımız bile sokaklarda. Evde haftada bir temizlik yapılıyor, zaten küçük bir stüdyo dairesi, Martinik’li bir kadın geliyor, 70 dolar veriyorum. New York belediyesinin kuralları uyarınca camlara yaklaşması yasak. Zaten camlar açılmaz. Hep merak ederdim ‘bu şehirde camlar nasıl siliniyor?’ diye, meğer sadece yağmurla yıkanırmış. Büyük kuruluşlar filan arada bir asansörlü şirketlere temizletiyor ama New Yorklu için cam silme diye bir kavram yok.


-Sosyalleşme kavramı da yok. Aşkların, zaten artık tarihe karışan evliliklerin (yüzde 70’i boşanmayla sonuçlanıyor) hatta sırf cinsel amaçlı beraberliklerin bile kurulduğu tek yer internet, Tinder filan gibi siteler.


-Gördüğünüz gibi New Yorkta 16 bin evsiz yaşıyor. Tümüyle halkın katkılarıyla yaşamaya çalışıyorlar.Çok soğuk günlerde spor salonları ya da metro istayonları onlara açılıyor ama oralara bile isteksiz gidiyorlar, büyük çoğunluğu mental olarak geri zaten. ABD genelinde ise 10 milyon evsiz var. (Bilmez miyim? Beyaz Sarayın karşısındaki çadırında yıllardır yaşayan, protesto pankartlarıyla her şeyi protesto eden kadını mesela? Türkiye’de niye evsiz yok gibi peki? Biz daha mı zenginiz Sam Amca’dan? Yoksa daha mı vicdanlıyız?)

Kahvaltı bitti. Sokağa atmalıyız kendimizi. Evet sokaklarda öyle çok evsiz var ki, kimi çok donanımlı, uyku tulumu, küçük el arabası, hatta termosunda sıcak kahvesiyle... Kimi ise çok dağınık, bir kartona serilmiş yatıyor, buram buram hissedilen sidik kokusu ondan geliyor. Pek çok yerde ilanlar var, taksilerdeki ekran bile New Yorkluları evsizlere yardım yapmaya çağırıyor. Bir kilisede asılı ilan, haftanın belli günlerinde gönüllü bir grubun sıcak yemek dağıttığını anlatıyor.
Ufff, bu ne karabasan, acaba Central Park biraz ferahlatır mı? Hızlı hızlı yürürsem 5 dakikada oraya varırım... Aaaa önce şu mağazada birşeyler mi baksam? Bir ceketi deneyip bırakmak, hızla tekrar yola koyulmak
Ve kulağıma çalınan Türkçe konuşmalar... Aaa çekçek pedalındaki gençler Türkmüş meğer, ayaküstü bir sohbette:



-Genellikle biz üniversite gençleri bu işle uğraşırız. En büyük işletmeci bir Türk, Cevdet Bey... Haftada 150 dolara çekçeği ondan kiralarız, üstüne kazandığımız para bize kalır. Faytoncular arasında da Türkler var. 50 dolara yarım saat gezdirirler parkı. Biz ise 25 dolara.

Faytonlarda atın kuyruğunun altında dev bir plastik kutu var. O yüzden pislik yere düşmüyor. (Büyükada’nın bir zamanlar bitmek tükenmek bilmeyen at pisliği kokusu!)
\

param...


New York’un göbeğinde olup da kentten bu kadar uzak kalmak nasıl mümkün olabilir? O romantik gölcükler, nazlı nazlı suya değen söğüt dalları, sessizlik...(Ankara’nın güzelim yeşilliklerine imar planlarını bir gecede değiştirip gökdelenleri konduruveren Melih Gökçek’in kulaklarını çınlasın mı?)



-Jackie (Onasis Kennedy) de bu parkta mı huzur bulurdu saatlerce dolaşırken? Hele son zamanlarında! Yakında öleceğini biliyordu. Vasiyetnamesini burada mı kaleme almıştı acaba?


-Central Parka bakan dairesi muhteşemmiş... Bir tek o değil ki, ünlülerin çoğunun o binalarda dairesi var. İşte şu da Watergate yerleşkesi. Orası da ünlülerin adresi.


-Şurada da bir resim çekmeli, burada bir kahve içmeli derken Central Park’ta tam iki saat geçiyor. Her taraf sincap dolu, adeta evcilleşmişler ama hiçbir hayvana dokunulmaması için heryerde kuduz uyarıları var...



-E, şimdiki istikamet?


-Tabii ki Barnes and Noble... Şu elimdeki kitap listesini tamamlamak istiyorum. Broadway için bilet de alacağız...


-İyi de senin el çantan nerede?


-Aman Allahım, çantam yok... Ay ay ay, nasıl olur? Pasaportlar, kredi kartları kimlikler,



Jetlag: Uzun uçak yolculukları sonrası varılan kentteki zaman farkına vücut ritminin alışamaması durumu.

Pazar, Eylül 05, 2010

Jackie, kanlı tayyör ve Kennedy suikastı





Koyu gizemli bakışlar, kulağa yumuşacık gelen fısıldar gibi bir ses tonu (hele Fransızca diksiyonu!), parlak gür saçlar, yaşama, aileye, dostlara, sanata ve estetiğe adanmışlık... Oleg Cassini (*) imzası taşıyan zarif giyim stili ve Tiffany’sden “kiralanan” (*) görkemli mücevherleriyle muhteşem bir First Lady’nin Beyaz Saray salonlarında 3 yıl boyunca, zarif ve ışıldayan salınışı.




