Bu Blogda Ara

Güneri Civaoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güneri Civaoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Ekim 11, 2023

Bir siyah beyaz fotoğraf




Bu sabah WhatsApp  kutum çınnn dedi, baktım  bir mesaj, Nur Batur göndermiş, Tercüman yıllarımızdan bir siyah beyaz fotoğraf…Aklımdan neler neler geçti…


İki genç kadının Tunus caddesindeki bürodan içeri adım atışı… 


-Ürkek miydik?

-Hayır, kendimize güvenimiz tamdı… Nur dış politikada, ben ekonomide ne haberler yaptık, ne manşetler çıkarıp gündemi değiştirdik.

-Heyecanlı mıydık?

-Çokkk, heyecan olmadan bütün o işler yapılabilir miydi?

-Sevildik mi?

Evet, defalarca taltif edildik, kendi alanımızdaki bütün önemli toplantılara gönderildik, iç seyahatler dış seyahatler… Japonya’dan ABD’ye, Suriye’den Libya’ya dünyayı dolaştık.

-Kıskanıldık mı?

-Eh olmadı desem yalandır… Ortadoğu halklarının kanında “haset” vardır… Oysa kimsenin kötülüğünü istememiştik, tek derdimiz çalışmak, üretmekti…

-Resimdeki üçüncü kişi kim mi?

-Olcay’dı… Bizden gençti, sendika ağırlıklı çalışıyordu, gün geldi büyük bir haksızlığa uğradı, hepimiz tek yumruk olduk, karşı çıktık, patronlara geri adım attırdık…

-Kimler vardı peki yönetimde?

-Başta Güneri Civaoğlu… Genel Yayın Müdürüydü, gazetenin tirajını 1.5 milyona vurdurmuştu, her gün bir atlatma haber,  her an bir istihbarat…Gece-gündüz demeden haber takibinde kendimizle yarışıyorduk. 

-Özgür olabildiniz mi çalışırken ?

-Hem nasıl… 12 eylül sonrasında gazetenin defalarca kapatılması pahasına öyle haberler yapıldı ki, oysa “muhabirdik sadece!” Ama bir haber sorun yarattığında ilgililer yöneticiyi aradıklarında, “haberin altındaki imza kimse onunla konuşun” yanıtını alırdı…

-Aklında kalan bir iki anektod?

-Patron başımıza isteğimiz dışında bir yönetici getirmek istemişti, Nazmi Bilgin daktiloya öyle bir tekme attı ki, koridorda gümmmm sesi yankılandı, vazgeçtiler… 

-Tercüman nasıl yok oldu?

-Kemal Ilıcak’ın Bulvar gazetesini gündeme getirmesiyle… Ankara’ya gelmişti, bize, “evet Bulvar zarar ediyor ama benim karımın kürk merakı yok, pırlantaya düşkün değil, ne yapalım bu da onun merakı” dedi çıktı…

-Kimdi karısı?

-Nazlı Ilıcak… Ama bütün suçu ona yüklemek hata olur…Muhalif gazetecilik oldum olası ülkede sorundur, eninde sonunda pes eder sahibi ya da gazetesi televizyonu satın alınır filan… Söylenecekler çok ama lafı uzatmayayım… 



Bir siyah beyaz fotoğraf bana bunları anımsattı yetmez mi?

Perşembe, Temmuz 14, 2022

Vehbi Koç’tan nasıl azar işittim!



 




Yaşam… Bir varmış, bir yokmuş…

Gazetecilikte deli gibi koşturduğumuz yıllar, Tercüman’dayım, genel yayın müdürü Güneri Civaoğlu, tiraj 1 milyonları geçmiş, ekonomi takibindeyim, -aman şunu atlamayayım, bununla görüşmem gerek, adam telefonlara çıkmıyor- karamsarlıkları, meslektaşlarla dayanışma hali, sabah telefonları:


-Vecdi Bey, hörmetler (Vecdi Seviğ ile aramızdaki özel hitap şekli!)

-Hörmet bizden… 

-Sizde var mı şu taslak?

-İşte, geçtiğimiz haber kadar… Bugün belki bakanın basın toplantısı olacak zaten…


Bir yandan ev yaşamı, evden telaşla çıkarken yapılan,  çoğu kez sonuçlanmayan planlamalar:


-Kıymayı buzluktan çıkartmış mıydım? Ali’yi kreşe bugün Feyzan bırakacak da, acaba hangimiz alabileceğiz? A, zaten annemi göz doktoruna götüreceğim, öğleden sonra için şeften izin alırım, doktor çıkışı, Ali’yi de alır eve döneriz…


Ve büroya telaşla giriş, şef Selman Erdoğdu (*): 


-Aman Nursun şu Peşin Vergi (**) işini atlamayalım, gazetenin manşeti yarın onun üzerine kurulacak. Sen taslağın peşindeydin ne oldu? 

