Ana içeriğe atla

Kayıtlar

mehmet erel etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

O meşum gün, Uğur Mumcu’nun katledilişi

24 Ocak 1993   Pazar günü çok soğuk, hatta bizim o taraflarda karlı bir gündü, şehrin epey dışında, Eryaman ’da oturuyorduk. Öğle saatlerinde   ailece Esenboğa ’ya   doğru yola çıktık. Eşim Feyzan   o gün yurtdışına gidecekti, onu havaalanına bırakacaktık, çocuklarımız küçüktü, evde yalnız kalmalarını istememiştik. O yıllarda , Cumhuriyet Gazetesinin Ankara Bürosunda muhabir olarak  çalışıyordum. Cep telefonlarının henüz yaygınlaşmadığı dönemdi, zamanla yarışabilmek kaygısıyla gazeteden hepimize birer çağrı cihazı verilmişti. Çantamda duran cihazın mesaj anlamındaki sürekli!  bip lerini duyunca çıkarıp baktım:   -Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bomba infilak etti... (*) Tekrar tekrar okudum, inanamıyordum. Sanki okuduklarım kafama girmiyordu. Tam bir dumura uğramışlık haliydi...Çağrı cihazları sadece gelen mesajları gösterebiliyordu, yazışma yapılamıyordu. Kıvranıyordum meraktan, endişeden, ama yer demir gök bakırdı. Esenboğ a’ya vardığımı...

2021’in ilk günü...ŞEREFE

-Hiç aklıma gelir miydi torunum şampanya kovasıyla oynayacak ben de kahkahalarla güleceğim? -Eh, bunca yılbaşı geçirince insan, pek çok şeyle karşılaşıyor, hepsi ayrı bir hikaye... Hatırladığım ilk yılbaşı, Gaybi Yatır Apartmanı ndaki evimizde, 7 numaralı dairemizde geçiyordu mesela... Annemle babam bize birer tane oyuncaklı çikolata almıştı, benimki kız bebek, ağabeyiminki tavşan biçimindeydi.  Sonra oradan taşındık, Hanımeli Sokağın diğer tarafına geçtik, Hanımeli Apartmanı nda oturuyorduk. Babam, Ankara Sineması nda oynayan  bir Jerry Lewis*  filmine bilet almıştı, bütün aile gözümüzden yaş getiren kahkahalara boğularak filmi izledik.  Çocukluk ve gençlik yılllarımın en önemli ilkesi saat 24.00’ü gösterdiği anda ilk, Ayşegül ’le birbirimizi kutlamamızdı... Sonra araya yıllar girdi, o terk-i diyar eyledi, Paris ’e yerleşti. Yine sürdürdük ilk birbirimizi kutladığımız yılbaşıları... Millenyum ’da ailecek Paris ’teydik, Ayşegül ’ün evinde, o ne güzel sofraydı... Eyf...

BLUZ DEYİP GEÇME!

17 Şubat 2020...  Heyecan dorukta, Feyzan 12 Aralık 2019 gününden beri süren bir hastane serüveninin başkişisi... Telaş, korku, merak, üzüntü...  Duyguların girdabındayız. Ailemiz su sızdırmaz bir dayanışma içinde... Dostlarımızla kenetlenmişiz... Doktorlarımız Murat Akova ve Ahmet Rüçhan Akar bizim kahramanlarımız, hemşireler, hastabakıcılar hepsi ayrı bir değer... İşte o puslu ve sonu belirsiz gün... Hastanedeyiz...  Ali ve Mehmet’le konuşmadan, öylece oturuyoruz,   Feyzan yatakta...  Ertesi günü bekliyoruz, Feyzan ameliyata sabah erken alınacak... - Ne olacak? Ne olacak? Başarılı geçecek mi? Zor mu olacak? Ne kadar sürecek? Haftalardır yaşanan kabus bitecek mi? Birden aklıma geliyor: - Çocuklar ben bir Kızılay’a gidip geleyim... Aklımdaki şu: - Hastane süreci kimbilir ne kadar devam edecek... Oyalanmak için birşeyler bulmak gerek... Getirdiğim kitaplar yetmiyor, gidip dantel ipliği alayım... İşte bluza dönüşmeden önce, o dantelin öyküsü böyle başladı, ...

