Bu Blogda Ara

Suriyeliler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriyeliler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Ağustos 12, 2021

DAMIZLIK DANALAR

 


Çocukluğumu anımsıyorum, çok küçüktüm, babam güncel gelişmeleri hiç kaçırmazdı, salondaki büfemizin üstünde duran radyo gün boyu açıktı. Babam kimi zaman radyonun ibresiyle Hilversum’dan Sydney’e kadar pek çok istasyonda gezinir, farklı dillerden yayınlara kulak verir, ben de o yayınları  “anlamadan dinlerkenJules Verne’nin “80 Günde Devr-i Alem”inin sayfalarında hayali gezilere çıkardım. 


Radyonun ibresi, arada bir, akşam saatlerinde Moskova’dan Türkçe! yayın yapan “Bizim Radyo”ya denk düştüğünde, kadın spiker,  madeni sesi, zor anlaşılan tuhaf Türkçesiyle konuştukça tüylerim ürperirdi. Kadının anlaşılmaz anonslarından, arada bir “geliyüür, gidiyüür, yapıyürler” gibi tanıdık sözcükler çalınırdı kulağıma…


Babam bir gün radyoyu dinlerken sinirle söylenmeye başladı:


-Yine yapacaklar… Memleketle oyun oynuyor bu yobazlar…


Radyodaki yayın üzerine yorum yapan babam, bilmediğim bir olaydan, “Milli Nizam Partisi” diye bir partinin kapatılması sonrasında kurulan yeni partiden söz ediyormuş meğer. O parti kapatıldıkça ardından yenileri kuruldu, bugünlere geldik.


2000 yılı başlarında, Refah Partisi için kapatma davası açılmıştı, yerine bu kez Fazilet Partisi kurulsa da onu da aynı son bekliyordu. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Mark Paris’ten, “güncel gelişmeler” üzerinde röportaj için randevu istemiştim, televizyonda (Kanal D haberleri)  için çalışıyordum, bir sabah erkenden telefonum çaldı:


-Nursun Hanım, Büyükelçi size randevu vermeyi kabul etti, çekim de yapabileceksiniz…

-A, öyle mi? Hangi gün?

-Yarın, fakat randevuyu size İzmir yakınlarındaki bir Devlet Üretme Çiftliğinde veriyor, gelebilir misiniz?

-Evet ama bu adresin seçilmesinin sebebi, anlamı nedir?

-Büyükelçi, ABD’nin sperma hibesiyle üretilen damızlık danaları görmeye, çiftliğe gidecek, sizinle de orada görüşmek için 1 saat ayırdı.


Böyle fırsat kaçırılır mıydı? Tabii ki kameramanla birlikte yollara düştük, İzmir’e uçakla gidip oradan bir taksiyle Menemen’deki çiftliğe ulaştık, biraz sonra büyükelçi Paris de geldi, selamlaştık, düvelerin (dana yavrusu) beslenip bakıldığı bölmeleri gezmeye başladık. Puslu mavi gözlerle (yavruyken gözleri bu renk olurmuş!) bize bakan düveler bana ne kadar sevimli görünmüştü, betonlaşmış şehirlerde doğadan uzak yaşayan bizlere büyükbaş hayvanlar çok yabancıydı çünkü.


Neyse, biraz sonra Büyükelçi Paris, “ABD hibesi spermle” yetiştirilen düvelerden mutlu, bana döndü:


-Buyrun, sorularınız neydi?


O sırada siyasi ortam çok çalkantılıydı, 28 Şubat’a gidişin ayak sesleri duyuluyordu, Refah Partisi için kapatma istemiyle dava açılmıştı, sorularımı bu konular üzerinde yoğunlaştırdım, Büyükelçi, özellikle Refah Partisinin kapatılması üzerinde son derece sert söylemlerde bulundu, hatta “Gerçek demokraside parti kapatma filan olamaz, insan hakları, ifade özgürlüğü, siyasi özgürlükler açısından böyle bir gidişatı çok sakıncalı buluruz” şeklinde konuştu. Mark Paris’le söyleşimiz o akşamki TV bülteninde yayınlandı, çok da yankı buldu. 