-Selman Bey, araştırıyorum Maliye Bakanına ulaşamıyoruz, alt kademeden birilerini bulmaya çalışıyorum.

-O zaman, bugünkü esnaf-tüccar zirvesini sen izle, mutlaka şikayet edecekler, oradan bir şeyler çıkar hatta Vehbi Koç da gelecekmiş, onunla mutlaka ama mutlaka konuşmalısın…

…….

Vehbi Koç… Erol Toy’un “İmparator”unu (***) üniversite yıllarımızda okumuşuz, önyargılıyız Koç’a… Hani Koç, Ankara’da küçük bir bakkalla işe koyulmuş da, kurtlanan peynirler, köylüden toplanan kiremitlerin fahiş fiyatla satışı filan derken büyümüş de imparator olmuş… 


Düşünceliyim, -Koç bana konuşur mu? Onca baba gazeteci varken… Zaten Ankara temsilcilerini filan bugün için oteline davet etmiş- onlar da viski içilirken tutup peşin vergiyi mi soracaklar Koç’a sohbette?


Derken, toplantının yapıldığı salona gidiyoruz. Odalar Birliğinden üst yöneticiler, Anadoludan gelen esnaf tüccar, iş dünyasından bütün temsilciler orada, bizi sadece toplantının açılışına aldılar, holde bekliyoruz. Bir ara bakıyorum, Vehbi Koç hole çıkıyor, peşinden koşuyorum:


-Efendim kısacık bir şey soracaktım?


Yanıt yok, koşar adım ilerliyor, o önde, ben arkada… Sorumu tekrarlıyorum, yanıt vermiyor, yanında koruması olmalı, birisi daha var, nazikce beni uzaklaştırıyor, zaten bir noktadan sonra takip edemiyorum, erkekler tuvaletine giriyorlar, kapı kapanıyor,  biraz sonra Koç dışarı çıkıyor, beni kapıda görünce kaşları çatılıyor:


-Yine mi sen?

-Ama efendim önemli, bu peşin vergi konusunda görüşünüzü…


Sözümü kesiyor:


-Sen şimdi ayak üstü benden laf mı almaya çalışıyorsun? Çekil bakayım önümden…


Koç’tan çocuk gibi azar işitmek ağırıma gidiyor, holde bir koltuğa ilişiyorum, boğazım düğümleniyor, ağlamaya hazırım, meslek büyüklerimin sözleri aklıma geliyor: 


-Bizim işimiz bilgiye ulaşmak, halkı aydınlatmak. Bize her yol mübahtır, ısrarcı olacaksınız, takipçi olacaksınız. Bilgiyi saklayanların kötü sözlerini sakın üzerinize almayın…


Toplantının bitişini bekliyoruz, garsonlar içeriye tepsilerle yemek taşıyor, karnım aç ağzım sulanıyor, -büroya dönüşte Pembe Panter’den (Tunus Caddesindeki ünlü sandviççi)  beyaz peynirli sandviç söylerim- diyorum, holdeki koltuklarda benimle birlikte bekleyen arkadaşların çoğu, hatta benim foto muhabirim Rafet Hüner de dışarıya çıkıyor, sigara molasındalar… Salonun kapısı açılıyor, o ne? Vehbi Koç… Direkt bana yöneliyor, -eyvah yine mi sen? Diyecek, bir azar daha mı işiteceğiz?- derken Koç yüzünde kocaman bir tebessüm, yaklaşıp, koluma giriyor:


-Gel buraya şöyle, senin adın ne bakayım?

-Nursun efendim…

-Dursun demek, sen ailede son çocuk musun?

-Yok, Nursun Erel benim ismim.

-Ha, tamam, söyle bakayım evli misin bekar mı?

