Bu Blogda Ara

demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Nisan 16, 2022

Güneş parayla sıvanıyormuş!


Çocukluğumuzda “kurban kesimi” başka yer olmadığı için evlerin arka bahçelerinde yapılırdı. Günlerce sevip, okşayıp, elimizle beslediğimiz koyunlarımızın gözümüzün önünde kesilişini gözyaşları içinde çaresizce seyrederdik. Pek çok arkadaşımın sırf bu nedenle “et yemekten soğuduğu”na tanık olmuşumdur.


-Ya hunharca öldürülen Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in durumuna ne demeli?


Bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden bu faciayı bizler de “o gün” ekranlardan takip etmiştik hatırlıyor musunuz? Gerçi, ne olup bittiğini o anlarda farketmesek de, Kaşıkçı’nın olası sonunu içimiz ürpererek sanki öngörüyorduk. (*)


Suudi gazeteci Kaşıkçı, ülkesindeki haksız, hukuksuz, demokrasiden uzak, insanı yok sayan, “sultanların iki dudağı arasındaki rejim”i eleştiren yazıları nedeniyle ülkesinde hedefe yerleştirildiği için, kaderini buraya bağlamış, Türkiye’ye yerleşerek yaşamında yeni bir sayfa açma çabasına girişmişti. Hatice Cengiz ile evlenmek üzereydi, nikah belgelerinin tamamlanması için hala vatandaşı olduğu Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna “randevu alarak” gitmişti.


Zavallı Kaşıkçı, nereden bilebilirdi kendi ölümüyle randevulaştığını? Azrail’in “Suudi yetkililer” kılığına girerek kendisini konsoloslukta beklemekte olduğunu?


Meğer Kaşıkçı randevu talebinde bulunur bulunmaz, Suudi Prens Bin Selman’ın talimat ve onayıyla harekete geçen, İstanbul’a gönderilen  özel infaz timi onu yok etmeyi ince ince planlamış ve harekete geçmişti.


O dakikalarda konsolosluk binasının dışında Kaşıkçı’yı bekleyen nişanlısı Hatice Cengiz tahmin edebilir miydi bu felaketin yaşanacağını? Nişanlısının, içeride başına naylon torba geçirilmiş halde  son nefesini vermekte olduğunu, Suudi infaz timi tarafından birazdan doğranıp parçalara ayrılarak bavul içine konulup konsolosluktan çıkarılıp yok edileceğini? Bu vahşi cinayetin delillerinin ortadan kaldırılması için Suudi tarafının elinden gelen her çabayı harcayacağını? 


Suudiler zavallı Kaşıkçı’yı katlettikleri anlarda farkında olmasa da vahşi cinayet “canlı olarak kayıt altına alınıyordu…” Kim bilir ne zaman konsolosluk binasına ve cinayetin işlendiği odalara yerleştirilmiş kayıt cihazları çalışmaktaydı, Cemal Kaşıkçı’nın son nefesini verişini, infaz timinin konuşmalarını, infaz sonrasında  Kaşıkçı’yı kesip biterken kullandıkları aletlerin çıkardığı sesleri de saniyesi saniyesine kaydetmişlerdi. (**)



Bu facianın yaşandığı anlarda dışarıda bekleyen Hatice Cengiz, nişanlısının saatlerce binadan çıkmaması üzerine yakın dostları AKP’li Yasin Aktay’ı arayarak çare aramaktaydı, Yasin Aktay ise  MİT Müsteşarı Fidan’ı bilgilendirmiş ve “cinayet”  iki saat içinde geriye dönük kayıtların dinlenmesiyle anlaşılmıştı. O iki saat içinde Cemal Kaşıkçı’nın cesedi yok edildi, vahşi infazı gerçekleştiren infaz timi de özel uçakla İstanbul’dan ayrılıp, Riyad’a geri döndü. 


Sonraki saatlerde tam olarak deşifre edilip, tercüme edilen bant kayıtları, Cemal Kaşıkçı cinayetinin kan donduran detaylarını ortaya koydu, hatta CIA Başkanı dahil pek çok yabancı istihbarat yetkilisine dinletildi, ve kapsamlı hukuk süreci başlatıldı… 


-Sonra ne mi oldu? 


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sert demeçleri ile Suudi’lere karşı başlatılan dünya çapındaki dev kampanya, ortaya çıkarılan belgelerin, kayıtların dış kamuoyu ile paylaşılmasıyla ve yürüyen hukuk süreciyle dalga dalga genişletildi.


Sanıyorduk ki, bu vahşi cinayeti işleyen Suudi’ler ceza görecek, cinayeti azmettiren en üst düzeydeki adamın “Prens Selman olduğu” net biçimde ortaya konulacak ve dünyanın gözü önünde suçlular ilan edilecek.


-Peki böyle mi oldu?

-Yok canım ne gezer, her zamanki çifte standart düzeni yine ortaya çıktı, emir demiri kesti ve güneş bu kez balçıkla bile değil, parayla sıvanıverdi. 