Seni Uzaktan Sevmek

Kim ne derse desin, bu Corona salgını hepimizi öylesine ürküttü ki, korkudan öleceğiz vallahi, hem de öylesine  korkuyoruz, var mı ötesi? -“ Ecel geldi cihane, Corona virüsü  bahane” Diyorsunuz, duydum, duydum, ama öyle değil işte... Benim en büyük korkum ne biliyor musunuz? Son dakikalarımı, nefes alamadan, boğulur gibi geçirmek... Covit 19’a (*) maruz kalıp, günlerce sürünüp, sonunda kurtulanlardan duyduk. Oksijenin yetmediği, akciğerlerin sertleşip, temiz havaya adeta set  çektiği  bir kabusla, günlerce yüz yüze kalmışlar. Tam bir işkence. Ha, bir de benden daha hassas durumdaki eşime geçer korkusunu yaşıyorum aslında, çünkü ameliyat  geçirdi ve henüz 1 ay oldu hastaneden kurtulalı. Eh işte bu korkuyla yaşayan insan ne yapar? Anlatayım... Günlerdir dışarı çıkmıyoruz, esasen yiyecek konusunda tedbiri elden hiç bırakmazdık. Örneğin yazdan hazırladığımız yiyeceklerimiz vardı, dolmalık biberleri ipe dizip güneşte  kurutmuş, buzlukta enginar, b...

Kahramanımız Ahmet Rüçhan Akar

Çok teşekkür ederim, bütün dostlarımıza... Sevgili Betül ve Alişan Soylu’ya. Onlar bizim bu mucizeyi yaşamamıza vesile oldular. Şu anda saat 23.00 hastanedeyiz (*) Meğer ne ağır, ne zor  bir ameliyatmış bu by-pass, oysa yıllardır duyarız, üstelik çok yakınlarımıza da bu piyango çıktı ama ne zaman başımıza geldi, o zaman tam anlamıyla idrak edebildik. Boşa söylenmemiş demek ki söz: -“Ateş düştüğü yeri yakar”... Önce “Feyzan hemen yoğun bakım sürecinden çıktı” diye sevindik, sonra bir baktık, heryerinde direnler, atar damar, toplar damar yolları,  kablolar... Hele o göğsünü yaran bandajın altındakini düşünmek insana nasıl da acı veriyor... Bir bakıyorsunuz, sakin ama iştahsız, bir bakıyorsunuz gözleri çakmak çakmak, ateşi çıkmış... Korkular, telaş, ilaçlar ilaçlar... Neyse ki Ali ile Mehmet’in olağanüstü desteği var... Galiba hayatta yaptığımız en doğru iş onlar! Kolay değil, “Hastaneler! Serüvenimiz”in  (**) üçüncü ayındayız... Umutsuzluk, karamsarlık, i...

Velasquez'in "Nedimeler"i

Bugün tüm ülkede ve Ankara 'da mevsim normallerinin çok üstünde, aşırı sıcak bir gün yaşanıyormuş eh, doğayı biz yavaş yavaş yok ettiğimize göre sonuçlarına da katlanacağız... İyi de bu zor günü nasıl atlatmalı? Kendi zorunlu! seçimimi anlatayım. Bizim Fret (Sevgili kurt köpeğimiz)  ameliyatlı ve yeni taburcu oldu, bir sürü yasakları var, dolayısıyla birimizin başucunda beklemesi gerekiyor. Herkes çalıştığından bu görev boş gezenin boş kalfası olan bendenize düştü. E, ne yapayım,salonda klimayı açtım, o yerde ayağımın ucunda,ben koltukta uyuklama vaziyetindeyiz. Tabii sıkıcı bir durum, elime yeni bir kitap aldım, Antonio Tabucchi 'nin " Tersyüz Oyunu "nu... Ama daha giriş paragrafında attı kazığı bana Tabucchi , toprağı bol olsun... Şöyle dedi: "Maria do Carmo Meneses de Sequeria öldüğü sırada ben Prado muzesinde Velasquez'in Nedimeler tablosunu seyretmekteydim. Bir Temmuz öğlesiydi ve ben onun ölmekte olduğunu bilmiyordum. Saat on ikiyi çeyrek...