Evet evet, Jacqueline Bouvier Kennedy’den söz ediyorum. Amerika’nın 35. Başkanı John Kennedy’nin Beyaz Saraya taşıdığı, “gelmiş geçmiş en muhteşem ve unutulmaz ‘First Lady’den.”  Ya mutluluklarını taçlandıran iki güzel çocuk, Caroline ve John JR? Beyaz Saray'da Kennedy'leri tanımlayan Camelot süreci, hem büyük mutlulukları hem de gizlenen hüzünleri barındırmıştır içinde. Küçük John'un, Başkan Kennedy Oval Ofis'te çalışırken masasının altına saklanışını gösteren kadar sevimli bir Beyaz Saray fotoğrafı var mıdır acaba?

 


Bu gözyaşartıcı tablo, Dallas’ta ard arda duyulan silah sesleri ile karartılır. Takvim yaprakları 22 Kasım 1963 gününü gösterirken, Dallas caddelerinde ilerleyen konvoydaki üstü açık arabada ABD’nin karizmatik başkanı John Kennedy ve eşi Jackie ile Dallas Valisi Conally ve eşi vardır. Saat 12.30'a geldiğinde, konvoy Dealey Plaza’ya girer ve aynı anda da silah sesleri duyulur. 




Bundan 58 yıl önce, 24 yaşındaki katil Lee Harvey Oswald tarafından gerçekleştirildiği öne sürülen Kennedy Suikastı bugüne değin çok tartışılmış, çok araştırılmış (***) ama ABD’nin ‘güç odakları’ istemediği için perde arkası bir türlü aydınlığa kavuşturulamamıştır. Suikastın tetikçisi Lee Oswald olaydan iki gün sonra Dallas Emniyet Müdürlüğünde Jack Ruby tarafından öldürülmüş, suskunlukla geçen yılların ardından Ruby de hapishanede gizemli biçimde ölmüştür.
Kennedy suikastının tek ve en önemli görüntüsü rastlantı sonucu orada kamerayla bulunan manifaturacı Abraham Zapruder tarafından çekilmiştir. Devlet tarafından yıllarca el konulan, sonra da sahibini zengin eden bu görüntüler, o meşum anı, First Lady’nin eşi, çocuklarının babası, ABD’nin karizmatik başkanı Kennedy için nasıl çırpındığını ortaya koyuyor.



Başkanın cenaze törenini iki çocuğu ile izler Jackie, hele küçük John JR’ın babasının tabutuna selam duruşu yürekleri paralar.

Aradan geçen bunca yılda bu trajik suikast nasıl oldu da çözülemedi? O günlerde Amerikan Kongresinde kurdurulan Warren Komisyonu neden  sonuca ulaşamadı? Ya yıllar sonra kurulan diğer komisyonun suikastle ilgili pek çok delilin zaman içinde yok edildiğine ilişkin raporu nasıl yenilip yutuldu? Acaba suikastin arkasında Fidel Castro yönetimindeki Küba mı vardı? Yoksa FBI ile CIA tarafından ortaklaşa gerçekleştirilenin suikastı İsrail güçleri MOSSAD aracılığı ile mi planlamıştı? Öyle ya, Başkan Kennedy, İsrail'in silahlanmasına o yıllarda şiddetle karşı çıkıyordu. Aynı sert tutumu Castro yönetimindeki Küba'ya da göstermişti. FBI ve CIA'nın bu karanlık suikastin içinde yer aldığı kuşkusu ise o kadar belirgindi ki. Örneğin, başkanı öldüren 3 kurşunun "sözde suikast silahı" olarak ele geçirilen tüfekte sadece 6 saniye içinde ard arda namluya sürülemeyeceği teknik olarak kanıtlanmıştı. Demek ki o kurşunlar başkana aynı kişi tarafından atılmamıştı, suikast organize bir işti.
Ya, sözde suikastçi Lee Oswald neden kendisine yöneltilen suçlamaları iki gün boyunca reddetti ve “ben sadece taşlanacak keçiyim” deyimini kullandı? Peki, Oswald’ı öldüren Jack Ruby? İtalyan mafyasının önde gelen isimlerinden biri değil miydi? Onu bu cinayete kimler yönlendirmişti? Neden ölümüne kadar geçen 5 yıllık sürede hiç konuşmadı?
Bunları kimse bilmiyor, ya da bilse de açıklamıyor. Bir başka doğrulanmamış bilgi ise, Jackie’nin yaşamında ilk ve son kez bu suikaste dair bildiklerini açıkladığı öne sürülen, ancak ölümünden 50 yıl sonra yayınlanmasını istediği iddia edilen röportaj.
Jackie hüzünle örülü bir yaşamın ardından Amerikan toplumunun hiç onaylamadığı evliliğiyle sonradan ismine eklenen “Onassis” soyadına karşın, şimdi ilk kocası ve çocuklarının babası John Kennedy’nin yanıbaşında, Arlington’da sonsuz uykusunu uyumakta... Toprağı bol olsun.

(*)Jackie’nin İtalyan asıllı modacısı... First Lady’nin Beyaz Saray dönemindeki tüm kıyafetlerinin tasarımcısı.
(**)Jackie, Beyaz Saray’daki galalarda, büyük bir alçakgönüllükle her zaman ünlü mücevher firması Tiffany’sden ödünç aldığı mücevherleri kullanmıştır.
(*** Başkan Johnsonn tarafından, suikastı soruşturmak üzere yüksek hakim Earl Warren Başkanlığında 22 Kasım 1963'de kurdurulan, 1 yıl süreyle çalışan ancak somut bir sonuca ulaşamayan Soruşturma Komisyonu)


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...