Kim ne derse desin, bu Corona salgını hepimizi öylesine ürküttü ki, korkudan öleceğiz vallahi, hem de öylesine korkuyoruz, var mı ötesi?
-“Ecel geldi cihane, Corona virüsü bahane”
Diyorsunuz, duydum, duydum, ama öyle değil işte...
Benim en büyük korkum ne biliyor musunuz? Son dakikalarımı, nefes alamadan, boğulur gibi geçirmek... Covit 19’a (*) maruz kalıp, günlerce sürünüp, sonunda kurtulanlardan duyduk. Oksijenin yetmediği, akciğerlerin sertleşip, temiz havaya adeta set çektiği bir kabusla, günlerce yüz yüze kalmışlar. Tam bir işkence.
Ha, bir de benden daha hassas durumdaki eşime geçer korkusunu yaşıyorum aslında, çünkü ameliyat geçirdi ve henüz 1 ay oldu hastaneden kurtulalı.
Eh işte bu korkuyla yaşayan insan ne yapar?
Anlatayım...
Günlerdir dışarı çıkmıyoruz, esasen yiyecek konusunda tedbiri elden hiç bırakmazdık. Örneğin yazdan hazırladığımız yiyeceklerimiz vardı, dolmalık biberleri ipe dizip güneşte kurutmuş, buzlukta enginar, barbunya, bezelye dondurmuştuk. Kışlık domates salçamız, turşularımız, tarhanamız çoktan hazırdı...
Dolayısıyla erzak alışverişi için dışarı çıkma ihtiyacımız fazla değil.
Gel gelelim et, süt, yumurta, tereyağ ve taze kış sebzeleri için tabii ki alışveriş gerekiyor... Normalde bunu biz de yapabilecekken Mehmet büyük bir özveriyle virüse mirüse göğüs gerip bu işi üstlendi, bize söz verdirip duruyor:
-Aman sakın dışarı çıkmayın, bana liste hazırlayıp gönderin ben alıp getireyim...
Çaresiz kabul ettik, listeler geçiliyor, sıra teslimata geliyor...
-Aaa kapı çalındı
-Kim olabilir yahu bu karantina sırasında?
-Mehmet mi acaba? Bizim için alışveriş yapacaktı bugün...
Kapıyı açıyoruz, evet o gelmiş.
-Hoşgeldin canım, girsene içeri
-Yok yok girmeyeyim ben, paketleri torbaları şuraya diziyorum, ben gidince siz alırsınız
-Ya, olur mu? Gir içeri, yemek hazır, senin sevdiğin şeyleri pişirmiştim, bir iki lokma yersin
-Olmaz, ben dışarıda dolaştım, markete girip çıktım, virüs bulaştıysa size geçer
-E peki, tepsiye hazırlasam, sen diğer odada yemek yesen olmaz mı?
-Yok olmaz, haydi ben gidiyorum, size afiyet olsun.
Of, ne tatsız şu yaşadıklarımız. Oğlumuzla günlerdir birbirimizi görmemişiz, konuşacaklarımız birikmiş ama Corona endişesi aramıza giriyor, kapının eşiğinde üç beş kelimelik sohbet bile zor. Çoktan çekip gitmiş.
Televizyon açık, 65 yaş üstü yasağıyla (**) ilgili görüntüler var ekranda. Polis kovalıyor, beyaz sakallı bir adam kaçıyor. “Ne saçma şey” diyorum, eşitlik ilkesine aykırı bir kere... Neymiş? Yaşı 65 den yukarı insanların sokağa çıkması yasakmış, üstelik şu kadar da para cezası varmış, neden mi? Çünkü onlar virüs karşısında en savunmasız olanlarmış. Virüse maruz kalırlarsa ölebilirlermiş... Yani yaşlıları Coronadan yasakla, cezayla koruyacaklar. Eee, peki gençler bu virüse şerbetli mi? Onlar da virüsü kapabilir ve yaşlı-genç herkese bulaştırabilir öyle değil mi? Aslında eskiden olsa yasal itiraz yoluna gidilir ve uygulama iptal ettirilirdi, nerde o bağımsız mahkemeler, hakimler? İki dudak arasından bir KHK çıkıyor, tamam... İşin en komik yanı da bizi yönetenlerin neredeyse tamamının 65 yaş üstü oluşu... Bu kararlar onları bağlamıyor herhalde.
Peki biz bu salgına nasıl oldu da hazırlıksız yakalandık böyle? Sınırlar kevgir gibi bir kere, giren çıkan belli değil. Boşuna mı övündük 4 milyon mülteci besliyoruz diye? Örneğin Van’da çok fazla vaka varmış, çünkü salgında binlerce kayıp veren İran’dan o kadar çok gelen var ki...
Zaten iş Umre’ye giden binlerce kişiyle zıvanadan çıktı. Bir rivayete göre toplam 21 bin giden olmuş Umre için ve dönüşlerinde sadece son gelen bir kaç bini karantinaya alınabilmiş.
Tesadüfi yaşadığımız bir gerçekti de böylesine göz göre göre yapılan yanlışlar isyan ettiriyor insanı....
Kapı tekrar çalınıyor
-A, kim acaba?
-Mehmet olabilir bir şey unutmuştur belki,
-Kim o?
-Kargonuzu getirdim.
Kapı mecburi açılacak. Çok önce verilmiş siparişle Bodrum’dan gelen mandalinalar...
-Biraz ağır bu paket, siz kaldıramazsınız belki, içeri bırakayım mi?
-Yok yok aman orada kalsın
-İmzanızı atar mısınız? Aldım demeniz için
-Aman evladım, sen atıver bir imza...
Kargoyu getiren genç yüzümüze şöyle alaycı bir bakış atıp gidiyor... Acaba Corona endişemiz ona komik mi geliyor?
Oysa ben hiç gülmüyorum, dilimde Yaşar Güvenir’in şarkısı var:
-Seni uzaktan sevmek...
https://youtu.be/ds3g0l94lqA
Niye öyle yazılmış ki bu şarkı? O zamanlar Corona mı vardı sanki... Madem seviyordu, sıkı sıkı sarılsaydı sevdiğine, kucaklasaydı, hatta öpücüklere boğmalıydı onu... Uzaktan sevmek mi olurmuş?
(*) https://www.bbc.com/turkce/amp/haberler-dunya-51238220
(**) https://m.sabah.com.tr/gundem/2020/03/21/icislerinden-65-yas-ve-ustu-kisiler-icin-flas-karar/
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.
Bu Blogda Ara
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Ata’nın Kolibası
Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...
-
Son günlerde Bülent Eczacıbaşı’na atfedilen, aslında Yılmaz Özdil’in kaleme aldığı bir yazı (*) dolaşıyordu paylaşımlarda, nefis bir yaz...
-
Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi. Ancak başta ...
-
Geçenlerde İzmir’deydim, Asansör’ü hep duyar, merak ederdim, bir sabah erken yürüyüşe çıktım. İzmir Kız Lisesinin önünden geçerken Ankara’d...
Canım Nursuncugum, ne güzel dile getirmişsin yaşadıklarımızı. Senin durumun biraz daha özel tabii, sevgili Feyzan'in, hastanelerden -yeni sayılabilecek bir sürede- ancak kurtulabilmiş olması nedeniyle... Hepimize kolay gelsin. Çok sevgiler...
YanıtlaSil