-Evliyim efendim, bir de oğlum var, Ali…

-Hah şimdi oldu… Zaten sana bir şey diyeyim mi?  -Bekarlık sultanlık-derler ama değil…


Kolumu bırakmıyor, çıkış kapısına doğru ilerliyoruz, “efendim bu peşin vergi konusunda siz ne düşünüyorsunuz?” Diye art arda soruyorum, yanıt vermiyor, arkamızda yürüyen adamı kapıda çalışır durumda bekleyen arabaya bindiriyor Koç’u, camdan gülerek el sallayıp gidiyor… Foto muhabirimiz Rafet Hüner şaşkın, -tuh resmi kaçırdım- diyor, ben ise resim peşinde değilim, haberi çıkaramadığıma hayıflanıyorum, büroya dönüyoruz, Selman Beyin yüzü asık, -İstanbul’a ne diyecek?- 


Ertesi gün (21 Eylül 1985) Yeni Asır gazetesinde Vehbi Koç’la birlikte, hem de 1. Sayfada  “haber olduğumuzu” görüyorum… O günlerin acar foto muhabiri Turgut Mantar olayı kaçırmamış, üstelik bizi! atlatmış…


Ya, yaşam işte böyle, bir varmış bir yokmuş…


(*)https://www.yeniasir.com.tr/izmir/2010/02/07/ikisi_yeni_asirdan_63_usta_gazeteciye_odul


(**) https://egazete.cumhuriyet.com.tr/katalog/192/1985/9/23/11


(***) https://www.kitapyurdu.com/kitap/imparator/370077.html


  


 

Salı, Kasım 10, 2020

Zarif bir hanımefendi Dânâ (Dana) Noyan...



O zerafet timsali hanımefendiyi gençlik yıllarımda tanımıştım, onun şen şakrak kahkahaları ile renklenen muhabbetimiz yılllarca devam etti.

Dânâ Noyan aslında diş hekimiydi fakat anlattığına göre çok kısa bir süre Ereğli’de (Demir Çelik fabrikasında mıydı yoksa?)  görev yaptıktan sonra “diplomasını duvara asıp,” evlenip, Ankara’ya yerleşmişti. Son derece şık giyinen, dikiş nakışını kendi yapan, örgüleriyle ünlü, unutulmaz sofraları hep konuşulan bu güzel kadın, tanıştığımız sırada, gazetemizin Müessese Müdürlüğünü yürütüyordu.

Güneri Civaoğlu’nun (*) Genel Yayın Müdürlüğünde tirajı 1 milyon aşan, ünlü yazarlarının vurucu makaleleriyle etkili olan muhafazakar gazete Tercüman (**) 80’li yıllarda basın sektöründe büyük atak yapmıştı. Civaoğluözel haber”e çok değer verdiği için farklı görüşlerden gelen gazetecileri el üstünde tutar, iyi koşullarda çalışmalarını sağlardı. Anadolu Ajansının en yeni muhabiri, asgari ücretle çalışan bana, dört kat maaşla Tercüman’dan teklif gelince “hayatta okumadığım” bu gazeteye geçmekte çok tereddüt etmiştim ama Barış Kaşıkçı:

-Gazetecilikte imza sahibi olacaksın, sen boşver siyasi duruşunu, Güneri Bey için haber çok önemlidir... Mutlaka kabul etmelisin

Deyince, Tunus Caddesindeki büroda (Nur Batur’la birlikte)  çalışmaya başladık. Bence büromuz o yılların “en güzel gazete bürosu”ydu. Muhabirlerin ve istihbarat şeflerinin birlikte çalıştıkları salonumuz Büyük Ankara Otelinin Havuzuna bakardı. Yaz aylarında havuz çevresindeki şezlongların pek çok ünlü ziyaretçisi olur, Güneri Bey Ankara’ya geldiğinde randevularını otelde verirdi. Ne yazık ki çok değerli meslektaşımız ve çalışma arkadaşımız Mevlüt Işık da otelin lobisinde korkunç bir suikaste (***) kurban gitti. Salonun diğer ucundaki pencereler ise Rus Ticari Ataşeliğinin küçük koruluğunu görüyordu. 

Binamızın girişinde sol tarafındaki bahçe içindeki villayı bir ara mafya lideri İnci Baba (****) kiralamıştı. Leopar yavrusu hatta ceylan  beslediğini gözlerimle görmüştüm. Birgün oğlum Ali’yi iş çıkışı ana okulundan almıştım, kestirmeden otobüs durağına ulaşmak için, İnci Babanın bahçesinden geçelim dedim fakat yarı yolda aklıma leoparlar geldi, ‘Ya bize saldırırlarsa?” Diye ecel teri döktüm, koşarak geçtik bahçeden.

