Yaşadıklarımız o anda ne kadar keyif verirse versin, “ elimizden kayıp gittiğinde, ” yani artık ulaşılmaz olduğunda öylesine artırıyor ki değerini, anlatılamaz. Ah gençliğimiz, o güzel sofralar, muhabbet, büyüklerden kalbimize sıcacık akan karşılıksız sevgi... E, şimdi yok ki Keçiören ’deki o ev, Cihannüma mı denirdi çepeçevre camlı, hoş manzaralı, ferah salonlara? Neydi o güzelim bahçe, hele de alt sınırına çit yerine dikilmiş bembeyaz zambaklar... Sanki birazdan Keriman Hanım (*) bahçe kapısında elinde bakır siniyle görünecek: - Kuzum, haydi bakalım, çay da demlendi, soğutmayalım böreği Diyecek . Fırından yeni çıkmış sinideki, dumanı tüten, nar gibi kızarmış börek acaba pırasalı mı? Yok yok, peynirli pazılı yapmıştır Keriman Hanım . Belli ki sabah saatlerini mutfağında böreğin iç harcını ve hamurunu hazırlamakla geçirmiş, misafir kapıyı çaldığında siniyi fırına sürüp, çayı demlemiştir... İşte börek o börek... Yıllar geçti Keriman Hanımı görmeyeli... Kızının, Emine ’nin (**) ...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.