Bu Blogda Ara

işsizlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
işsizlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Ekim 19, 2010

Donup kaldık... (Bu olay dün saat 14.00’de Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinde yaşandı)







Uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla dün Tunalı Hilmi Caddesinde (*) buluştuk, sonra, öğle kalabalığının arasına karışıp yürüyerek, bir restorana gittik. Arkadaşım sigara içer (oysa önemli bir rahatsızlık geçirdi, yani yaşam ona bir şans daha tanıdı, ne mutlu... Keşke sigarayı bırakabilse!) o yüzden kaldırım kenarındaki bir masaya oturduk, garson geldi, menüleri elimizden alırken:

-Seçebildiniz mi?
-Evet, birer tavuk şnitzel alacağız, yanında ne veriyorsunuz?
-Patates kızartması efendim.
-Hardal da getirin.
Sonra koyu bir sohbete daldık. Meslekte kimler ne yapıyor? Kimler iktidarın dümen suyunda refah içinde, kimler işsiz? Kulislerdeki son dedikodular... Laf lafı açtı, konuşup durduk.
Bu sırada yanımızdan onlarca insan geçip gidiyor. Şık kadınlar, el ele aşıklar, iki dilenci, koşar adım yürüyen gençler... Yaşlıca, dökük kıyafetli bir adam sırtında koca bir çuvalla yürürken ayağı takılıp düştü, ama kimse yardım etmedi, çuvalı hala sırtında, zorla yanındaki park durumundaki arabaya tutunup, kalktı gitti.
Arkadaşım Cumartesi sabahı bir haber kanalında gördüklerini anlattı:

-O silikon dudaklı sarışın sunucu kadın var ya, AKP’nin Kızılcahamam kampından canlı bağlanan muhabire ne dedi biliyor musun?
-Ne?
-Yahu inanılmaz bir şey. Kulaklarıma inanamadım, dedi ki, kampta birisine çok özel bir mesajımı iletir misin? Zafer Çağlayan’a, (**) Bana geçen gün demişti ki, -‘yurtdışında değilsem Cumartesi ve Pazar sabahları sadece seni izliyorum...’-
-Ne? Yayında bunu söyledi ha?
O sırada yemeklerimiz geldi... Şnitzel bildiğimiz standart fabrikasyon lezzetteydi, patates kızartması da aynı, laboratuvarda üretilmiş gibi... Arkadaşım garsona seslendi:
-Bir de çok soğuk bira getir, ama fıçı olmasın... Küçük bir şişe...
Ben soda tercih ettim.
Sohbetimizi sürdürdük. Porsiyon büyük tutulmuştu, yavaş yiyorduk. Ben patateslerimin neredeyse tamamını tabakta bıraktım, o da şnitzelinin dörtte birini...Tam kahvelerimizi söyleyecektik ki, yanımızda bir adam belirdi, orta yaşlı, kıyafeti düzgün, ama epey eprimiş... Yüzümüze bakmadan yavaş sesle ikimize hitap etti:
-Şunu alabilir miyim?
Önce ne demek istediğini anlamadık, şaşırmıştık. Başıyla masamızdaki sepette duran küçük yuvarlak susamlı ekmekleri işaret etti, sessizce onay verdik, adam ekmeğin birini alıp hızla ayrıldı yanımızdan. Arkadaşımızla donup kaldık... Birbirimize baktık sadece...

İlk konuşan o oldu:
-Düşünebiliyor musun insanların durumunu?
-Hiç sorma, ‘hepsini al’ diyecektim diyemedim...
Lokmalar boğazımıza dizilmişti. Keyfimiz kaçtı, ikimiz de bir süre konuşamadık, hesabı istedik, ödeyip kalktık masadan. Nedense aklımdan Mehmet Akif’in, “Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olaydı” sözü geçti...

(*) Tunalı Hilmi Caddesi, Ankara'nın Çankaya ilçesine bağlı Kavaklıdere semtinde bulunan bir caddedir.
(**) Zafer Çağlayan, AKP Kabinesinin Devlet Bakanı.

Pazar, Eylül 19, 2010

Bankalar, kan emiciler!






Aşırı mı geldi? Abarttım diye mi düşündünüz? Hayır, aynen öyle, hatta fazlası. Neden diyorsanız buyrun size bir gerçek hikaye:
Bir tanıdığım var, ismi lazım değil. İki yıl öncesine kadar iyi ücretlerle özel sektörde çalışırken, malum, iktidar partisi çok başarılı! ya, (hani ülke dev bir şantiyeye dönüştü breh breh breh), işsiz kaldı...

