Halide Edib, sırf birileri “güdümcü-mandacı” yaftası yapıştırdı diye tarih sayfalarında karalanıp, yüreklerden silinebilir mi?
Bizim aydına, yazara, şaire (hele de kadın ise!) bakışımızın nasıl karanlık olduğunu, bu konulardaki sicilimizin ne kadar kabarık olduğunu bilmeyen mi var?
En parlak kalemleri öldürmüş, sürgün etmiş, sansürlemişiz, bunların hiçbirini yapamadıysak “itibarsızlaştırma” çabasına girişmişiz..
Söz ettiğim kadın, Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’in yanında yer alan “Halide Onbaşı,” sayısız roman, öykü, tiyatro eseri vermiş, el yazısıyla tuttuğu hatıratı, mektupları pek çok ülkede koruma altında saklanan bir yazar, İstanbul halkına pek çok toplantıda, Sultanahmet mitinginde toplanan binlerce kişiye, “işgale karşı çıkalım” çağrısı yapan ateşli bir konuşmacı, kadın haklarını, seçme seçilme hakkını ısrarla savunan bir feminist… Anadolu Ajansının isim annesi, Atatürk’ün dış dünyaya açılmasında (yabancı gazetecilerle röportaj randevuları, tercümeleri ile) sağ kolu…(*)
Ama O’nu baş tacı etmek şurada dursun, 31 Mart Şeriatçı Kalkışması sırasında “çocuklarıyla birlikte öldürme” tehdidiyle aylarca Mısır’da yaşamaya zorlamamış mıyız?
Halide Edib’e karşı suçlamalarımız zamanla şekil değiştirmiş, “güdüm-manda” istemine odaklanmış, o sıralarda Mustafa Kemal ile ortaya çıkan görüş ayrılığını “gözden düştü” diye konuşup durmamış mıyız?
Peki, bir yargıya varmadan önce, şu “güdüm-manda” sözcüğünün karşılığı neymiş, bir bakalım mı?
Diplomasi sözlüğünde (Manda, güdüm, mandate) başlığı altındaki tanım şu:
“I. Dünya Savaşı'ndan sonra bazı az gelişmiş kabul edilen ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen yetkidir”
—-yıkık ülke—-
Manda konusunun günlerce tüm detaylarıyla ele alındığı “Sivas Kongresi Tutanaklarına,” Mustafa Kemal’in sonraki yıllarda kaleme aldığı “Söylev”indeki sayfalara göz atmadan önce acaba 1919 yılı itibarıyla ülke genelinde durum neydi? Bir baksak mı?
“Beşyüz milyon lira borç, yıkık bir yurt, pek verimli olmayan bir toprak ve ancak on on beş milyon lira bir geliri olan bir ulus… İşgal altındaki İzmir’de insanlar zulüm görüyor, katlediliyor. Bu durumun protesto edilmesi için İstanbul’da planlanan gösteriler engelleniyor. İstanbul hükümetinin sivil paşalık verdiği Anzavur (**) İngiliz desteği ile Bandırma ve çevresinde isyan başlatıyor. Nigehbancı Subaylar (***) yabancı işgaline zemin hazırlamak için, hıristiyanları hedef alan bir isyan çıkarmak amacıyla Trabzon ve Samsun’a gidiyor. Anadolu’da pek çok kentte ayaklanmalar başlıyor. Mondros Mütarekesi sonrasında işgal kuvvetlerinin gemileri Çanakkale Boğazı'ndan geçerek İstanbul'a demirliyor. Anadolu adım adım işgal edilirken İngiltere, Karadeniz kıyılarında Yunanlıların bir Pontus Rum devleti kurma çabasına destek veriyor. Bölgede Rum çetelerinin saldırıları artarken, Türk grupların kargaşa çıkardığını iddia eden İngilizler, Osmanlı Hükümeti’ne 21 Nisan 1919'da, -Siz asayişi sağlayamazsanız biz Samsun'a çıkıp bölgeyi işgal edeceğiz- şeklinde nota veriyor.”