Bu sözler bana ait değil, Cemal Kaşıkcı’nın “özgürlük ve demokrasi” makalelerini yıllar boyu yayınlayan The Washington Post, Türkiye ekonomisinin dar boğazda olduğuna dikkati çekerek, “Cumhurbaşkanı Erdoğan kaynak umutlarını bağladığı Suudi Arabistan’ın isteğini yerine getirerek Kaşıkçı’yı ihanet etti, Türkiye’deki dava sürecini Riyad’a devretti” diyor. (***) 


Onca haykırış, kayda geçmiş çığlık, gözyaşı, isyan sözü, verilmiş demeç  filan bu kararla silindi gitti… (****)


Bizlere de bilmem kaçıncı kez “bu kadarı da olmaz” dedirttiler


 (*) https://youtu.be/Z66BL0zMEio

(**) https://www.dr.com.tr/Kitap/Diplomatik-Vahset-Cemal-Kasikci-Cinayetinin-Karanlik-Sirlari/Ferhat-Unlu/Arastirma-Tarih/Politika-Arastirma/Politika/urunno=0001790075001

(***) https://www.washingtonpost.com/opinions/2022/04/02/turkey-betrays-jamal-khashoggi-biden-must-not/

(****) https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/cemal-kasikci-dosyasi-devredildi-erdoganin-bu-sozleri-ortada-kaldi-bunlar-insanlari-enayi-zannediyor-1923466








Perşembe, Mart 25, 2021

Araba devrildi!



Yaşadığımız ortamı ileride, (tabii salgın bizi es geçer de sağ kalırsak!)  nasıl anımsayacağız?


Tam bir zincire vurulma hali.


Hepimizin gözleri önünde yaşanan bir cinnet...


At izinin it izine karıştığı bir arena... Hangisi uyarsa... 


Kimileri “seçim kararı alınsın” diyor, ama unuttunuz mu? AKP hükümeti son girdiği seçimde allem edip kalem etmesine, her türü katakulliyi yapıp sonuçları değiştirme çabasına karşın 11 ili kaybetmedi mi? (*)


-Ayol seçimi kaybettin, çekilsene kenara?

-Yoooook, olmaaaaaaaz, benim sözlüğümde çekilmek yoktur!


Ve bir oyun sahneye konuldu, hepimiz seyirci koltuklarına zorla oturtulduk, şimdi bize dayatılan oyunu ağzımız bir karış açık, sadece! seyrediyoruz...


Ne mi oluyor?


-Oooooo ne olmuyor ki?


Acaba devleti bir aile kabul edersek, tarihimizde bu ailenin fertlerinin sille tokat birbirine düştüğü hiç görülmüş müydü? 


İşte yaşanan bu... Artık araba devrildi!


Devletin tepesinin muhalif belediyelere duyduğu kine bakın... 


Sadece muhalif belediyeler mi? Aydınlar, kadınlar, gençler, üretici, işçi... Daha sayayım mı? Hepimize her gün şırrraaaaaak diye bir tokat atılmıyor mu? 


-Yok yahu, o kadar da değil diyorsanız cevap verin:


-Kadınları koruyacak diye bel bağlanan İstanbul Sözleşmesi gecenin ikisinde fesih edilmedi mi?

-Yoldan çıkan freni patlak ekonomi kamyonunun direksiyonuna geçip son bir gayretle tekrar yola sokmaya çabalayan şoför kulağından tutulup bir anda fırlatılıp atılmadı mı?

-Türk çiftçisi binbir çabayla tarlasını sürüp, üreteyim, üç beşe kuruş kazanayım derken, rakip ülke ürünlerine ithalat kapıları ardına kadar açılıp, gümrükler sıfırlanmadı mı? Ata tohumlarına yasak getirilip, hibrit tohumun önü açılmadı mı? Şeker fabrikalarıı kapatılmadı mı? 

-Taksim’den ODTÜ’ye, Boğaziçi’ne, gençlerin özgürlük arayışına kanlı-kansız müdahalelerle set çekilmedi mi?

-İşçi memur, uyduruk hesaplarla enflasyona yenik düşürülen ücretlere mahkum edilmedi mi?

-Ucube diye kırılıp atılan heykelle sanata, yasak getirilen karikatürle mizaha, sahneden kovdurulan aktörle tiyatroya, yasaklatılan kitapla yazara şaire karşı durulmadı mı?


Herkes sussun, ilmini kültürünü Pardayanlar’lardan, Hardy Dö Pasavan’dan  alan Sedat Peker gibiler,  ya da  Ayasofya’nın eski  İmamı ve şürekası  konuşsun, cahil, karanlık tarikatçılar fetva versin... Faizden, kadın haklarına, Anayasadan, kısırlığa kadar her konuyu bilen bu gibiler sözcülüğünde  ortaçağa dönmek isteyenlerin sesi duyulsun. İmam Hatipliler vefa borcu olarak askeri okullardan borsaya, aslında uzmanlık gerektiren her kadroya tıklım tıklım yerleştirilsin. 


Ha, belediyeler diyorduk...