-“E, ne olacak? Çoğumuz bu durumdayız, ya da hepimizin bu durumda yakınları, tanıdıkları var” 
diyorsunuz duyuyorum. Durun durun, işte ben de onların halini ya da gelecekteki hallerini anlatmaya çalışıyorum size.

Evet işsiz kaldı. Olağanüstü çaba göstermekle birlikte,(55 yaşında oluşu da etkendi) , tam iki yıl boyunca iş bulamadı. Peki ölsün mü? Tabii yaşasın, ama nasıl?
Devam eden hayat demek, harcama demek... Yani kira, evin-mutfağın günlük masrafı, çocukların, eşin (çalışıyor ama memur maaşları malum) harcamaları. Eh, gelsin borçlanma... Bankalar bol keseden kredi dağıtıyor, hatta “sıfır faizli ihtiyaç kredisi” açıyor ya... Evet, borçlar kar topu gibi büyümeye başladı, aradan bir kaç ay geçti, aradı aradı hala iş yok, başvurular, doldurulan formlar, araya sokulan hatırlı dostlar, mülakatlar, biz sizi ararızlar vs vs iş yok... Önce araba satıldı. Biraz rahatlayacağını sandı ama ne gezer? Meğer o sıfır faizli diye sunulan krediler anasının nikahı değil miymiş... Gelen para kızgın tavaya su damlamışcasına uçtu gitti. İş aramaya devam... Yer demir, gökbakır... İş yok...

-Dur bakalım dedi şu bankanın kredi koşulları daha uygun diyorlar. Oradan alıp şurayı kapatmalı...
İş hala yok... Babadan kalan küçük bir arsa vardı onu satışa çıkarmalı... Eh, kızgın tavaya bir damla su daha... İş yok...

Efendim uzatmayalım. O bankadan bu bankaya... Satılan arsanınkini ona, şunu buna derken bıçak geldi kemiğe dayandı. Yapılan şey şu oldu... Beraberlik dağıtıldı, yakınım o yaştan sonra bekar bir akrabasının yanına taşındı, hayat arkadaşı da annesinin yanına gitti. Çocuklar yetişkindi, onlar da kendi yağları ile kavrulmak üzere arkadaşlarının yanına yerleştiler (bir yandan günlük işlerde çalışıyorlar.)
Evet, bıçak kemiğe dayandı demiştik değil mi? Ne oldu sonra peki? Yakınım kardeşi ile olan evinin yarı hissesini sattı, onunla da borçlarını kapama maratonuna girişti... Kan emici bankaların kapılarını tek tek çalmaya başladı. Ona şu kadar, buna bu kadar... Ama mübarekler geciken borçlara öyle faizler tahakkuk etiriyorlar ki... Of of of... Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Üstelik telefonda (borç takip bölümleri şubelerden bağımsız, ancak telefonla ulaşılabiliyor!) söylenenlelerle, bankada karşılaşılan rakamlar birbirini tutmuyor. Hele hele kan emicilerin şu otomatik santralleri yok mu? Dakikalarca süren konuşmalar, onu tuşla bunu tuşla, tekrar başa dön, şu menüye git, sizinle müşteri temsilcimiz birazdan ilgilenecekler, şu anda hatta bekleyen dördüncü kişisiniz, olmadı baştan... Resmen çıldırtıyor adamı.
Eveeet bütün parası bitti, üstündeki mal varlığı sıfıra sıfır oldu... Hala iş yok...
Sonuç mu? Sonuçta yakınım bu koşullarda yuvarlanıp gidiyor, pardon yaşamayı sürdürüyor, tabii buna yaşamak denirse.
Bilin bakalım bu rezaletin yaşandığı ve de insanların hala yöneticilerine biat ettikleri ülke neresi? Bir ipucu, T harfiyle başlıyor ülkenin adı... Trinidad, Tobago... Hadi canım söyleyiverin neresi burası?

Partili gazeteciler… Pravda…

Gazeteciler Cemiyetinin düzenlediği Medya Konferansının (*) i kinci gün  oturumları da ilginçti. “Gazeteci kimdir? ” Başta olmak üzere pek ç...