Ana içeriğe atla

Kayıtlar

gazetecilik etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Bataklık mı sır mı? Kolhis neyi anlatıyor?

  “Hikayeniz; hikaye değil de bataklıksa eğer, hikayeniz; kimsenin bilmediği bir sırrı taşıyorsa ve canınızı yakıyorsa eğer, onu toprağa gömer, unutmaya, unutturmaya çalışırsınız. Unuttuğunuzu sanırsınız ama unutamazsınız.” Bu cümleler, değerli dostum-meslektaşım Emine Çal ’ın kitabından… Kolhis başlıklı kitabını keyifle okudum, ustalıkla kaleme alınmış, akıp giden 213 sayfa bir solukta tükendi. Kolhis,  iki genç adamın karşılaşmalarını, dostluklarını, Giresun’da geçen zorlu iş yaşamlarını, aile ilişkilerini, aşklarını ve sakladıkları iki büyük sırrı anlatıyor.  Metin ,  Emir ’le  bir gece buluştukları meyhanede dertleşirken, kızkardeşiyle birlikte yetim ve öksüz kaldıkları “ karanlık ” geceyi anlatıyor. Metin’in yaşadıkları,  aslında “ kadın cinayetleri ” klişesiyle artık toplumda neredeyse “ kanıksanan” ama aslında mağdurlar açısından son derece yakıcı olayların bir örneği.  -O korkunç olayın sonrasında geride kalanlar neler yaşıyor?  -...

İnsan Hakları ve “Suskun!” Gazetecilik

Gündemin, koşulların, cezaların “birilerinin talimatıyla” her an değiştiği bir ülkede gazetecilik nasıl bir iştir? Eğer gazeteci şeffaflık şurada dursun, bulanık sularda başını güçlükle yukarda tutup, nefes alma, imkansızı başarma çabasındaysa, sürekli yıkılan sayfalara hep yeni manşeti taşıma mücadelesindeyse “Sysiphos da kimmiş? ” (*)  deyip isyan etmez mi? -E, ülkedeki hal bu… -Durum buysa, gazeteciliğin uluslararası tanımlamalarına, etik tartışmalarına nasıl yaklaşacağız?  Bu küçük sohbetle sizi karamsarlığa boğmak istemem doğrusu, ama bu duygularla bir teselli arıyordum ve elimdeki kitapla bunu bir ölçüde başardım, sizi de ortak etmek istiyorum. Kitap, “İnsan Hakları Işığında Gazetecini İşi” başlığını taşıyor, felsefenin ustası Ioanna Kuçuradi’ nin öğrencilerinden Elif Hamidi ’nin imzasıyla yayınlandı, aslında bir yüksek lisans tezinin kitaba dönüşmüş hali.  İlk sayfasındaki şu cümleye bakar mısınız? - Otuzbeş yaşımı doldurmuşken, yani yolun tam yarısına gelm...

Canım… Can Bartu

Bugün istim üstündeydim tam… Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir taslak (sürpriz kalsın!)  var…  Her gün kitaplığa kapanıp, masaya oturduğumda hemen aklımı çelip beni bambaşka yerlere sürükleyen kimi olaylar, gözlemler, görüşmeler oluyor (ben de hiç şikayetçi değilim hani!) derken o dosyayı kapatıp başka uğraşlara geçiyorum. Neyse işte, merak ettiğim bir konu vardı, sonradan aklıma geldi ve Feyzan Beyi aradım, sonra da bu şarkıyı ona gönderdim. Sizlerle de şimdi paylaşıyorum… Bu şarkı, Milli futbolcumuz Can Bartu için Fransız sevgilisi  (ünlü şarkıcı Patricia Carli) tarafından söylenen “canım” şarkısıymış…Hiç duymuş muydunuz? Bir dinleyin ve bence “canım” dediğiniz herkese gönderin daha iyisi sonuna kadar açıp dinletin… Bu arada aklıma yıllar önce sevgili meslek büyüğüm, önemli spor yazarlarımızdan  Doğan Ersavaş ın anlattığı bir anekdot geldi, sanırım Şili’ye, (belki başka bir Güney Amerika ülkesine)  gitmişti, dönüşte orada yaşadıklarını, gözlemlerini anlatı...

Barış Kaşıkçı’nın ardından!

Barış Kaşıkçı meslekte tanıdığım “ en parlak ” gazeteciydi… Dün gece ölüm haberi ulaştı, o dakikadan bu yana sayısız   “enstantane ” geçit yapıyor belleğimde: Anadolu Ajansının İç Haberler Servisinde mesleğe başlamışım,  büyükçe bir salonda çalışılıyor, masaların üstünde kimi büyük dev gibi, kimi portatif, kimileri F klavyeli, kimi Q’lu, onlarca daktilo var.  Hayranlıkla izlediğim kimi gazeteciler bant çözüyor, biri telefonla yazdırılan haberi tape ediyor, işi olmayanlar özel cihazdan akan rulodan AA mahreçli haberleri okuyor, ya da gazeteleri gözden geçiriyor..   İbrahim Çıngay (ÇIN) (*) içeri giriyor: -Arkadaşlar kulak verin… IMF heyeti geliyor akşam kadrosunu güçlendireceğim, havaalanına özel ekip gidecek… Diyor, daktilolar susuyor… Çıngay gözlerini salonda dolaştırıyor, bende karar kılıyor,  foto muhabiri Kadir Şengün’le birlikte Esenboğa’ya gitmek için hazırlanıyoruz. El telsizini, kocaman teybimizi unutmamalıyız. Biz çıkmaya hazırız, Barış Kaşıkçı, Ç...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

PORTRELER Ferhan Şaylıman

Yaşamın, ölümün, varoluşun gizemini çözebilmek mümkün mü?  Hani bir an, belki bir an bile değil, hafifçe, belli belirsiz esip geçen ama belleğinizde silinmez bir yer eden hanımeli çiçeğinin kokusu gibi… Kimi karşılaşmalar da öyle, o kadar hafif, zarif ve asla unutulmayacak anlar yaşatsa da hep kaybolup gitmiyor mu? Ferhan Şaylıman’la (*) tanışıklığımız eskilere dayanır, SBF yıllarına. Basın Yayın Yüksek Okuluna giden yokuş henüz sağlı sollu betonlaşmamıştı, benden yüksekti onun sınıfı ama uzaktan uzağa birbirimizi duyar, bilir, gülümseyerek selamlaşırdık.  Mezuniyet sonrası yıllar yılları izledi, işler güçler, gazeteciliğin aslında “suya yazılan” sayfaları, TV ekranlarının “anında parlayıp sönüp giden ” görüntüleri araya girdi, hep “imza” olarak bildik birbirimizi. Başarılar, düş kırıklıkları, bırakıp gitmeler, yeni sayfa açmalar derken gazeteciliğin değirmeninde öğütülen yaşamlar sürdürdük. Bir gün telefon edip, kendi kurduğu yurtseverlik.com sitesinde yazı yazmam...