Şimdi biliyorum:


-Bu olay aklına nereden geldi? 


Diyeceksiniz…


İran sınırından her gün akın akın Türkiye’ye gelen genç (ne hikmetse eşleri, çocukları, yakınları olmaksızın art arda sökün eden!)  Afgan’lıları gördükçe kabus görür gibi oluyorum da ondan…


Çünkü ABD hep bunu yapıyor, “hibeler, krediler, vaatler” yoluyla avucunun içine aldığı ülkelere, kimi zaman, “mal varlığını açıklarım haa!” Diye tehdit ettiği liderleri aracılığı ile kabul edilemez planlarını dayatıyor. 


Acaba “ABD, Afganlıları gerçekten kendi ülkesine almak istediyse neden Afganistan-Pakistan sınırındaki Hayber Geçidini veya Peşaver’i tercih etmedi?” Sorusu kafamda yankılanıyor, bir türlü karşılığını bulamıyorum.


Haydi Amerikalılardan geçtim, kendi ülkemin yetkilileri şu sorulara neden yanıt vermiyor?


“-Biz sizin tebanız mıyız? Kaderimiz için söz hakkımız yok mu?

-Bu Afgan göçü neyin nesi? Hangi anlaşmanın parçasıdır? 

-Daha kaç kişi gelecek?

-ABD’ye başka hangi gizli tavizleri verdik?

-Sizin Eş Başkanı olmakla böbürlenip durduğunuz Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’yi yok etmeyi mi hedefliyor?”




Pazartesi, Mayıs 31, 2021

Hadi, kardeş kardeş yaşayalım...




Bir zamanlar Almanya’nın kendi isteği ile ve seçerek aldığı Türk işçilerden ne kadar şikayetçi olduğunun yakın tanığıyız değil mi? Yok efendim, Alman toplumuna uyum sağlayamamışlar da, Kreuzberg’e filan kısılıp kalmışlar da, çocuklarını eğitmiyorlarmış da, tarikatlara esir olmuşlar da... Uzun yıllar bu öyküleri dinledik Almanlardan, hatta bir temsilcinin Milli Eğitim Bakanlığındaki toplantıda  “Türk kadınları çok kötü giyiniyor, ya çarşaflılar, ya özensiz. O yüzden çocukları da Almanya’ya adapte olamıyor” diye konuştuğuna bile tanık olmuşluğumuz var. Hatta bir dönem, Türk işçilerin ülkelerine geri dönmesini teşvik için ek ikramiye öngören bir yasa taslağı bile hazırlamışlardı. O günlerde Alman Çalışma Bakanıyla konuşmuştum da, “Taslak hazırladık ama işçilerin yerinde ben de olsam, ben de dönmezdim Türkiye’ye” deyivermişti.

-E, şimdi? 


Şimdi Türkiye’deki konuk Suriyeliler sorununa nasıl bakıyorlar acaba? İğneyi kendilerine batıramadılar ama bizdeki çuvaldızı gören yok. Bir tek Almanya değil, refah içinde yüzen tüm Avrupalılar, Türkiye’deki “düzensiz göçmenler” sorununa -aman benden uzak olsun da ne olursa olsun- gözüyle bakıyor... 


Bize  deniliyor ki, “kardeşim sen al bu 5 milyon insanı, misafir et, ya da ne yaparsan yap, yeter ki bize gönderme.”


Peki misafirlik 10 yıldan fazla sürer mi? Sürerse ev sahibinin sabrı taşmaz mı?


Gazeteciler Cemiyetinin dün düzenlediği Güney ve Doğu İlleri durum değerlendirme toplantısındaydık. Bu illerden pek çok gazetecinin katıldığı toplantıda konuşmacılar bölgedeki durumu anlattılar. 


Güvenlik, eğitim, sosyal ilişkiler, sağlık ve istihdam açısından 5 milyon Suriyeli’nin bölgedeki varlığının çok büyük sorun yarattığı bir gerçek. O kadar ki, son 10 yılda aniden sökün ediveren bu “düzensiz göçmenler” (bizim hükümetin icat ettiği bir tanımlama!) pek çok ildeki nüfusla sayısal olarak neredeyse “başa baş” duruma gelmiş. 



