Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ertuğrul Özkök etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Küçük kızdan büyük sözler…

Sedef Kabaş’ın  Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla nezarete götürülüp gözaltına alınışı, tutuklanışı (*) ve hapsedilişi, geride bıraktığımız yılın önemli olaylarından biriydi.  - Neydi peki Sedef’in suçu? Bunu esaretteki ilk gününde o da kendine sormamış mıydı? -…Sahi ben neden hapisteydim? Ne yapmıştım? Evet evet doğru bir atasözü kullanmıştım! Dünyanın her yerinde anonim olan atasözlerinden bile şahsi hakaret suçlaması çıkartılan bir ülkede hapislik bir “suç” işlemişim. Ülkenin ileri demokrasi diye diye ilerleyip geldiği son nokta burasıydı… Ülkenin geldiği nokta Kabaş’a göre aslında neresiydi? -…Mühürsüz oylar, denetimsiz sandıklar, atı alanın Üsküdar’ı geçtiği seçimler sonrasında “ biz öyle ya da böyle seçildik, ötesini berisini fazla kurcalama, bundan sonra da bizim dediğimizin dışına çıkma” yöntemiydi bu… Milli iradenin tecelli etmiş hali diye dayattıkları böylesi bir rejim, bireysel özgürlükleri sonuna kadar budayıp ülkeyi açık hava hapishanesine dönüş...

Sözde soykırım mı? Medz Yeğern mi? Sözcükler yaşamdan daha mı değerli?

Bizim meslekte bence büyük bir şanssızlık, kimi önemli projelerin gerçekleşmesini asla görememektir… Toplantılara katılırsınız, demeçler verilir, anlaşmalar imzalanır, yapılan röportajlar sayfalara sığmaz ama bütün bu kayıtlara bir daha dokunulmaz, hepsi tozlanır tarihe karışır, yıllarca üzerinde konuşulan, plan yapılan, adım atılan hayaller hiçbir zaman gerçekleşmez. Türk-Ermeni devletlerinin yakınlaşması, kadim halklar arasında yüzyıllardır var olan dostluğun, işbirliğinin politik engellerden kurtarılması üzerinde bugüne değin ne çok konuşulmuştur öyle değil mi?  Ama  24 Nisanlar gelir, dostluk söylemleri rafa kaldırılır, sözcükler çatışması başlar:  -Ermenilerin başına gelen “ sözde soykırım” mıydı? “ Medz yeğern (*) miydi ?”  Bu sözcükler konuşulur durur, çözümler üzerindeyse bir arpa boyu yol bile alınamaz. Atatürk’ün bir asır önce,  24 Nisan 1920 günü TBMM’yi açarken yaptığı konuşmada kullandığı “fazahat ” (utanılacak işler) sözcüğünü bile so...

Ölülerden özür dilenmez, Bekir Coşkun’dan da

“ Bekir Coşkun gitti, huzura kavuştu”  desem, onu deli gibi seven eşi Andree bana çok mu kızar acaba? Tabii o da anlıyordur benim aslında ne demek istediğimi.  Bu dünya pek çoğumuz  için bir cendere değil mi aslında? Bekir Coşkun ’u konuşalım mesela... Bu kadar mı sevilir bir yazar? Bu kadar mı okunur? Bu kadar mı kıvrak bir kalemi vardır? Ha, bütün bu özellikleri yanında bir yazar bu kadar mı halkının, ülkesinin çıkarlarını savunur? İlericiliği, doğruculuğu, dürüstlüğü ile bilinir?  -Peki bu özellikleri ile ülkenin en  önde gelen yazarı sıfatını taşıyan yazarın başı acaba göklere mi erer? Bir eli yağda bir eli balda mı yaşar? -Yoooo... Nerdeeee!!! Tam tersine, oradan oraya sürülür, kimi zaman işsizliğe, kimi zaman kıt kanaat geçineceği maaşlara talim ettirilir, zaten kendisi bu durumu yazı başlığı ile iki kelimede özetleyivermiştir,   Onuncu Köy ... Sıkıntılı süreç sonunda kansere davetiye çıkarır ve yaşama kısa sürede  elveda der Bekir Coşkun ....