Antakya'ya dair...

Antakya 'ya yıllardır gitmemiştik, geçenlerde yolumuz düştü, herşeyiyle sıcacık bir Akdeniz kentinde bulduk kendimizi. Aslında kardeşimiz Mutlu Erel 'in geçirdiği ciddi ameliyat nedeniyle oradaydık, neyse ki ameliyat başarılı geçti... Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi nin verdiği hizmet, başarılı doktorları, hemşireleri, hatta güvenlik görevlileri ile bizi hayran bıraktı. İlginç noktalardan biri hastane personelinin doktorlar dahil, çoğunun Arapça biliyor oluşu idi... Onların olmadığı yerde de hemen bir tercüman ya da Arapça bilen bir vatandaş yetişiyordu imdada... Aslında sokak levhaları bile sanki bir Arap kendi izlenimi veriyordu Antakya'da... Yoğun bakım kapılarında beklerken öyle sıcak dostluklar yaşadık ki... Anadolu insanının çıkarsız, beklentisiz samimiyetine bir kez daha saygı ve hayranlık duyduk. Antakya 'nın yüzyıllar öncesine dayanan ipekçilik sanatı ise neyse ki halen devam ediyor... Üretim artık çok azalmış olsa bile hala bir...

Rio’da Türk Rüzgarı (3)

Feyzan ve Mehmet’e - A evet size sözüm vardı. Caipirinhas içecektik. Nasıl mı yapılıyor? Şeker kamışından üretilmiş bir tür rom kullanılıyor, “K açaça ” denilen... Bir limonu ince ince doğrayın önce, sonra havanda ya da bir  cam kasede, üzerine yarım çay bardağı toz şeker ekleyip, hafiften ezin... Limon koksun heryer... Şimdi bardaklara dağıtın o şekerle ezdiğiniz limon dilimlerini, üstüne bolca buz ekleyin ve kaçaça yı doldurun bardağa... Karıştırın, işte size caipirinnha s .... Mmmm nefis değil mi? Afiyet olsun... Copacabana'da bikini satışı Rio ’da tam bir tropik iklim var, hava sıcak, rutubetli... Hemen plaja inmeli... Hangisine mi? Valla hangi havanızdaysanız, örneğin Copacabana , isterseniz voleybol ya da tenis oynar, kendinize güveniyorsanız 3 metrelik dalgalarda sörf de yapabilirsiniz... Ya da uzanın şöyle kumlara, önünüzden seyyar satıcılar gelip geçsin, tam karşınızdaki “ Şeker Tepelerini ” seyrederek hülyalara dalın... -Burada denize giri...

RIO DE JANEIRO'DA TÜRK RÜZGARI (1)

Sevgili Feyzan ve Mehmet'e Rio ’ya gitmek aklımın ucundan bile geçmezken, Feyzan’ın büyük sürprizi ile kendimi bir anda Copacabana’ya bakan bir otel odasında buluverdim. Copacabana Plajı Saatler süren yolculuktan, Sao Paolo ’da sıkıcı mı sıkıcı bir duraklamadan, üstelik de yeniden bavul al-ver telaşından (*) nefes alamaz duruma gelmiştik... Odanın penceresinden görülen manzara müthişti... Copacabana kumsalını gündüz gibi aydınlatan dev projektörler öyle nefes kesici bir güzelliği gözönüne seriyordu ki, yorgunluğumuz uçtu gitti.... Sahile vuran dev dalgaların sesi,   sanki “ samba ritmi ”ndeydi, bu ninniyle hemen uykuya dalıp rüya bile gördüm... Rüyamda yemyeşil çimenlerde koştururken,   “nedense” karla kaplı   bir şeve girip, bu kez daha hızlı koşmaya başladım. Eriyen karlara bata çıka koşarken, ayaklarım sırılsıklam olup dondu... Uyandığımda farkettim klimanın odamızı buzhaneye döndürdüğünü... Sabah kahvaltıya indik, büfenin en gözalıcı yanı envai ...