—-Ömer Sayar’ın anlatımı—
K İşte kimi aydınlarla birlikte Halide Edib’in de aralarında yer aldığı ve pek çok ordu komutanı tarafından da gündeme getirilen “güdüm-manda” önerisi, bu “çaresizlik ortamında” Erzurum ve Sivas kongrelerinde ortaya çıkıyor.
İ
Halide Hanımın torunu Ömer Sayar bu yüzden manda meselesinin “zamanın ruhu dikkate alınarak” değerlendirilmesini istiyor:
“-Herkes mandanın şartlarını kendi kafasında yaratıyor, kendine uygun şekilde mandayı istiyor, Atatürk ise bir deha, kendisine manda için yazılan bütün mektupları telgrafları Sivas Kongresinde okuyor, sonra Nutuk’ta da yazıyor…
-Zaten aslında Sivas Kongresinde başka bir şey görüşülmemiş, Atatürk kendi anlatımında günlerce, üç gün filan, mandanın görüşülüp konuşulduğunu anlatıyor.
-Üstelik bütün harbe giren komutanlar da, örneğin Rauf Orbay, Refet Paşa da şaşıyorsunuz okurken, mandanın en ateşli savunucuları. Hatta -kaçar bu fırsat geç kalıyoruz- diyorlar. Nutuk’u yazarken, Atatürk’ün enteresan bir tertip tarzı var, o yazıları nereden aldığını filan yazmıyor, yahut zaptı da koymuyor, kendisi anlatıyor, -şu adam çıktı bunu söyledi, bu çıktı bunu söyledi- diye.”
——Halide Edib’in mektubu—-
Halide Edib, Mustafa Kemal’e böyle bir ortamda gönderiyor o mektubu, ABD güdümü istenmesinin gerekçelerini özetle şöyle sıralıyor:
“…Tam bağımsızlık istemeye kalkışırsak ülkemiz parçalara ayrılacaktır…
-Suriye’de umduğunu elde edemeyen Fransa, zararını Türkiye’den çıkarmak istiyor.
-İtalya savaşa ancak Anadolu’nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini söylüyor.
-İngiltere’nin oyunu ise biraz daha ince. Türkiye’yi bütün olarak alabilirse, kafasını kolunu koparır, bir kaç yılda kendisine gönülden bağlı bir sömürge haline getirir.
-Buna en başta yurdumuzdaki din adamları isteklidir.
Biz eski ve yeni Türkiye sınırlarını kapsamak üzere geçici bir Amerikan güdümünü ehven-i şer (kötünün iyisi) olarak görüyoruz…Birbirini yok eden, çıkar, hırsızlık, serüven ve ün için yaşayanların sonsuz isteklerini yerine getiren hükümet anlayışı yerine, ulusun rahatlığını ve gelişimini sağlayacak ve halkımızı, köyleri, sağlığı ve düşünüşü ile yepyeni bir halk haline koyabilecek bir hükümet anlayışı ve uygulaması bize gereklidir. Bu işin istediği para, uzmanlık ve güç bizde yok. Yabancı devletlerden ödünç para almak tutsaklığı artırıyor. Kayırma, bilgisizlik ve çok konuşmaktan başka, olumlu bir sonuç veren yeni bir yaşayış düzeni yaratamıyoruz.
-Adaletli bir hükümetin kurulması
-Eğitim ve öğretimin yayılması ve genelleştirilmesi
-Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması
-Gizli anlaşmaların kaldırılması
-Bütün Osmanlı ülkesini kapsamak üzere Amerika hükümetinin bizi güdümü altına almayı kabul etmesi… (****)
Yurdumuzda boy ölçüşen devletleri ve kuvvetleri uzaklaştırabilecek bir yardımcı bize gerek. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupadan güçlü bir elde bulabiliriz. Serüven ve savaş zamanı artık geçmiştir. Gelecek için gelişme ve birleşme savaşı açmak zorundayız. Sınırlarında bunca çocuğu ölen zavallı yurdumuzun düşünce ve uygarlık savaşında kaç şehidi var?”