Kullandıkları yöntem şu: “Seçilmiş yöneticiler nasıl başarısız kılınabilir?”


Komplolar kurulup, her gün yasaya, geleneğe, demokrasi ilkelerine, mantığa aykırı bir yöntem icat edilip, kayyım atamaktan tutun, sözde “mazbut vakıf” diye tarihin tozlarına karışmış bir kavramı yeniden keşfedip, yüzlerce değerli araziye, binaya el koyma, belediye meclisi görüşmelerini goygoycular aracılığı ile tıkama, yargıya giden başvuruları her türlü oyunu deneyerek boşa çıkartma yoluyla yaptıkları sayfalara sığmaz... (**)


Sadece yerel yönetimler değil, devletin tüm kurumları muhasara altında...


Devletin tepe noktalarına yerleştirilen, kimileri geçmişte yolsuzluk soruşturması geçirmiş yöneticiler eliyle milletin parası her vurulup harman savruluyor.


Sadece şu soruya cevap verir misiniz?


-Büyük önder tarafından halka miras bırakılan  Atatürk Orman Çiftçiliği arazisine yapılan dev külliye için bütçe ödeneği ne zaman ayrılmış? Kaç paraya çıkması öngörülmüş? Hangi ihaleyle o şirkete verilmişti?


Eh, bu durumda Yargıtay Onursal Savcısı Sabih Kanadoğlu’nun her fırsatta  söylediği şu söz doğru değil mi:


-Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete...



(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul%27da_Mart_2019_T%C3%BCrkiye_yerel_se%C3%A7imleri

Pazartesi, Temmuz 18, 2016

Kaplumbağa dedi ki...




Bu sabah güneşin alnında yürürken (aslında 09.00 dan sonra çıkmak büyük hata!) bir köşede orta yaşlı olduğunu sandığım, bilge görünümlü bir kaplumbağaya rastladım, selamlaştık:

- Ne o? Geç çıkmışsın bugün?
- Öyle oldu, moralim bozuktu biraz, evde oyalandım...
- Niye moralin bozuk? Şu darbe girişimine mi? Aslında haklısın biz de korktuk, sığınaklarımızdan hiç çıkmadık... O Gölbaşı'na polis kolejine atılan bombalar tepemizde patladı sanki... Bahçede bir gazete parçasından öğrendim 47 kişinin o patlamalarda öldüğünü...
-E, ne olacak bu durum?
-Ne olacağı var mı? Birbirinize kırdıracaklar sizi... O kadar kopuksunuz ki birbirinizden, Kürdü, Alevis
i, Rumu Çerkesi, Türkü...Birbirinize, inançlarınıza saygınız yok, birbirinizi anlamak bile istemiyorsunuz. Böyle bir ortamda da onların ekmeğine yağ sürülmüş oluyor işte...
-Baksana Atatürk'ün ülkeye kazandırdıklarını bir kalemde silmeye kalkıştılar.
-Tabii, siz birlik olmadığınız sürece bundan kolay birşey yok. Zaten Başkanınız o saklandığı yerden cep telefonuyla halka hitap ederken cümlesine "bu ümmet" diye başladı, duymadın mı?
-Ümidim aydınlardaydı ama onların halini de görüyoruz işte, sokaklar takkeli cüppeli, ticani kılıklı, kör cahil adamlarla dolu.
-Bırak şu aydınları, Cumhuriyet kurulalı beri ne yaptınız? Hangi kazanıma sahip çıktınız? Basın özgürlüğü, sendikal haklar, ilerici eğitim... İşte gazete tirajları ortada. Okuduğunuz filan yok, elinizde birer akıllı telefon, ooooh, maşallah bilgi sahibi olmadan hepiniz fikir sahibi olun bakalım. Sendikadan ayrıl dediler ayrılıverdiniz... Hanginiz çocuğunuzun okuluna gidip müfredat programına bir göz attınız? Varsa yoksa paranızı saçtığınız dersaneler... Ya şu Diyanet? Ülkenizde bütçeden en büyük payı alan kuruluş, insanların aydınlanması uğruna ne yapmış acaba bugüne kadar? Ama camiler, din adamları vs sizin ilgi alanınızda değil tabii. Gelelim siyasete... İşte sizin gibi sözde aydınların kurduğu parti, coşkusu, hedefi, ülküsü kalmamış bir yığın insan... Ama bak, onlar öyle mi?
-Nasıl?
-Nasıl birlik bütünlük içindeler. Nasıl çalışıyorlar, Nasıl reislerine biat ediyorlar... Eh, size de uzaktan seyretmek düşüyor.
-E peki ne olacak bundan sonra? Demokrasi zaten yoktu, diktatörlüğe mi gideceğiz?
-Valla ben bilmem, aklınızı başınıza bir an önce toplamazsanız bu gidişle öyle olacak, demokrasi benim şu bahçeden bu bahçeye gidişim kadar ağır gelişecek...


Ya işte böyle, bu sabah karşılaştığım kaplumbağa bana bunları anlattıktan sonra ağır ağır yürüyüp, yeşilliklerin arasında gözden kayboldu...

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...