-Türkiye’de her gün 270 Suriyeli bebek doğduğunu biliyor musunuz? 10 yılda doğan bebek sayısının 650 bine ulaştığını? Suriyelilerin nüfus artışı bakımından Türkiye’yi 2’ye katladığını?

-Suriyeli çocukların sadece 770 bininin okullarımızda öğrenci olmalarına karşın 500 bininin okumadığını?

-Sadece 55 bin Suriyelilerin kurulan kamplarda bulunduğunu, kalanların yüzde 98’inin istedikleri kentler ve kasabalara yerleşerek yaşadığını? “Esad giderse memlekete döneceğiz” diyen Suriyelilerden hiçbirinin son referandumda Suriye’ye gidip oy kullanmadığını?

-Sorunun Suriyelilerden ibaret olmadığını, yol geçen hanına dönen İran sınırından da her gün akın akın Afganistan’dan şuradan buradan mülteci geldiğini, sayıların yılda 400 bini aştığını biliyor musunuz?


Sen insani değerleri yok mu sayıyorsun?” Diye sormayın bana... Ekonomik buhran kıskacında, işsizlik çaresizliğinde kıvranan  ülkemizin “enayiliği” pardon, “misafirperverliği” şurada dursun, refah içinde yaşayan AB ülkeleri, neden acaba yılda sadece 20 bin mülteci alıyor? Kanada hem sayıyı sınırlıyor hem de mültecilerde nitelik arıyor? Ya ABD? Neden durdurdular mülteci akınını?


Bakın kimse bana “insan hakları” filan gibi ilkelerden dem vurmasın.


Bir kere biz basın olarak resmi verilere bile ulaşamaz durumdayız, çünkü AKP hükümeti bunların yayınlanmasını istemiyor. Türkiye’deki “misafirler”in niteliklerini bile bilmiyoruz çünkü bunun araştırılmasına da izin verilmiyor. Bugüne kadar  125 ben Suriyeli TC vatandaşlığı almış bunun hangi kıstaslara dayandığı bile bilinmiyor.


-Öyle deme yahu, Suriye’den 4 bin doktor gelmiş son dönemde...

-Acaba bu doktorların kaçı kalmış Türkiye’de? Hepsi başka ülkelere gitmiş olmasınlar?


Ha, bir de şunu duydum, bir yaşıma daha girdim. Güneydoğu illerimizde işyeri açmak için gereken “kalfalık belgesi”nin bazı yabancı misafirlere 4-5 bin liralık “küçük bir hediye karşılığında verildiğini” söylesem ne dersiniz?


Yani işin özeti şu, Şanlıurfa’da, Kilis’te, Gaziantep’te, Kahramanmaraş’ta, Antakya’da kıyametler kopuyor ama ne hikmetse bu durum basına yansımıyor. Basına yansımadığı gibi oy sandığına da yansımıyor ki, AKP bu illerde hala seçim kazanabiliyor.


Aaaa, kimsenin günahınını almayalım, bir de şu var, bu konularda yayın yapan bir yerel gazetenin 60 gün süreyle yayınına son verildiğini de anımsatalım.


Neyse ki sevindirici haberler de yok değilmiş, onu da duyduk, mutlu olduk. 

Gaziantep’te Suriyeli meslektaşlarımız 2 dernek, 1 televizyon kurmuşlar 85 çalışanları varmış, 9 gazete ve 8-10 radyo da Suriyelilere dönük yayın yapıyormuş. Ne mutlu...

Toplantının konuk konuşmacısı, UNESCO Milli Komite Üyesi Prof. Dr. Murat Erdoğan’ı dinlerken, “Bu gidişle sonumuz ne olacak?” Diye düşündüm durdum, o ise “gerçekçi olalım” diyerek şu tavsiyede bulundu:


Suriyeliler bir gün gidecek diye düşünmek hayaldir. Yüzde 98’inin kalıcı olduğunu kabul ederek politikalarımızı buna göre yapsak iyi olur”


Eh, o zaman hadi, kardeş kardeş yaşayalım...


Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...