Halide Edib, 10 Ağustos 1919 tarihli mektubunu “saygılarımı gönderir, başarınıza dua ederim gösterişsiz bir Türk eri alçak gönüllülüğü ile sizinle birlikte olduğumu bildiririm” diye noktalıyor.
Mustafa Kemal, Halide Edib’in yanı sıra pek çok ordu komutanı tarafından gönderilen benzer mesajlarda ABD güdümünü isteyenlere şu yanıtı veriyor:
“Baylar, pek uzun geçen bu güdüm görüşmeleri, güdüm isteyenleri susturacak ortalama bir çözüm yolu bulunarak bitirildi. Amerika’da yıllardan beri bize karşı yapılmakta olan kötüleyici propagandaların doğurduğu düşünce akımını düzeltmek için her şeyden önce Amerika Kongresinden yurdumuzu inceleyecek ve gerçeği görecek bir kurul çağırmak. Bu öneri oy birliği ile kabul olundu. Bu yolda bir mektup müsveddesi hazırlandığını hatırlıyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamıyorum…” (*****)
Aslında Mustafa Kemal’in hatırlamadığı mektup ABD Kongresine gönderiliyor, sonuçta iki ayrı Amerikan heyeti Türkiye’ye gelerek manda incelemesi yapıyor (******)
James Harbord başkanlığındaki bir heyet Sivas’ta Mustafa Kemal ile buluşuyor, kendi anılarında dile getirdiği üzere Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Amerikan mandasına sıcak baktıkları izlenimini ediniyor, ancak görüşmeler sonucunda bu fikri değişiyor:
“Türklerin manda hakkındaki fikirleri bizimki gibi değil, onlar bunu yalnız bir büyük kardeşin nasihatı gibi düşünüyorlar. İç idareye veya dış münasebetlere hiç müdahale etmemek üzere hafif bir ağabeylik hakemliği tanımak istiyorlar.”
Harbord Başkanlığındaki heyetin hazırladığı raporda mandanın 5 yılda 756 milyon dolara mal olacağı, yani pahalıya patlayacağı görüşüne de yer veriliyor, anlaşılan manda konusu bu noktada tıkanıyor…
Zaten Mustafa Kemal bu istemlere karşı yolladığı mesajda şöyle diyor:
“Bize elverişli bunca koşullar ileri sürebilecek olan Amerika Hükümeti, böyle bir güdümcülüğü kabul etmesine yani buna katlanmasına karşılık Amerika adına ne gibi faydalar çıkarlar sağlamış olacaktır? Bununla ne amaç güdüyorlar?”
Böyle bir atmosferde cereyan eden görüşmeler sonucu “manda tartışması” cumhuriyet tarihinin tozlu sayfalarına gönderiliyor, ancak edebiyat tarihine, kadın haklarına, genç cumhuriyetin dış tanıtımına büyük katkıları olan Halide Edib bir türlü “mandacı” yaftasından kurtulamıyor.
Acaba İpek Çalışlar’ın kaleme aldığı kapsamlı biyografinin sonunda Halide Hanım için dediği şu sözler mi artık geçerli?
“Hakikaten mandacı mıydı? O’nun hayatını okuyanlar artık bu soruya gülüp geçecekler.”
(*) İpek Çalışlar Halide Edib Biyografisine Sığmayan Kadın
(**) https://www.atam.gov.tr/nutuk/anzavur-ve-duzce-isyanlari
(***) https://www.atam.gov.tr/nutuk/askeri-nigehban-cemiyeti
(****) Söylev 1. Cilt
(*****) Söylev 1. Cilt
(******) https://ataturksociety.org/about-ataturk/war-against-occupying-colonial-powers/