Büromuzun her yerini süsleyen makramelerle tavana asılı saksılar Dânâ Noyan’ın el emeğiydi. O güzelim süs bitkileri stresli çalışma saatlerimizi renklendirirdi. Dânâ Noyan onca hobisinin yanında Ankara’da defalarca “briç şampiyonu” olmayı başarmış, Türkiye çapında da dereceler almıştı. Bir gün bana “arkadaşlarını ikna et, size briç öğreteyim” dedi ama kimse istekli olmayınca vazgeçtik.  Çekişmeli tavla partilerimiz ise Ankara’da da Bodrum’da da keyifle devam etti. Bir sohbetimizde anlatmıştı:

-Biliyor musun? Bana bir şarkı yazılmıştı.

-Aman ne güzel. Hangi şarkı?

-Pek sayılmaz, daha doğrusu şarkı güzel olabilir ama sözleri çok sitemkar, baksana:

Sen kimseyi sevemezsin
Sevmeyeceksin sevmeyeceksin
Rüzgarlarin önünde
Kuru bir yaprak gibi
Sürüklenecek sürükleneceksin
Sefkat nedir ask nedir
Ömrünce bunu bilmeyeceksin
Rüzgarlarin önünde
Kuru bir yaprak gibi
Sürüklenecek sürükleneceksin

https://youtu.be/5CC8W0NMbYE


Belli ki güftekar Dr. Doğan Işıksaçan bu sözleri, aşkına karşılık alamadığı için yazmış, Kamuran Yarkın notaya dökmüş. Şarkı enfes ama, haksızlık etmemiş mi Dânâ Hanıma?

Bir keresinde (1989) yılbaşı yaklaşırken, Ankara Büromuzdaki bir grup arkadaşımıza imkan doğdu, Uludağ’a gidilecekti... Fakat, Dilek Akerdem’le birlikte  aldı mı bizi bir düşünce:

-Yahu tam da kayak mevsimi, iyi peki Uludağ’a gidince hoca tutar, ders mers alırız da, doğru düzgün kıyafetimiz yok ki, neyle kayacağız?

Dânâ Noyan bizi duymuştu:

-Aa, hiç düşünmeyin, benim kıyafetlerim ne güne duruyor? Yarın hepsini getiriyorum. 

Ertesi gün gelen son moda kayak takımlarını, hele benim ayağıma tam gelen tilki kürkünden apreskilerin güzelliğini unutamam, bütün şıklığımızla Uludağ’a gidip, düşe kalka kahkahalara boğulduğumuz kayak denemelerini, oğlum Mehmet’in diş çıkarırken yeni yeni emeklediği (7 aylıktı)  gecelerde bize uykuyu haram edişini de. Orada da haberciliği bırakmamıştık, bir bakanla (Yusuf Bozkurt Özal) karşılaşıp yaptığımız röportajın bandını çözerken, Mehmet daktiloya asılıp duruyordu.

Yıllar içinde Dânâ Hanımla dostluğumuz hep sürdü. Bir ara Başbakan Yardımcısı  Tansu Çiller’in danışmanı idim.  Dânâ Noyan da ekipteydi. O yılları, Ali Bilge ile kaleme aldığımız “Tansu Çiller’in Siyaset Romanı”nda anlattık, hala bulunuyor kitapçılarda. Dânâ Hanımın Tansu Hanımla ilgili gözlemleri, anekdotları ise bende saklı kaldı. 

Dânâ Hanım’la bir gün Bodrum’da sohbet ederken:

-A, bak sana ne göstereceğim. Şu sayfalara bakar mısın? Nazlı’nın (Ilıcak) benim için 13 yaşındayken yazdığı şiir...

Gözlerime inanamadım, “Nazlı Çavuşoğlu” imzalı, uyaklı şiir Dânâ Hanımı çok iyi anlatıyordu. Resmini  de çektim:







Geçen zamanda Dânâ Hanım zerafetini hiç yitirmedi ama şen kahkahası soldu sanki. Olayları, isimleri hatırlamakta zorluk çektiği anlaşılıyordu. 



Onu yitirdiğimizi öğrendiğimde ne kadar üzüldüm...  İlk aklıma gelen, kendisine yazılan şarkı oldu ama ben onun sözlerini değiştirdim:

Rüzgarla sürüklenip aramızdan bir yaprak gibi ayrıldınız belki ama şefkati de aşkı da umarım  gittiğiniz yerde bulmuşsunuzdur sevgili Dânâ Hanım”


(*) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Terc%C3%BCman_(gazete)

(**) https://www.biyografi.info/kisi/guneri-civaoglu

(***) https://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1988/6/2/10.xhtml

(****) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Mehmet_Nabi_%C4%B0nciler

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...