Son zamanlarda Halide Edip’e yoğunlaştım, okuyor da okuyorum, “Mor Salkımlı Ev”i müthiş bir hatırat. Bir babanın kızını bu kadar yüceltip, ilerletmesi, bütün imkanları ayaklarına sermesi “o devre göre!” İnanılmaz… Bunca yıl sonra, “bu devrin babalarına örnek olmalı!” Darısı bizim Leyla ile Ali’nin (Ali Erel) başına…
İpek Çalışlar’ın Halide Edip’i de çok titiz araştırmaya dayanıyordu onu da çok severek okumuştum ama Halide Hanım’ı kendi kaleminden okumak, karşılıklı konuşuyormuşuz gibi, insanı büyülüyor…
Niyetim Halide Hanımın İngiltere’de 1926’da yayınlanmış olan hatıratına da bir el atmak… (Memoires of Halide Edib,The Century Co. London-New-York)
Zaman zaman “zorunluluklar”dan kurtulup “daldan dala konabilme” lüksüne kavuşmak ne müthiş bir şey…
Halide Edip’in “Mor Salkımlı Ev”inden bir kaç alıntıyla, sizlere bu büyük fikir kadını, yazar ve felsefecinin yaratılışındaki “baba etkisi”ni paylaşayım:
“İcadiye’ye gidişimizin asıl sebebi babamın beni Amerikan Koleji’ye vermek istemesinden ileri geliyordu.Babam ben yedi yaşındayken koleje müracaat etmiş ve benim orada kalıp büyümem için her türlü ısrarı yapmıştı. Fakat (kolejden) reddederek onbir yaşından evvel talebe almayacaklarını söylemişlerdi. Nihayet İcadiye’de babam bana yeni bir nüfus kağıdı çıkararak yaşımı büyültmüş ve koleje yazdırmıştı…
…Sınıf arkadaşlarımı en küçüğüydüm. Bana yukarıdan bakıyorlardı. Ben korkunç bir yalnızlık ve çekingenlik içinde kıvranıyordum. İngilizceyi hayli çabuk öğrendim çünkü kolejde o devirde başka dil konuşulmazdı. Fakat İngilizceyle alakam, babamın yakın dostu olan ve o zaman Türk Bahriyesinde (Deniz Kuvvetleri) bulunan Woods Paşa’nın benim için seçip gönderdiği hikayelerle başlar…
…Babam bir çocuk gibi sevinç içindeydi. Kolumdan yakaladı ve bana hazırlattığı odaları gösterdi. Teyzenin eski odasını bana yazı ve ders odası olarak hazırlatmış, oraya büyük bir yazı masası, rahat İngiliz koltukları, bir de salıncaklı sandalye koydurmuştu…Hemen ertesi gün Arabi Hocam Şükrü Efendi geldi, derslerime başladım. Arap gramerini öğretmek için o kendisine mahsus bir usul bulmuştu. Ben o usulü tecrübe ettiği ilk talebesiydim. Kur’anın manasını çok geçmeden anlamaya başladım…
…Babam beni Nuri Beye götürdüğü zaman piyanoda ıskala (klavye alıştırmaları) devrini hayli çabuk atlatmış, İtalyan musikisinin bazı havalarını çalmaya başlamıştım.Babam bu ıskala devrinde inanılmaz bir sabırla, alakayla oturur, beni dinlerdi. Fakat ilk havayı çalar çalmaz, Nuri Beyin Beşiktaş’taki evine bir akşam elimden tuttu götürdü. Piyanonun iskemlesine bir minder koyduktan sonra Nuri Bey beni kaldırdı, oturttu. Önüme bir nota koydular, kemana piyanoda refakat ettim. Salondakiler belki yaşımın küçüklüğünde dolayı bana büyük bir alaka ve muhabbet gösterdiler. Hele babamın sevincine payan yoktu. Belki hayalinde beni istikbalin meşhur piyanisti diye canlandırıyordu…
——-Ve bugün———
Halide Edib’in yazdıklarını okurken nasıl bir hüzün duyduğumu ve yaşadıklarımıza isyan ettiğimi anlatamam. Bugünün babaları arasında Edib Bey gibiler azınlıkta kalıyor ne yazık ki… AKP iktidarının yaratmak için ısrarlı çaba gösterdiği, “laiklikten uzak, şeriata yakın” sisteme bakar mısınız? Milli Eğitim Bakanlığına atanan bir müsteşar “Türkçe artık öldü” bile demeye cüret etmedi mi?
Kız çocuk babaları bu ortamda işin kolayını kızlarının başını örtüp, kur’an kurslarına göndermekte bulmuyorlar mı?
-Peki sonra?
-Sonrası ne olacak? Doğru dürüst eğitim almamış, meslek edinememiş kız, “çocuk yaşta” evlendirilecek ve kendi doğuracağı kız çocuklarını da aynı kadere mahkum edecek.
Eh, “giderlerse gitsinler” diyen “başımızdaki”nin de amacı bu değil mi zaten? Onlar gitsin, “göndermeyeceğiz” dediği “sığınmacılar” kalsın.
-Amaç ne?
-Amaç, apaçık ortada, ülkeyi geçmişin karanlık günlerine geri döndürmek. Bunu hala göremeyenler varsa gözlerine perde çekilmiş demektir.