Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ABD etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Halide Edib yüreklerden silinebilir mi?

Halide Edib, sırf birileri   “güdümcü-mandacı” yaftası yapıştırdı diye tarih sayfalarında karalanıp, yüreklerden silinebilir   mi? Bizim aydına, yazara, şaire (hele de kadın ise!) bakışımızın nasıl karanlık olduğunu, bu konulardaki sicilimizin ne kadar kabarık olduğunu bilmeyen mi var?  En parlak kalemleri öldürmüş, sürgün etmiş, sansürlemişiz, bunların hiçbirini yapamadıysak  “itibarsızlaştırma” çabasına girişmişiz..   Söz ettiğim kadın, Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’in yanında yer alan “ Halide Onbaşı,”  sayısız roman, öykü, tiyatro eseri vermiş, el yazısıyla tuttuğu hatıratı, mektupları pek çok ülkede koruma altında saklanan bir yazar, İstanbul halkına pek çok toplantıda, Sultanahmet mitinginde toplanan binlerce kişiye, “ işgale karşı çıkalım ”  çağrısı yapan ateşli bir konuşmacı, kadın haklarını, seçme seçilme hakkını ısrarla savunan bir feminist… Anadolu Ajansının isim annesi, Atatürk’ün dış dünyaya açılmasında ( yabancı gazetecilerle röpor...

“Cennetten gelen!” tatlı

  Bu resim (*) yıllar önce  İran’la savaş sırasında ölen askerlerin anısına yapılan “ Şehitler Anıtı ”nın önünde Bağdat’ta çekilmişti…  -Ne kadar zarif bir yapı değil mi? Gazeteciler aslında sürekli güncelin peşinde koşsalar da, olayların ötesinin de tanığıdır, sokaktaki adamdan farkları, gözlemlerini kayda geçirmeleridir. Şimdilerde artık neredeyse herkes sosyal medya kullandığı için “ zaman tanıklıkları ” iyiden iyiye yaygınlaştı, yani yaşananlar “silinmez” hale geldi. George Orwell’in unutulmaz romanı 1984’deki gibi (**)  eğer başımızdakiler! beğenmedikleri kimi olayları tarihten kazıyıp yok etmeye kalkışmazsa, bundan böyle, yaşanmışlıklar asla tarihin derinliklerine gömülüp gidemeyecek, ne hiyeroglifleri, ne çivi yazılarını çözmeye uğraşacağız, ne de kaybolup giden parşömenlere yazılı antik metinler için hayıflanacağız. “S avaşın eşiğindeki ” Bağdat’a 2 binli yıllarda art arda yaşanan krizler sırasında o kadar çok gidip gelmiştim ki, bir zamanlar “ Orta ...

DAMIZLIK DANALAR

  Çocukluğumu anımsıyorum, çok küçüktüm, babam güncel gelişmeleri hiç kaçırmazdı, salondaki büfemizin üstünde duran radyo gün boyu açıktı. Babam kimi zaman radyonun ibresiyle Hilversum ’dan Sydney’ e kadar pek çok istasyonda gezinir, farklı dillerden yayınlara kulak verir, ben de o yayınları  “ anlamadan dinlerken ” Jules Verne ’nin “ 80 Günde Devr-i Alem ”inin sayfalarında hayali gezilere çıkardım.  Radyonun ibresi, arada bir, akşam saatlerinde Moskova ’dan Türkçe! yayın yapan “ Bizim Radyo ”ya denk düştüğünde, kadın spiker,  madeni sesi, zor anlaşılan tuhaf Türkçesiyle konuştukça tüylerim ürperirdi. Kadının anlaşılmaz anonslarından, arada bir “geliyüür, gidiyüür, yapıyürler” gibi tanıdık sözcükler çalınırdı kulağıma… Babam bir gün radyoyu dinlerken sinirle söylenmeye başladı: -Yine yapacaklar… Memleketle oyun oynuyor bu yobazlar… Radyodaki yayın üzerine yorum yapan babam, bilmediğim bir olaydan, “ Milli Nizam Partisi ” diye bir partinin kapatılması sonrasın...